0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
143
Okunma
Bir Zamanlar Ramazan Sofralarında
Akşam, köyün üstüne ağır ağır inerdi.
Dağın ardından güneş çekilirken, ufuk kızıl bir yorgunluğa bürünürdü.
Tarlalardan dönenlerin ayak sesleri yankılanırdı toprak yolda.
Her evin bacasından duman tütmeye başlar, dumanla birlikte köyün üstüne tatlı bir huzur çökerdi.
O akşamlar, herkesin içi aynı heyecanla dolardı.
İftar vakti yaklaşırken kadınlar son hazırlıklarını yapar, tencerelerin kapağını özenle açardı.
Çorbanın kokusu, tandırda pişen ekmeğin kokusuna karışır;
köyün üstünde bir rahmet havası dolaşırdı sanki.
Babam, köy meydanına kadar yürür, “topa az kaldı mı?” diye sorardı.
Biz çocuklar, oruçlu olmanın gururuyla ama açlığın sabırsızlığıyla, elimize hurma alır beklerdik.
Top patladığı anda köy bir an sessizleşirdi.
Ne rüzgârın sesi, ne horozun ötüşü kalırdı.
Sadece kaşıkların tınısı duyulurdu evlerden.
Bir tas sıcak çorba, bir parça ekmek…
Ama o sofralarda dünya kadar bereket olurdu.
Çünkü o sofralarda paylaşmak vardı, dostluk vardı, komşuluk vardı.
Bazen iftar sonrası herkes dışarı çıkardı.
Kadınlar çeşme başında muhabbet eder,
erkekler köy odasında toplanırdı.
Soba üstünde çay kaynar, ince belli bardaklardan buhar yükselirdi.
Birinin sesi duyulurdu köy odasında:
“Bu Ramazan da böyle geçiyor ha!”
Herkes gülümserdi.
Kimse şikâyet etmez, kimse fazlasını istemezdi.
O sessiz gecelerde yoksulluk bile kardeşlik gibi dururdu.
Çocuklar o sırada sokaklarda koştururdu.
Ellerinde tenekeden yapılmış fenerler,
içinde yanan mumlar...
Köyün içi o minicik ışıklarla dolardı.
Davul sesi vadiden yankılanır,
herkesin içini bir sevinç kaplardı.
Teravih vakti geldiğinde,
caminin taş avlusunda ayakkabılar yan yana dizilirdi.
İmamın sesi dağın yamacına vurur, yankılanırdı.
Köyün üstüne bir huzur örtüsü serilirdi o an.
Sahur vakti ise bambaşkaydı.
Tarladan dönenin, davul çalanın, süt sağanın sesi birbirine karışırdı.
Anneler tandırın başında sessizce ekmek pişirir,
babalar lambanın cılız ışığında su ısıtırdı.
Biz çocuklar yarı uykulu, sofraya otururduk.
Bir dilim peynir, bir yudum çay, bir dua…
O sofrada öyle bir huzur olurdu ki,
insan doymazdı sadece yemeğe değil — o sessizliğe, o birliğe, o kalp sıcaklığına.
Şimdi o sofralar yok kanki…
Ne aynı koku var, ne o telaş, ne o sabır.
Ama her Ramazan gecesi rüzgâr biraz serin estiğinde,
gözlerimi kapatıyorum.
Birden duyuyorum:
annemin çorba tenceresinin fokurtusunu,
babamın “Rabbim kabul etsin” deyişini,
davul sesinin uzaklardan gelen yankısını...
Ve anlıyorum artık —
bazı sofralar kapanmaz.
Bazı dualar hâlâ köyün üstünde dolaşır,
her Ramazan yeniden yankılanır o topraklarda.
Bir zamanlar Ramazan sofralarında,
biz sadece iftar açmazdık…
Biz, birbirimize açardık kalbimizi.
İsmail Gökkuş
Devam edecek