2
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
274
Okunma
ilk paylaşımın devamıdır(bakınız kanadı kırık kuş merhamet ister "öykü"
Kapı çaldı. Tam kahvesini yudumluyordu fincanı masasına koydu ve kapıyı açtı Zehra. Elinde gümüş desenli ahşap sandıkla;
“size gelmiş Hanımefendi bekçi Ahmet verdi. Ben de size getireyim” dedi. Sandığı getiren konağın baş sorumlusu Yakup’tu. Koca bir konakta onlarca çalışanın hem ev ahalisi hem patronuydu Zehra.
Okuldan sonra büyük aile şirketinin başına geçmiş ve misyonun gerekli atılımlarını başarıyla yüklenen bir iş kadını olmuştu.
Peki dedi ve aldı sandığı kapıyı kapatarak masasına adımladı. Merak etmişti. Fincanın yanına koydu sandığı. Oturdu masaya. Sandığın etrafına bakındı. Eline aldı. Alt kısma yapıştırılmış zarfı gördü. Merakını artıran zarfı açtı. İçinde ufak küçük anahtar ve yazılmış bir not vardı.
“Ben İbrahim, sandığın içindeki mektuplar sana; hatırlar mısın bilmiyorum üniversite 3. Sınıfta 1977’nin mayısında seninle tanıştırmak için birini getirecektim işte bu mektuplar ona ait ve sana yazılmış” yazıyordu.
İbrahim Zehra ile daha öncesinden tanışıyordu. Mektuptan da anlaşılacağı üzere İbrahim Nazif ile Zehra’yı tanıştırmak istemiş ve bu buluşma gerçekleşmemişti.
Mektupta yazan tarihe gitti Zehra’nın belleği. İbrahim, Zehra’nın fakülte başkanlığı yaptığı sırada yardımcı seçilmiş bir süre beraber öğrenci kulübünü yönetmişlerdi. Dostane bir iletişimle aralarında bir arkadaşlık başlamış öğrenci konseyini yürütmelerinin yanı sıra iyi de birer arkadaş olmuşlardı. Sınavların yaklaştığı 3. Sınıfın sonuna doğru bir bahar gününde pierre loti tepesine Zehra’yı davet etmiş. Çok özel bir arkadaşım var seninle tanışmak istiyor demişti. Nazif önceleri bu buluşmayı planlamasa da İbrahim’in ısrarı üzerine kabul etmişti. Buluşma yerine gelen Zehra, baharın ince dokunuşlu rüzgârında bir süre beklemişti. Daha sonra İbrahim gelmiş ve Nazif’i birlikte beklemişler ama Nazif o tepeye gelmemişti. İbrahim mahcup, Zehra biraz merak biraz hayal kırıklığıyla ayrılmıştı. Öncesinde Nazif’i itinayla anlatan ve Zehra’yı ikna etmeye fazlasıyla uğraşan İbrahim çok mahcup olmuş ve sebebini dahi öğrenemediği bu durumdan sonra Nazif’e haftalarca soğuk davranmıştı.
Tepeye gelmeyişini kimselere anlatmayan Nazif bir daha gerçekleşmeyecek o buluşmanın kahrını günlerce yaşamış kimselerle bir şey paylaşmamıştı. Kan kusmuş kızılcık şerbeti içmişçesine meraklı soruları geçiştirmişti.
Zehra ise öğrenci rehberliği yaparken karşılaştığı ve bütün üniversite boyunca defalarca karşılaştığı simayı hiçbir zaman hatırlamamış belki de hiç bilmemişti. Nazif her zaman sıradan Zehra ise sıra dışı görünmüştü.
İbrahim’in yıllar önce tanışmak için ısrar ettiği adamın mektuplarıyla artık baş başaydı. Belki o günden sonra Pierre Loti deki görüşmeyi birkaç kez düşünmüş sonrasına çokta detaylandırmadan hafızasında tutmamıştı. Aşka, duyguya dair Zehra’nın derinleşmiş bir dünyası hiçbir zaman olmadı. Okulun, kariyerin ve statünün önceliği her daim hayallerinin tahtından inmemişti.
Zarfın içindeki anahtarı alıp gümüş kaplı sandığı yavaşça açtı. İçinde belki yüzlerce mektup itinayla yerleştirilmişti. Merakı artmıştı. Bu meraklanmasını anlamsız buldu. Kahvesinden bir yudum aldı. Yüzünü buruşturdu. Soğumuştu. Penceresini açtı ve aşağı bağırdı.
-“Saniye hanım lütfen bir kahve alabilir miyim?”
Kahve gelene kadar bir mektup okurum diye içinden geçirdi. İlk mektubu eline aldı ve tarihine baktı.
-“Bu çok yakın bir tarih” dedi. Sonra diğerlerine baktı. En sondaki mektubun yazılan ilk mektup olduğunu anladı.
“21 eylül 1974”
“İstanbul kocaman bir memleket sanki bir şehir değil büyük bir ülke gibi bizim köyün burada karınca misali kalacağını düşündürdü bana. Ayakları yere basmıyor burada insanların. Durmaksızın şehir bir oraya bir buraya kayıyor. Arka arkaya dizilmiş arabaların sesli bağrışmaları da ayrı bir kalabalık.”
Nazif’in ilk satırları İstanbul’u anlatmış şehri tasvir etmişti. Anadolu’dan geldiğini anlayan Zehra, Nazif’in satırlarına devam etmişti.
“Maraş’tan ayrılıp da buraya gelmeyi hiç istememiştim. Okumak zorunda olmasam gelmezdim. Anam da çok gitme dedi ama başka çarem de yoktu. Mecbur gitmeliydim. Otobüs yolculuğu bana bir çile gibi geldi. Daha önce böyle bir yolculuk yapmamıştım. Uzun ve bitmeyen yolların sonu gelmiyordu. Varması bu kadar çetrefilli şehrin yaşanması kim bilir ne kadar zor olur diye düşünmeden edemedim. Nasıl geçecekti o kadar uzun yıllar bilmiyordum. Yolu uzundu, şehri kalabalık ve sesi de hallice gürültülü”
Zehra mektubu bir roman tadında okumaya başladı. Bir otobiyografiyle anımsatan mektubun satırlarına merakı artarak biraz daha devam etti.
“Ama bu şehrin bana verdiği ilk şey” kısmına gelince durdu. Diğer kelimelerden daha büyük yazan ismini gördü. İstanbul’un ona verdiği ilk şey ZEHRA yazıyordu. Güldü ve kızardı. Böyle bir şeyi ilk kez hissetti.
Sonra kapı çaldı. Zehra mektubu bir suç işliyormuş gibi sandığı attı. Ayağa kalktı ve heyecanı belli olmasın diye kendine çeki düzen verdi.
-“Buyurun” dedi.
Elinde kahveyle Saniye içeri girdi.
“Kuzum kahveni getirdim” dedi. Güleç tonton Saniye Zehra’yı pek severdi. Patron imajı çizmezdi Zehra ona karşı. Onların arasındaki iletişim farklıydı.
“Teşekkür ederim Saniye abla” dedi Zehra.
“Yanında bir şeyler ister misin”
“İstemem abla”
“Peki “dedi Saniye ve çıkarken Zehra’nın seslenmesiyle durdu
“Saniye abla Yakup beye söyleyin bugün işe gitmeyeceğim evde olacağım. Kimse de beni rahatsız etmezse sevinirim” dedi
Saniye tabi diyerek onayladı ve çıktı.
Hızlıca tekrar sandığı açtı ve kalan yerden okumaya devam etti. Kendini anlatan kısma gelmesi onu heyecanlandırmıştı. Otobüsten ilk inişini ve Zehra’nın öğrenciler için yardımcı oluşuyla başlatmıştı hikâyesini. Yer yer kullandığı dille zenginleşen anlatımında Zehra’yı anlatması çok hoşuna gitmişti. Kendini başkasının gözünden dinlemek güzeldi. Ama bunu bir özlem, aşk ve sevgi diliyle telaffuz etmek bambaşka hissettirmişti. Zehra bu duyguların yabancısı olmuştu hep. İlk kez kendine sevdalı birinin gözünden bu duyguların tarifini görmekteydi. Nazif ilmek ilmek Zehra işlemişti mektuplara. Ruha şifa saymış İstanbul’un kalbine Zehra’yı ilmeklemişti. Her köşe başında Nazif’in naif hislerle andığını, her karşılaşmayı kutsal atfettiğini ve her iç döküşü birer elmas kadar kıymetli oluşunu iliklerine kadar hissediyordu Zehra. Nazif ne kadar güzel bir sevgiyle mektupları kaleme almıştı. Şaşırıyordu. Nazif’in o kadar tesirli sevmesine karşın bir kez olsun kendisi bunun farkına varamamış hiçbir vakit onun tarafından rahatsız edilmemişti. Rahatsız edilmek şöyle dursun Nazif’in varlığından bile habersizdi. Nazif koca bir okyanus biriktirmişti Zehra’nın ruhunda bıraktığı damlalarından. Ama Zehra haritalarda binlerce dönümlük yer kaplayacak okyanusu bir kez olsun görmemişti.
En son okuduğu mektup sonrası havanın karardığını hissetti.
“amma kaptırdın kendini Zehra” dedi. Gözlerinin acıdığını hissetti. Ama zihni bambaşka kapılara açılmıştı. Bir dönemi dinliyordu. Hareketli, tehlikeli ve aynı zamanda mücadeleci bir dönem İstanbul’u Anadolu gözüyle izliyor ve bambaşka bir Zehra varmış gibi kendini yeniden keşfediyordu. Nazif’in gözüyle Zehra’yı tanıyordu. Hiç tanımadığı, bilmediği birinin kendini anlatması çok garipti. Yer yer Zehra’nın kişiliğine dem vuran yerlerde vardı. Nazif ‘in bu tespitleri de ilginç ve bir o kadar dikkat çekiciydi. Nazif ruhla sevmişti. Ruhtan kaynağını alan bir hisle kaleme aldığını anladı.
Son okuduğu mektubu tekrar yerine koydu ve sandığı özenle sakladı. Az sonra akşam yemeği için konağın en büyük salonuna inecekti.
O kadar çok mektup vardı ki bir çırpıda okunup bitirilecek gibi değildi. Hayli zaman gerekliydi. Okurken düşündüren, düşünürken hissettiren hissettikçe de farklı bir ufka yelken bir deryaydı sanki Nazif’in kaleme aldıkları. Zaman kronolojisi ise bir film şeridi gibi kurgulatmıştı. Mektupları gün ve gün okuyor, tekrar o zamanlara dönüp üzerine düşünüp hatırlama gereksinimi hissediyordu. Nazif, büyük bir merakın kapılarını aralarken Zehra’nın his ve düşünce dünyasında hiç gitmediği diyarlara götürüyordu.
Zehra için o gün hiçte normal bir gün olmayacaktı. Dünyasın farklı mihenk taşlarıyla örülmüş bir adamın mektuplarında geziniyordu.
Hayatında bu kadar kapı dışarı edilen hisler, duygular ve düşünceler için artık misafir edilme, tefekkür etme ve ağırlanma vaktiydi. Kariyer, güç ve statü çemberinde sıkışan hayatı için fazlaca yabancı bir muhite girmişti. Bir yandan Nazif’in o naif örülmüş sevgisini idrak etmeye çalışırken kendi dünyasının da nereye sıkıştığını algılayabiliyordu.
O günden sonra her gün ekseriyetle akşamları kendine okuma zamanı ayırmış ve geceye kadar mektuplarla geçirmeye başlamıştı. Sabah gittiği şirkette akşam olmasını bekliyordu Akşam olunca da hemen eve geliyor ve yemeğin ardından odasına çekiliyor ve Nazif’in büyüleyici kalemiyle baş başa kalmayı arzuluyordu. Nazif’in dünyasındaki Zehra, asıl Zehra’nın zihninde çok farklı bir dünyanın kapılarını açmaya başlamıştı.
“22 mayıs 1977” tarihli mektuba gelmişti. Uzun süredir mektup okumakla meşguldü. Her akşamı artık Nazif’le geçmekteydi. Artık çok güçlü bir Nazif figürü Zehra’nın zihninin başköşesinde yer etmişti.
Mayıs 22’sindeki mektubu açınca “Pierre Loti” başlığını gördü. Gözleri açıldı Zehra’nın oda ışığı gece lambasındaydı ve gözlerini ovuşturdu. Hemen ışığı yakacaktı. Bu o gündü. İbrahim’in seni biriyle tanıştıracağım dediği gün.
Kalbi hızlandı. Buruk bir öfke duydu. Katı bir hayal kırıklığı ile birleşti. Okumanın ıstırabını ve merakını birleştirdi. Ve o güne tekrar dönmek için satırlara gözlerini kaptırdı.
“ Hayatımın en özel günüydü. Belki de dünya benim olacaktı. Hiçbir zaman ona kavuşmayı hayal bile edememiştim. Pierre Loti de onunla görüşmek benim için hayalden öte bir şeydi. Heyecandan elim ayağım titriyordu. Ruhumun sıkıştığı, pelesenk arasına alınmış gibi boğuluyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Özel bir hazırlık yapmadım. Görünüşüm normaldi. Ama ona hissettirebilirsem çok başka bir ruhla karşısına çıkacaktım. Coşkun fırtınaların kayalara çarptığı gibi okyanuslar aşıp gelen kanım, kalbimin gürültüsünü bastırmama engel oluyor. Bu nasıl bir şey Allah’ım demekten kendimi alamıyordum. Pierre Loti inin yamacına geldiğim ana kadar durmaksızın ruhum sağlı sollu vuruyordu bana. Ta ki yanıma bir araç durup kapı açılıncaya kadar mektup dışında kimsenin bilmediği ve hafızamdan yaşanmaması için yüzlerce kez zihnimde tekrar yaşattığım o an ruhum söndü birden bire, kalbim ağrıdı ve ruhum eziyetin binlerce çeşidini kana kana içti. Arabadan inen Zehra’nın babasıydı. Ve ben daha önce onu hiç görmemiştim. Pierre Loti bir zirvenin başlangıcı olacakken benim için bir uçuruma dönüştü”
Zehra hararetli mektup satırlarını okurken bir gerçeğin anatomisini de dibine kadar yaşıyordu. Pierre Loti buluşmasını engelleyen babası mıydı?
İnanılmazdı. Ruhu renk değiştirdi. Tarih sayfalarında her yol kendi gidişatını sekteye uğratmıştı. Yeniden yazılması gereken çağlar kendi içinde devredip yıkıldı. Hazan çöktü Zehra’ya. Hiç tahmin etmediği bir derya da boğuluyor gibiydi.
O gün Nazif gerisin geri dönüp gitti. Zehra ise tepede rüzgara karşı savrulan saçlarıyla bekledi. O buluşma o gün olsa belki beklenildiği gibi sonuçlanmayacaktı. Ama bu gün Zehra Nazif’in büyük yüreğini görmüştü. Zehra öfke duydu babasına. Bunun hesabını soracaktı. Nazif ise tarihin yeniden yazıldığını bilmeden memleketinde acı bir sürgünün vücuduna sinsice sirayet etmesine izin veriyordu.
5.0
100% (3)