1
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
206
Okunma

ADALETİN TERAZİSİ
(GÜLHANE PARKI CİNAYETİ)
O gece, İstanbul’da derin bir sessizlik vardı. Sarayburnu’ndan Boğaz’a uzanan sis, şehrin üstüne çökmüştü adeta. Sokak lambaları, yağmur damlalarıyla titreyen gölgeler yaratıyordu.
Gülhane Parkı’nın kapısı aralıktı. Parka ürkütücü bir sessizlik hakimdi. Yalnızca uzak bir ambulans sireninin yankısı giriş kapısınin kemerinde yankılanıyordu.
Zehra, üşümüs olacak ki, ince montunun yakasını kaldırdı.
“Her şey burada başladı,” diye mırıldandı kendi kendine.
"Evet evet tam da burada basladı. Elbette burada bitecek.”
Ürkütücü sessizlikte adımlarını yavaşlatmadan yürüdü.
Sağa sola konulmuş bankların ıslak tahtalarına damlalar düşüyordu; her bir damla, sanki geçmişteki anının yankısı gibiydi.
Parkın derinliklerine doğru ilerledi. Mehmetle her zaman oturduğu bankın yanına geldi. Bankı uzunca seyretti ve işaret parmağını uzatarak bankı gösterip mırıldandı; "herşeye sen şahitsin. En değerli zamanlarımı ben ona harcadım." dedi. Cantasından bir peçete çıkartip, ıslak olan bank’ı silerek oturdu.
Bir an dalarak uzaklara, Mehmet ile geçmiste yaşadıkları ana gitti. Sonra belli belirsiz bir çınarın ardında bir siluet belirdi.
“Zehra!” diye seslendi.
Zehra bir anda irkilmiş olsa da, duydugu ses tanıdıktı.
Yavaşça döndü.
Mehmet karşısındaydı. Gömleğinin yakası açık, yüzünde günahın izleri adeta Billboard ışıkları gibi parlıyordu.
Zehra alaycı bir tebessümle; "Her katil cinayet mahalline mutlaka geri döner," sözünü doğrular gibisin Mehmet.
“Şerefsizlik yaparak gittiğin gün, özür dilemek için geri döneceğini biliyordum, çünkü senin gibi alçaklar, affedilmek için hep dönerler.”
Mehmet gözlerini kaçırdı.
“Ben seni affetmeni istemiyorum... Sadece beni dinlemeni istiyorum Zehra.”
Zehra güldü.
“Dinlemek mi? Beni bir kere olsun gerçekten dinledin mi sen?
Konuştuğumda, hep duvar gibiydin. Ben ağlarken sen sustun. Ben seni beklerken, sen bir başkasıyla evlendin.”
Mehmet’in sesi kısıldı.
“Bilmiyorsun, Zehra... o zamanlar...”
“Biliyorum!” diye bağırdı Zehra.
“Seni korkutan şey neydi biliyor musun Mehmet? Benim yalnız ve özgür oluşum! Tabi siz erkekler için, kadın dediğin sessiz olmalı, rl açmalı, boyun eğmeli, beklemeli değil mi?
Ama ben seni sevdiğim için hep sustum. Sen sustuğum için daha bir rahat davrandın. Nasıl olsa Zeynep uysaldır, nasıl olsa benim herşeyimi kabullenir,” dedim.
Mehmet başını öne eğdi.
“Ben seni sevdim Zehra.”
Zehra oturduğu banktan, öfkeyle ayağa kalktı Mehmet’in göğsüne vurarak; “Yalan!” diye çığlık attı.
Parkın derin sessizliginde,
Zehra’nın sesi göğü yırtıyor gibi yankılandı.
“Sen beni değil, kendini sevdin Mehmet. Ben senin için bir kaçış noktasıydım, bir ‘heyecan’. Karından sıkıldığında sığındığın bir liman.”
Rüzgâr sert esmeye basladı. Sokak lambasının aydinlattığı yapraklar ayaklarının etrafında savrulmaya başladı.
Mehmet bir adım yaklaştı.
“Elimde değil Zehra. Her şey karıştı. Bir sabah uyandım, seni aramak istedim ama... karım hamileydi.”
Zehra dondu kaldı. İçi acırcasına; "Herşey karıstı öyle mi?
Hayır Mehmet karışmadı.
O içine ettiğim hayatı sen karıştırdın.
Bir kadını sevip başka bir kadının evinde kahvaltıya oturmakla, asıl sen karştırdın.
“Evet,” dedi Mehmet.
“Hamileydi...”
“O yüzden... Sana gelecektim ama gidemedim.”
Zehra’nın yüzündeki kaslar kasıldı.
“Yani ben... senin karının karnındaki çocuğa yenildim öyle mi?”
“Hayır! Öyle deme...”
“Sus!” diye kesti onu Zehra.
“Senin susturamadığın tek şey, vicdanındı. O yüzden buradasın. Korkuyorsun, değil mi? Ya ben konuşursam? Ya karın öğrenirse?”
Adamın nefesi hızlandı.
“Zehra, ne olur...”
Kadın çantasına uzandı, içinden mutl anlarda, Mehmetle çekilmiş eski bir fotoğraf çıkardı.
“Bak! Bu fotoğrafı hatırlıyor musun?”
Fotoğrafta ikisinin mutlu anı vardı. Arka planda Gülhane’nin baharda rengarenk açmış çiçekleri.
Zehra parmaklarıyla fotoğrafı buruşturdu.
“Seninle burada söz vermiştik. ‘Hiçbir şey bizi ayıramaz’ demiştin.”
Mehmet sessiz sürdürdü.
“Bir tek ölüm ayırır demiştin. Haklıymışsın Mehmet...”
Zehra, çantasından silahı çıkardı.
“Şimdi sıra bende.”
Mehmet geri çekildi.
“Zehra yapma! Bırak onu yerine. Gel oturup konuşalım. Ne gerekiyorsa birlikte yapalım.”
"Evet Mehmet. Gereken neyse yapılacak!
“Adalet!” dedi Zeynep.
“Erkeklerin elinden düşmüş teraziyi ben alıp kefeyi düzelteceğim.”
Mehmet ellerini kaldırdı. Soluk soluğa;
“Ben suçluyum... evet. Ama ölümü hak etmiyorum!” dedi.
“Ben de seni hak etmiyordum, ama beni...”
Silah patladı.
Martılar çığlık attı.
Zehra’nın gözlerineden ışik yağıyor gibiydi.
Mehmet olduğu yere yığıldı.
Gözleri hâlâ Zehra’ya bakıyordu.
Elini Zehra’ya doğru uzattı.
Bir şey söylemek ister gibiydi ama sesi çıkmadı.
Zehra yavaşça Mehmet’in yanına çöktü.
Elini adamın kalbine koydu.
“Şimdi eşitiz.” dedi.
Silah sesiyle harekete geçen polisler ayaklandı.
Siren sesleri yaklaşırken, Zehra’nın yüzünde tuhaf bir huzur belirdi.
Elini havaya kaldırdı, yağmur tanelerini yakalamaya çalıştı.
Polislerin sesleri parkın girişinden duyuluyordu.
Ama Zehra artık duymuyordu.
Polisler; "Silahı yere bırak. Kaldır ellerini," sesleri arasında; Zehra fotoğrafı Mehmet’in göğsüne koydu ve fısıldadı;
"İkimiz de ölüyüz artık.
Adaletin Terazizi şimdi dengelendi!"
Efkan ÖTGÜN
5.0
100% (2)