0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
134
Okunma
Ali’nin ölümünden sonra o ev kimseye kiralanmadı.
Ama merak, bazen korkudan bile güçlüdür.
Bir yıl sonra Elif adında genç bir kadın, şehirden uzaklaşıp sessiz bir yere taşınmak istedi.
Emlakçı evi gösterdiğinde biraz çekinmişti:
> “Ucuz olmasının nedeni... bazı eski söylentiler,”
demişti, sesini alçaltarak.
Elif gülümsedi. “Ben hurafelere inanmam.”
İlk gece her şey normaldi.
Evde toz kokusu, eski tahtaların gıcırdaması dışında bir şey yoktu.
Ama saat üçe yaklaşırken rüzgâr aniden kesildi.
Ve Elif, odada birinin nefesini hissetti.
Kalktı, ışığı yaktı — kimse yoktu.
Ama aynada, kendi arkasında bir gölge duruyordu.
Ertesi gün köydeki yaşlı kadınlardan biriyle konuştu:
“O evde daha önce genç bir delikanlı öldü,” dedi kadın.
“Gece göğsüne çöken bir karabasan tarafından. Ama o karabasan eskiden bir kadındı.”
Elif’in kanı çekildi.
Yaşlı kadın devam etti:
“Köyün dışında bir kadın yaşardı, adı Zühre idi.
Rüyaların içinden geçer, insanların uykusuna girermiş.
Onu reddeden bir erkeğe beddua etmiş:
‘Bir gün benim gölgem senin kalbine oturacak.’
O günden beri Zühre’nin ruhu, uykuda göğse oturan bir karanlığa dönüşmüş.”
O gece Elif uyumamaya kararlıydı.
Ama karanlık çöktükçe hava ağırlaştı, sanki evin duvarları nefes alıyordu.
Birden penceredeki cam buğulandı ve üstünde bir cümle belirdi
“Artık sıra sende.”
Elif koşmak istedi ama ayakları kıpırdamadı.
Yatağa düştü.
Göğsünde, görünmeyen bir ağırlık…
Sonra bir yüz belirdi: solgun, gözleri olmayan bir kadın.
Zühre.
Kadın fısıldadı:
> “Ben sadece reddedildim. Ama sen… beni çağırdın.”
Elif’in çığlığı evin duvarlarını sardı.
Sabah olduğunda ev yine sessizdi.
Ama artık pencere buğulu değildi.
Camın arkasından sadece, iki karanlık iz göze çarpıyordu —
bir çift avuç izi, sanki içeriden bastırılmış gibi.
devamı var ...