0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
122
Okunma
Tâbiînin Vicdanı – Alkame ve Esved’in Hikâyesi
Yazar: Murat Kerem
İbn Mes‘ûd’un Dizinin Dibinde
Bir sabah, Kûfe mescidinde sessizlik hâkimdi.
Hurma dalları kapının eşiğinde gölgeye durmuş, toprak serinliğini koruyordu.
İbn Mes‘ûd (r.a.), etrafına toplanan gençleri süzdü; gözleri birinin üzerinde biraz daha uzun durdu.
O genç, bakışlarını yere eğmiş, ellerini dizlerinin üzerine koymuştu.
Adı Alkame b. Kays idi [1].
“Ey Alkeme,” dedi İbn Mes‘ûd, “ilim kalbe işleyince dil susar; işte o zaman hikmet konuşur.”
Alkame, o gün o cümleyi kalbine yazdı.
Yıllar sonra kendi öğrencilerine bu sözü tekrarladığında, gözleri hâlâ o günkü gibi doluydu.
İlim onda bilgi değil, bir emanet duygusu olmuştu [2].
Alkame: Edep ile Yoğrulan Âlim
Alkame, bir söz söylediğinde şehir susardı.
Çünkü onun kelimeleri, gece tefekkürle, gündüz amel ile yoğrulurdu.
Bir gün bir genç yanına gelip, “Efendim, siz İbn Mes‘ûd’un ilmini nasıl muhafaza ettiniz?” diye sordu.
Alkame cevap verdi:
“Ezberleyerek değil, yaşayarak.” [1]
O, ilmi kalpten kalbe akan bir nehir gibi görürdü.
Ne taşı taşır, ne suları bulanırdı.
Bir hadisi naklederken gözlerinden yaş süzülür, “Bu sözü kim söyledi, hatırla!” derdi.
Çünkü onun için hadis, hatıranın değil, huzurun diliydi [3].
Rivayet edilir ki, Alkame bir gece sabaha kadar secdede kaldı.
Sabah ezanı okunurken, hafifçe doğrulup “Allah’ım, bana unuttuğum bir ayeti hatırlattın” dedi.
O an, ilmin secdede nasıl bir sırra dönüştüğünü anlayanlardan biri de Esved en-Nehâî idi [2].
Esved en-Nehâî: Takvânın Duru Aynası
Esved’in yüzü solgun, dili sade, kalbi derindi.
Yalnız konuşur, az yer, çok düşünürdü.
Bir dostu şöyle anlatır:
“Onu tanımayan, hasta sanırdı. Ama biz bilirdik ki o, dünyanın yükünü değil, insanların derdini taşırdı.” [3]
Bir meselede hüküm vermeden önce uzun uzun susar, bazen günlerce düşünür, sonra şöyle derdi:
“Hızlı hüküm, kalbin yavaşlamasıdır.”
Bir defasında, yanına getirilen bir ihtilaf meselesinde kimin haklı olduğunu anlamak için
iki tarafı da sabırla dinledi.
Sonra başını eğdi:
“Ben hüküm vermem, gönlüm vermez. Siz barışın, kazanan Allah’ın rızası olsun.” [4]
Kûfe halkı onun bu sözünü yıllarca hatırladı.
Çünkü Esved’in adaleti, kâğıtta değil vicdanda yazılıydı [1].
Mektepteki Sessizlik
Kûfe Mektebi’nin meclisinde ders başladığında, kimse konuşmazdı.
Bir öğrencinin kaleminden çıkan ses bile dikkatle dinlenirdi.
Zira bu meclis, sadece bilgi değil; susmanın terbiyesini de öğretirdi.
Alkame bir gün şöyle dedi:
“İlim üç şeyle kemale erer: edep, sabır ve sükût.” [2]
Esved hemen ardından fısıldadı:
“Ve bunların üstünde Allah korkusu vardır.” [3]
Bu iki cümle, Kûfe’nin duvarlarına asılı olmayan ama kalplere kazınmış bir levha gibiydi.
Kalem ve Secde Arasında
Bir akşamüstü, Güneş Kûfe’nin minarelerinin arkasına çekilirken, Alkame ile Esved mescitte yalnız kaldı.
Alkame, ellerini semaya kaldırdı:
“Ya Rabbi, bu ilmi bize emanet verdin; bizden sonra da ehline ulaştır.”
Esved’in gözleri doldu, başını yere eğdi:
“Emanetini koruyana ne mutlu! Zira emaneti satana, dünya da, âhiret de dardır.” [4]
İşte o dua, yıllar sonra Ebû Hanîfe’nin kalemine kadar uzandı.
Kûfe’nin ilmi, sadece nakil değil; direnişin, sabrın, adaletin tohumu olmuştu [1].
İlim, Vicdanla Kıvam Bulur
Alkame’nin ilmi aklın sütunu, Esved’in takvâsı kalbin aynasıydı.
Birlikte bir mektep kurmadılar belki, ama bir ruh inşa ettiler.
Onlar olmadan Kûfe, sadece bir şehir olurdu;
ama onlar sayesinde, Kûfe bir vicdan coğrafyası oldu [2].
“Kalp susmadıkça, dildeki ilim kalıcı olmaz.”
Bugün biz de o mektebin kapısından içeri girdiğimizde, hâlâ aynı ses yankılanır gibi:
“Edep olmadan ilim, ne akla yarar, ne kalbe.” [3]
Kaynaklar
[1] Zehebî, Siyer A‘lâm an-Nubelâʾ, c. 4: “Alkame b. Kays” maddesi; c. 5: “el-Esved b. Yezîd” maddesi.
[2] İbn Sa‘d, Tabakāt al-Kubrā, c. 6, s. 70 (Esved); s. 86 (Alkame) —
[3] İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü’t-Tehzîb, c. 1, s. 173 (Esved); c. 7, s. 276 (Alkame).
[4] Şehristânî, el-Milal ve’n-Nihal