4
Yorum
13
Beğeni
5,0
Puan
200
Okunma

Gelibolu Yarımadası. Ege’nin mavi gözlerine dikilmiş bir hançer gibi uzanır. Bu topraklar, taşıyla, toprağıyla, rüzgârıyla bile tarihin derin nefesini taşır. Saroz’un soğuk suları bir yanda, Çanakkale Boğazı’nın daracık, hırçın ve kıvrımlı güzergâhı diğer yanda. Her koy, her sırt, her tepe – Seddülbahir, Morto, Arıburnu, Conkbayırı, Kocaçimen, Kanlısırt, Anafartalar – adeta jeolojik birer savunma kalesidir. Kayalıklar sert ve dik, makiler inatçı ve batıcı, toprak bazen kırmızı, bazen sarı, bazen de kahve rengine çalar. Bu renkler, belki de dökülen kanların toprakla binlerce yılda yaptığı gizli anlaşmanın rengidir. Boğaz’ın suları ise derin, esrarlı ve acımasız bir akıntıyla akar , Nusret mayın gemisinin sessizce döşediği mayınlar gibi, sakin görünüşün altında ölümü barındırır.
1915’in ilkbaharı. Avrupa bir cehennem çukuruna dönüşmüşken, İtilaf Devletleri’nin gözü, bu stratejik hançerin kabzasındadır. İstanbul’a giden yol, Çanakkale’den geçer. Donanmalar, o zamana dek görülmemiş bir güçle, demir zırhlı devler halinde boğazın ağzına yığılır. Toplar, insan aklının dehşetini yansıtan çaplarda namlularını Gelibolu’nun sarp kayalıklarına, tarihi kalelerin duvarlarına çevirir. Hedefleri , taşı, toprağı, direnci paramparça etmek, yolu açmak. Ateş yağmuru başlar. Gök gürlemesi yerden gelircesine, top sesleriyle inler. Kıyılar cehenneme döner. Tarihte bir daha asla unutulmayacak bir sayfa açılmak üzeredir.
İşte bu kıyamet ortasında, bir irade doğar. 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal. Genç, keskin bakışlı, zihni bir satranç tahtası kadar berrak ve stratejik derinlikle dolu. Onu diğerlerinden ayıran, sadece askeri bilgisi değil, bu taşlık, tepelik, geçit vermez coğrafyayı bir anda okuyabilme, onu düşmana karşı bir müttefike dönüştürebilme yeteneğidir. Coğrafya kaderdir, derler. Mustafa Kemal için coğrafya, ustaca kullanıldığında zaferin ta kendisidir.
25 Nisan 1915 sabahı. Sis ve barut kokusu her yeri sarmıştır. Anzak çıkarması başlar. Kıyıdaki birlikler ağır baskı altındadır. Durum kritiktir. Eğer düşman Conkbayırı sırtlarına hakim olursa, yarımada boydan boya ikiye bölünecek, savunma çökecektir. Geleneksel hiyerarşi içinde beklenen emir gelmezken, Mustafa Kemal, tarihin omuzlarına yüklediği o muazzam sorumluluğu tek başına kucaklar. Kılıç kadar keskin bir sezgi ve öngörü ile hareket eder. Üst komutanlığa sadece durumu bildirir ve inisiyatif alır: “Düşman bana karşı cephe almış durumda, ben karşı taarruz için harekete geçiyorum.” Emir beklemez, tarihi emreder. Tümeninin bir kısmını – efsanevi 57. Alay’ı – derhal Conkbayırı’na sürer. Yol yoktur, patika bile belirsizdir. Askerler, sarp yamaçları, dikenli makileri adeta tırmanarak aşar. Nefes nefese, ter içinde, ama kararlılıkla zirveye ulaşırlar. Düşman, Conkbayırı’nın eteklerindedir, zirveye doğru tırmanmaktadır. Mustafa Kemal, askerlerine şu tarihi emri verir: “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve komutanlar gelebilir.” Bu sözler, sadece bir emir değil, bir milletin varoluş manifestosudur. 57. Alay, kendisini feda edercesine hücuma kalkar. Sırtlar, tepeler, koyaklar korkunç bir süngü ve el bombası savaşına sahne olur. Taşlar kana bulanır. Ama Conkbayırı tutulur. Düşmanın ilerleyişi durdurulur. Bu hamle, çıkarmanın kaderini, dolayısıyla tüm Çanakkale Savaşı’nın seyrini değiştirir. Mustafa Kemal’in zamanlama, konum seçimi (yüksek arazi avantajı) ve askerine aşıladığı inançla gerçekleştirdiği bu inisiyatif, askeri dehanın parlayan bir yıldızıdır.
Ağustos 1915. İtilaf kuvvetleri son bir hamleyle savaşı bitirmek ister. Güçlü bir çıkarma ile Anafartalar bölgesine yüklenirler. Hedef, Türk savunmasını arkadan kuşatmak ve boğazı açmaktır. Durum yeniden kritikleşir. Türk cephesinde moral bozukluğu ve karmaşa vardır. İşte bu kaosun ortasında, Mustafa Kemal, artık Albay rütbesiyle, Anafartalar Grup Komutanlığı’na getirilir. Görevi kabul ederken tek bir şartı vardır: Tam yetki. Karargâhına giderken, düşmanın topçu ateşi altında, atı ölür, kendisi sıyrıklar içinde kalır. Ama durmaz. Anafartalar Ovası’na varır. Durum vahimdir. Düşman ilerlemektedir. Dizginleri eline alır. İlk emri, askeri bir mucizedir: “Hemen ilerisindeki düşmana taarruz edilecektir. Hazırlıksız dahi olsa taarruz!” Bu emir, klasik savaş kurallarına tamamen aykırıdır. Ancak Mustafa Kemal, düşmanın henüz yerleşemediğini, savunma hatları kuramadığını, beklemediği bir saldırıyla şaşkına döneceğini sezmiştir. Ve haklı çıkar. Türk askeri, komutanlarına duyduğu sarsılmaz güvenle, hazırlıksız ama yüreği dolu, hücuma kalkar. Anafartalar Zaferi kazanılır. Bu zafer, sadece bir mevzinin kurtarılması değil, tüm Çanakkale cephesinde Türk savunmasının kesin olarak üstünlüğü ele geçirmesidir. Mustafa Kemal, burada düşmanın psikolojisini okuma, ani ve beklenmedik hamle yapma (şok taktiği) ve zayıf anını yakalama dehasını bir kez daha ispatlar. Conkbayırı’nda olduğu gibi, yüksek tepeleri (Kocaçimen, Conkbayırı kuzey sırtları) karargâh yaparak tüm ovayı adeta avucunun içi gibi görmesi, harekatı buradan yönetmesi, coğrafyayı kullanmadaki ustalığının zirvesidir.
Çanakkale savaşları, sadece insanların değil, taşın toprağın da savaşıdır. Her mermi düştüğünde, Gelibolu’nun kireçtaşı tepeleri beyaz bir toz bulutu kusar. Bu toz, zamanla kırmızıya, kahverengine bürünür. Kan rengi. Siperler, kayaların göğsüne kazınmış yaralar gibidir. Bir bomba düşer, koca bir kaya parçası yerinden oynar, siperdekilerle birlikte uçuruma yuvarlanır. Bir başka yerde, bir şarapnel parçası, asırlık bir zeytin ağacını ikiye böler. Ağaç ölmez, iki yarısından yeni sürgünler verir, savaşın yaralarını sarmaya çalışırcasına. Morto Koyu’nun suları, batık gemilerin paslı iskeletleriyle doludur. Suyun altı, demir ve umut mezarlığıdır. Anzak Koyu’nun dar kumsalı, çıkarmanın ilk gününde bir insan ve malzeme yığınına dönüşür; kum, ayakkabı, çanta, süngü, ve korkuyla karışır. Conkbayırı’nın zirvesinden bakınca, boğazın mavisi, ovadaki tarlaların yeşili, ama hepsinin üzerinde, siper hatlarının kazıdığı kahverengi yaralar ve patika yollar görünür. Bu manzara, bir askerin dehası tarafından kurtarılmış vatanın haritasıdır.
Mustafa Kemal’in dehası, bu zorlu coğrafyayı bir kale suru gibi kullanmakta yatar. Sarp tepeleri gözetleme ve komuta noktası yapar. Derin vadileri ve sırtları, asker kaydırmak ve gizli savunma hatları oluşturmak için kullanır. Düşmanın deniz topçusunun menzil hesaplarını bilir; birliklerini tam bu menzilin dışında, ama karadan yapılacak bir taarruza hızla müdahale edebilecek mesafede konuşlandırır. Düşmanın hareket kabiliyetini kısıtlayan dar geçitleri ve sık ormanlık alanları tuzak noktalarına çevirir. Havanın, sisin, gecenin avantajını ustalıkla kullanır. Bir gün Conkbayırı’nda, bir top mermisi komuta yerine düşer, parçalanır ,cep saatine isabet eder. Mustafa Kemal soğukkanlılıkla, “Ölmediğimizi görüyorsunuz” der. Bu soğukkanlılık, askerlerine güven ve moral verir. Onun karargâhı, genellikle en ileri hattın hemen gerisinde, en tehlikeli, ama aynı zamanda en kritik noktadadır. Cepheyi bizzat görür, durumu anında değerlendirir, kararını çabuk verir ve emrini derhal uygulatır. Bu cesaret, hız ve yerinde karar alma üçlüsü, askeri liderliğin altın kurallarıdır ve Mustafa Kemal bunları Çanakkale’de zirveye taşır.
1915 sonbaharına gelindiğinde, Gelibolu’nun taşına toprağına, insanlık tarihinin en çetin mücadelelerinden birinin izlerini derinden kazımıştır. İtilaf kuvvetleri, büyük bir direniş ve askeri dehanın ördüğü aşılmaz duvar karşısında, sessizce çekilirler. Geride, iki taraf için de on binlerce şehit, yüz binlerce yaralı, bir neslin kaybı ve Gelibolu’nun artık ebediyen kutsal sayılacak toprakları kalır.
Çanakkale geçilememiştir. Bu zafer, bir milletin ölüm kalım mücadelesinde küllerinden doğuşunun ilk kıvılcımıdır. Ve bu kıvılcımı çakan, tarihin akışını değiştiren, Gelibolu’nun taşlı topraklı coğrafyasını bir savunma şaheserine dönüştüren irade, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sarsılmaz iradesi ve eşsiz askeri dehasıdır. Onun Arıburnu’ndaki inisiyatifi, Conkbayırı’ndaki emri, Anafartalar’daki ani taarruzu ve tüm savaş boyunca sergilediği coğrafyayı okuma, zamanlama, psikolojiyi kullanma, ani karar alma ve askerini ölüme kadar götürebilme liderliği, sadece Türk tarihinin değil, dünya askeri tarihinin de altın sayfalarına yazılmıştır.
Bugün Gelibolu Yarımadası’na ayak bastığınızda, sessizlik hakimdir. Ama dikkatle dinlerseniz, rüzgârın uğultusu arasında, toprak altından gelen bir inilti, bir süngü şakırtısı, bir “Allah Allah” nidası duyarsınız. Conkbayırı’nın zirvesinde durup boğaza baktığınızda, Mustafa Kemal’in baktığı manzarayı görürsünüz. Bu manzara, bir dehanın dünyayı nasıl değiştirebileceğinin kanıtıdır. Anzak Koyu’nun kumları hala o ilk günün izlerini taşır gibidir. Şehitliklerdeki servi ağaçları, dimdik ve hüzünlü, sonsuz nöbettedir. Her taşın altında bir destan, her toprak zerresinde bir kahramanlık ve fedakarlık yatar. Çanakkale, sadece bir zaferin değil, bir milletin ruhunun, bir liderin dehasının ve taşla toprağın binlerce yıllık direnişinin, tarihin kendisine kazınmış, ebedi, sessiz ve görkemli destanıdır. Bu topraklar, Mustafa Kemal’in askeri dehasıyla yoğrulmuş, kanla sulanmış ve zaferle taçlandırılmıştır. Taşı toprağı tarih olan Çanakkale işte budur.
Çağdaş DURMAZ
Çanakkale Tarihi alan rehberliği yaptığım dönem ziyarete gelen misafirlere aktardığım bilgilerden bir kesit...

5.0
100% (5)