0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
97
Okunma
Allah yarattığına kusur verendir...
Allah yarattığına kusur verendir.Ateist fabrika hatası der.Kusurlu doğarız.ya bedenimizde engel var ya ruhumuz da"Kusursuz tek O"
Fakirlik ceza mı.dünya yasalrına göre evet.Fakirlik kusur.ahiret yasalarına göre sabra şükre tevbeye saygısızlık kusur"el-Hakim O"
Fanilik de kusurdur...hz İsanın da bedeni faniydi...yani oğul değildi...Allahın zatı Baki çünkü...ama ruh yönüyle"oğul gibiydi"de yai mükemeliğe en yakınlardandı ...de yani imamdı...de hz Peygamberimizdir peygmberlerin serveri miraç bunun delili.İmam oldu peygamberlre miaçda çünkü...
﴾24/23﴿ İmanlı, saf ve namuslu kadınlara iftira atanlar dünyada ve âhirette lânetlenmişlerdir, onlara büyük bir ceza vardır. ﴾ 24﴿ O ceza gününde dilleri, elleri ve ayakları, yapıp ettikleri hususlarda aleyhlerine tanıklık edecektir.
Allah yarattığına kusur verendir...
Kusru hikmet sebeblidir...zekat farzdır zengine...Fakirlik Allahtandır...zengin anadan babadan doğan mirasla zengin olur...bu Latifliğinin tecellisidir...hikmet gereğidir kusur vermesi...Fakire zekat ver der...zengini zekat vermezse cehenneme atar...Zekatın fakire faydası var ama zenginin cehenneme atılmasının yok...diğer zenginlere kötü örnek olunmaz ve yine fakirler bu cehennemle cezalanıştan yararlanır...Fakirlerin yararıdır amaçlanan...Kususrluların elinden tutmayanı cezalandırması da bu kötü ahlakın yok edilmesi amaçlı olduğundan Faydalıdır...Faydası ne bana deme sana değil ama senin gibilere faydalı ya yetmez mi ey fakir sana kusur verdi ama zekatı farz kıldı zengine yani seni düşündü sana zekat vermeyeni ceheneme attı ve bir başka fakiri düşündü...Faydası ne bana deme...fakir yaratmazdı seni sen MERKEZ görme kibirlnme çok...sen kibirlen diye mi sana zekat vermeyeni cehenneme atsın...Kibirlenmek sadece Allahın Hakkıdır.Kibirlekendini hatırlatır.sen bir vasıtasın anacak .Kirini göstermesi için.. Razı ol kulluğa denilir sana ancak...Ululanmayacaksın..
﴾Nisa/75﴿ Size ne oldu da Allah yolunda ve “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?
﴾76﴿ İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise bâtıl dava uğrunda savaşırlar. Şu halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphe yok ki şeytanın planı (tuzağı) daima zayıftır.
Tefsiri:
Müslümanlar Medine’ye hicret ettikten sonra da Mekke müşrikleri onların peşini bırakmamış, bazan başka kabileler ve Medineli bir kısım yahudilerle iş birliği yaparak Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarını yapmış, yeni dinin sâliklerini hicret yurtlarında yok etmek istemişlerdi. Ancak bu amaçlarına ulaşamadılar ve hicrî 6. yılda Hudeybiye Antlaşması’nı yapmaya mecbur kaldılar. Bu antlaşmanın bir maddesine göre bundan sonra müslüman olup Mekke’den kaçanlar iade edilecekti. Böylece hicret imkânı bulamayan müslümanlarla bu madde gereği iade edilen müslümanlar, bunların eşleri ve çocukları Mekke’de kaldılar, müşriklerin çeşitli zulüm ve baskıları altında yaşamaya devam ettiler. Bu müminler, işkence ve baskı dayanılamaz hale geldikçe Allah’a yalvarıyor ve bir kurtarıcı göndermesini istiyorlardı. Âyetler bunların dua ve niyazlarına bir cevap olmakla beraber anılan tarihî ilişkiyi aşan boyutları da vardır; çünkü savaş nerede ise insanlıkla yaşıttır. İdam cezasını kaldırarak suçsuz, günahsız insanların hayat hakkını korumak nasıl mümkün olmazsa savaşı kaldırarak, yok ederek, hesap dışı tutarak barışı ve uluslararası ilişkilerde adaleti sağlamak da öyle mümkün değildir. Yapılması gereken, savaşın hukukî ve ahlâkî amaçlarını belirlemek ve onu bu amaçtan saptırmamaktır. Savaşla ilgili âyetlere bakıldığında İslâm’ın, ancak zulmü, din yüzünden baskıyı ve haksız saldırıyı ortadan kaldırmak için buna izin verdiği görülmektedir. Bu âyetlerden burada gördüğümüz ikisi, savaşın iki önemli amacını ortaya koymaktadır: a) Allah rızâsını elde etmek, b) Zulmü engelleyip adaleti sağlamak. “Allah rızâsı” da fayda bakımından kullara dönmektedir. Allah Teâlâ’nın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmadığından, O’nun rızâsı için savaşmak, kullarının yararı, din ve vicdan hürriyetinin temini için savaşmaktır. Allah mutlak âdil olduğu ve zerre kadar zulme razı olmadığından “Allah rızâsı için savaşmak” adalet, hukuk ve hakkaniyet uğrunda savaşmaktır. Allah’a ve hak dine inanmayanların da bir tanrıları, baş eğdikleri, itaat ettikleri –maddî, mânevî– bir önderleri olacaktır. Bu önderler Kur’an’a göre tâguttur, şeytanlardır. Bunlara tâbi olanların savaş amaçları ise hukuk ve adaletin gerçekleşmesi değil, egoizmin tatminidir, zulüm, baskı ve sömürüdür.Kaynak: Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 95-96
Allahın dini belli Rabçılık belli...ehven-i şer değilse ayetleri nesh edemezsin...veya ayetlere sınırlama getiremezsin..miras ayetine sınırlama şrt çünkü hz Cabir için indi...genel için inmedi..faiz ayetleri de o günün faizi içinindi genel faiz algılarından faydalı olanı kapsamaz...Ülkene hastane yap al faiz ...ayete sınırlama koy...veya ehven-i şer fetvası ver...Osmanlı alimleri Rusyayla savaş için faizin alınmasını ehven-i şer saydı işte sende hastane yapmak veya savunma sanayi için hven-i şer say veya düşük faizi personeli için ücrettir say bankanın...ayetin indiği faize haram de ama genelleme yapmaya hakkın yok...ayetler esba-ı nüzullerindekilerle kapsamlıdır genelleme yapma...ey müfessir.ey FAKİH...
(Mücadele/5﴿ Allah’a ve resulüne karşı gelenler, daha öncekilerin aşağılandığı gibi aşağılanacaklardır. Halbuki biz apaçık âyetler indirmiştik. Ve kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır.
﴾6﴿ O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yapıp ettiklerini kendilerine haber verecektir. Allah bunları bir bir saymış, onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye tanıktır.
Tefsir
“Allah’a ve resulüne karşı gelenler” ifadesi bu tavır içinde bulunan herkesi kapsamakla beraber, burada Hz. Peygamber’in mesajını rahat bir şekilde tebliğ etmesini engellemeye ve onu çarpıtmaya çalışan, peygambere ve müslümanlara karşı komplolar hazırlayan münafıklara (veya 8. âyetin tefsirinde açıklanacağı üzere hem münafıklara hem de iş birliği yaptıkları yahudilere) yöneltilmiş özel bir uyarı bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim sûrenin bundan sonraki âyetlerinde ağırlıklı olarak bu konu üzerinde durulacaktır.Kaynak: Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 266
Zekat vermeyen zengin Allaha karşı gelmiştir Allahla ve rasulüyle savaştadır...asidir teröristtir...
Allah yarattığına kusur verendir...
Allah kader sınır koyandır.sınırsı kusursuz tek olur...İlah tek olur der mantık...matematik.bilim teknik...hikmet...
Malik tek...
Malikin sınırlamaya hakkı var yarattıklarını kul araç çünkü yaratılanlar...kibirlenmesin yaratılan...
﴾Nisa/27﴿ Allah sizin tövbenizi kabul etmek ister; nefsânî arzularına uyanlar ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.
Tefsir
İnsan iki etki arasında kulluk mücadelesi vermektedir. Müsbet etki Allah Teâlâ’dan, meleklerinden ve iyi ahlâklı müminlerin oluşturduğu eğitim çevresinden gelmektedir. Bu müsbet etkinin hedefi kulun günaha girmemesi, girdiği takdirde hemen pişman olup tövbe etmesi, Allah’ın affına ve rızâsına mazhar olması, buna vesile olacak bir hayat sürmesidir. Olumsuz etki ise nefisten, şeytandan ve kötü insanların oluşturduğu olumsuz eğitim çevresinden gelmektedir. Bunun da hedefi kulu Allah yolundan iyice uzaklaştırmak, iyilik ve fazilet yerine günah, azgınlık ve taşkınlıkta yarışmasını sağlamaktır.Kaynak: Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 49
Zinaların zararı faizlerin zararı"A-Z"ye dercelenir.haramlıklığı da...eşit değiller farklılar çünkü.ehven-i şer say bazı faizi...
Yaratıklarına kusur verme hakkına sahibtir...darlık-bolluk verme kader koyma hakkına da sahibtir Allah...Allah kendi kendini sınırladı...onu başkası sınırlamadı...İlah olamaz kendini sınırlamayan.başkasınca sınırlanan çünkü...mantık matematik bunu söylemektedir...
﴾Enam/17﴿ Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa onu kendisinden başka giderecek yoktur; ve eğer sana bir hayır verirse bilesin ki O her şeye kādirdir.
﴾18﴿ O, kullarının üstünde tam bir tasarrufa sahiptir. O hakîmdir, her şeyden haberdardır.
Tefsir
Hayır ve şerrin Allah’tan olduğu şeklindeki Ehl-i sünnet itikadını destekleyen bu âyetlere göre hastalık, yoksulluk gibi insanlara elem veren ve istenmeyen durumlar da sağlık ve zenginlik gibi arzu edilen durumlar da Allah’ın kudreti dahilinde olup Allah bir kimseye bunlardan birini veya ötekini takdir ederse bunu önleyecek, takdire karşı koyabilecek hiçbir güç yoktur. Allah’tan gelebilecek zararı da faydayı da ancak dilerse yine kendisi önler. İnsanlar ne dilerse dilesin, sonunda yine O’nun dilediği olur. O’nun her şeye gücü yeter ve O kulları üzerinde tam bir hâkimiyete, karşı konulamaz bir kudrete sahiptir. Ayrıca O, tam bir hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olduğu için kimlerin fayda veya zarara müstahak olduğunu bilir; herkesin her halinden haberi olur ve hakîm olmasının bir sonucu olarak herkese, haline münasip ne ise onu verir, dolayısıyla hiç kimseye haksızlık etmez.Kaynak: Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 384-385
BizOlmak farz...Allah ve kulu biz olunca Kusurlu yaratılan bu varlık rahatlar mutlu olur...Zekat ver fakirler rahatlasın anadan-babadan fakir olanın senin gibi ticarette büyüme imkanı yok...sen denizi yuttun o seyretti seni öldürebilirdi yeter diye bilirdi SABRETTİ...hakkıdır Zekat...tevbesini bozmadı...sende zekat ver şükre tevbeye saygını göster ve hem dünyayı cennetleştir hem de cenneti kazan...diyor işte şu ayet...
Hadid/10: Size ne oluyor ki servet ve imkânlarınızı Allah yolunda harcamıyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. İçinizden fetihten önce harcayıp savaşan kimse ile böyle yapmayan eşit değildir. Onların derecesi, fetihten sonra harcayıp savaşanlardan daha üstündür. Bununla beraber Allah, hepsine de cenneti va‘detmiştir. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
11: Kim Allah’a güzel bir borç verecek olursa, Allah onu, veren için kat kat artırır. Ayrıca onun için bol, pek değerli ve hiç eksilmeyecek bir mükâfat vardır.
TEFSİR:
Kul, sahip olduğu malların gerçekte kendinin değil bunların tamamen Allah’a ait olduğunu ve kendisinin sadece bir emanetçi, veznedâr mevkiinde bulunduğunu bilmelidir. Bunu tam olarak anladığında malı Allah yolunda harcaması kolaylaşacaktır. Çünkü “benim malım, benim mülküm” dediği ve kendini malın gerçek sahibi vehmettiği sürece onu vermek zor gelir. Şunu da dikkatten uzak tutmamak gerekir ki, Allah yolunda infak, cihad ve savaş her zaman aynı değerde değildir. Öyle zaman, zemin ve şartlar var ki burada gösterilen fedakârlık başka zamanlardakine nispetle belki mukayese kabul etmez bir kıymet kazanabilir. Bu sebepledir ki âyet-i kerîmede fetihten önce yapılan infak ve savaş, fetihten sonra yapılandan net çizgilerle ayrılmış; fetihten önce yapılanın diğerinde derecelerce üstün olduğu vurgulanmıştır.
Bir defasında Resûlullah (s.a.s.):
“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçti” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm:
“–Ey Allah’ın Resûlü, bu nasıl olur?” diye sordular. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şu cevabı verdi:
“–Bir adamın iki dirhemi vardır, bunlardan birini sadaka olarak verir. Diğerinin ise çok malı vardır, malının kenarından yüz bin dirhem alır ve sadaka olarak dağıtır. İşte elindekinin yarısını veren, ötekini geçmiş olur.” (Nesâî, Zekât, 49/2526)
Yapılan harcamaların ve verilen sadakaların zaman ve zemine göre önem kazandığını göstermesi açısından Peygamberimiz (s.a.s.)’in şu hadis-i şerifi çok dikkat çekicidir:
“Ashâbıma sövmeyin. Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, biriniz Allah rızâsı için Uhud dağı kadar altın verse, onlardan birinin verdiği iki avuç, hatta yarım avuç sadakasına yetişmez.” (Buhârî, Fazâilü ashâbi’n-nebî 5; Müslim, Fazailü’s-sahâbe 221, 222)
Âyette bahsedilen “fetih”ten maksat, Mekke’nin fethi veya Hudeybiye musâlahası olabilir. Ancak âyetin hükmü umûmî olup, kıyamete kadar aynı şartların gerçekleştiği tüm zamanlar ve mekanlar için geçerlidir. İnsanlık ve iman ile küfür arasındaki mücâdele devam ettiği müddetçe, aynen Hudeybiye ve Mekke’nin fethi öncesi gibi İslâm’ın hem zor zamanları, hem de Mekke’nin fethi sonrası gibi İslâm’ın rahat zamanları olacaktır. Âyetin hitabı bunlar için de geçerli olup zor zamanlarda infak ve cihad edenler diğerlerinden daha fazla sevap ve üstün dereceler elde edeceklerdir. Çünkü Rabbimiz, İslâm yolunda yapılan harcamaları kendisine verilmiş karz-ı hasen: güzel bir borç gibi kabul buyurmakta; onu on kattan yedi yüz katına katlayacağını, hatta daha fazlasını vereceğini (bk. En‘âm 6/160; Bakara 2/261), yine o borç sahiplerine çok değerli, şerefli, ebedi bir mükâfat ihsan edeceğini müjdelemektedir.
Abdullah b. Mesud’un rivayet ettiğine göre Ensar’dan Ebu Dehdah, 11. âyet nâzil olduğunda Resûlullah’a:
“- Ya Resûlallah! Allah bizden borç mu istiyor?” diye sordu. Resûlullah:
“- Evet, ya Ebu Dehdah, Allah borç istiyor” diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebu Dehdah Peygamberimiz (s.a.s.)’den elini uzatmasını istedi ve elini tutarak:
“- Ben bağımı Allah’a güzel bir borç olarak veriyorum” dedi. İbn Mesud, Ebu Dehdah’ın bağında 600 hurma ağacı olduğunu ve bağı içindeki evde ailesiyle birlikte oturduğunu söyler. Bu hadiseden sonra Ebu Dehdah evine gelir ve hanımına:
“- Ey Dehdah’ın annesi! Bu bağı ve evi boşaltacağız. Çünkü ben bu bağı Allah’a borç verdim” der. Hanımı da ona:
“- Ey Ebu Dehdah, çok kârlı bir alış veriş yaptın” diye cevap verir. Daha sonra da eşyalarını ve çocuklarını alarak bağdaki evi boşaltırlar. (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân, IV, 307)
Efendimiz (s.a.s.) şöyle haber verir:
“İnsanlara borç para veren bir adam vardı. O, hizmetçisine şöyle derdi:
«–Darda kalmış bir fakire vardığında onu affediver; umulur ki Allah da bizim günahlarımızı affeder.»
Nihâyet o kişi Allah’a kavuştu ve Allah Teâlâ onu affetti.” (Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Müsâkât 31)
Verilen borcun “karz-ı hasen” olması için şu on vasfı taşıması gerekir:
Sarf edilecek mal, helâl maldan olmalıdır. Çünkü Allah Teâlâ temizdir, temiz olmayanı sevmez.
Kişinin sahip olduğu malın en iyisinden olmalıdır.
Karz-ı hasen sahibi sıhhatli, yaşama ümidi besleyen, fakirlik korkusu içinde tutumlu hareket eden birisi olmalıdır.
Malı, en muhtaç ve en uygun olana vermelidir.
Verdiği malı, gizlemeli, açığa vurmamalıdır.
Arkasından başa kakmamalı, eziyet etmemelidir.
Maksadı, sırf Allah rızâsı olmalıdır.
Verdiği çok olsa da az ve ehemmiyetsiz görmelidir.
En sevdiği malından vermelidir.
Malı, fakire evine götürerek vermek suretiyle onu en fazla memnun edecek yöntemi seçmelidir.
Çünkü âhiret hayatında sonsuz nimetlere erebilmenin yolu canı, malı ve bütün imkânları Allah’ın istediği doğrultuda kullanmaktan geçmektedir:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri