2
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
268
Okunma
Gece on bire yaklaşırken evin içinde huzurlu bir telaş vardı. Salonun ışıkları loştu ama içeriye yayılan sıcaklık her şeyi yumuşatıyordu. Perdelerin ardında kış gecesi sessizce akıp giderken, içeride ince belli bardaklardan yükselen çay buharı havaya karışıyor, sohbetin tatlı uğultusuna eşlik ediyordu. Annem kanepenin köşesine yerleşmişti. gözleri arada bir dalıyor, sonra yeniden gülümseyerek konuşmalara katılıyordu. Annem lenfomaya yakalanmıştı, tedavi, ağırdı. Ablam yüksek sesle bir şey anlattığında kahkahası masanın üzerindeki tabaklara çarpıp odanın içinde yankılanıyordu. Güzel kahkaha atardı. Kahkahası insanın içine işler, neşesini herkese bulaştırırdı.
Yeğenim yeni evlenmişti. Adet olduğu üzere eşiyle birlikte büyüklere ziyarete gelmişlerdi. Yeni gelinimiz ilk andan itibaren rahatlamış görünüyordu, sohbetin sıcaklığına hemen ayak uydurmuştu. Daha kapıyı açar açmaz takılmıştım ona:
“Çıkarma ayakkabılarını, heyecandan zaten hemen kaçacaksın,” demiştim.
“Off dayı,” diye gülmüştü, “kolay kolay kaçmam ben öyle.”
Ben de gülerek karşılık vermiştim: “Heyecan iyidir, kaybetme.”
Masanın üstünde tabağa bırakılan kaşıkların sesiyle çayın kokusu birbirine karışıyor, evin içinde yumuşak bir neşe dolaşıyordu. “Keşke hayat hep böyle aksa,” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Arada odama çekilip şarabımdan bir fırt almayı da ihmal etmiyordum. Yine o kısa seferlerden birinden salona dönmüştüm ki annemin telefonu çaldı. Açtı ve birden zangır zangır titremeye başladı.
“Öldü mü… Kim, kim öldürdü… Turgut mu?” diye kekeliyordu.
Neredeyse kalp krizi geçirmek üzereydi. Ablamın elinden çay bardağı kayıp yere düştü. Gözlerim bir ona, bir anneme gidip geliyordu. Hemen yarı uzanmış haldeki annemin elindeki telefona uzandım.
“Anneciğim, sakin ol… Bir şey yok. Hatice değil mi? Telefonu bana ver, ben konuşayım.”
Hatice Turgut’un eşiydi. Kalbi temizdi ama aklı çocuk gibiydi. Tıpkı çocuklar gibi kötü bir olay karşısında telaşlanır, ortalığı ayağa kaldırırdı. Ağlaya ağlaya tekrar ediyordu.
“Dövdüler abi, Turgut’u da Mehmet Ali’yi de. Otuz kişi toplandı. Dövdüler abi, dövdüler abi, dövdüler abi.”
Birden yüzüne tokat atar gibi bağırdım.
“Sus, ağlama. Neredeler şimdi.”
Hatice’nin iki çocuğu daha vardı. Onlar küçüktü. Bucak’ta yalnızdılar. Başlarında tek o vardı. Bağırmak zorundaydım.
“Tamam abi.”
“Şimdi neredeler.” diye sorumu tekrarladım.
“Hastanedeler.”
“Antalya’ya mı götürdüler.”
“Yok. Bucak Devlet Hastanesi’ndeler.”
İçimden şükrettim. Ölmemişlerdi. Antalya’ya gönderseler durum daha kritikti.
“Tamam, geliyoruz şimdi. Kapıları kilitleyin. Polis geldi mi.”
“Apartmanın önündeler. Ama ben burada duramam abi. Mehmet Ali’yi görmem gerek.”
Haklıydı. Çocuğunu görmesi gerekiyordu.
“Polise telefonu götürebilir misin. Tehlike varsa evden çıkma.”
“Yok abi, polis herkesi topladı. Götürürüm.”
Telefonu görevli memura verdi.
“İyi geceler memur bey. Kolay gelsin. Ben Turgut’un abisiyim. Ölen var mı?"
"Yok beyefendi, ucuz kurtulmuşlar."
İçimde tuttuğum soluğu bıraktım.
"Eşi oğlunu görmek istiyor. Hastaneye götürebilir misiniz?”
Memurun sesi kararsızdı.
“Beyefendi tehlikeli. Tüm Seydiköy hastane önüne toplanmış. Zor tutuyoruz.”
Bir an duraksadım. Seydiköy’ün belalı bir yer olduğunu sesinden anlamıştım. Tehlike gerçekten büyüktü. Ama anneydi. Tutamazdım.
“Memur bey, bu anne çocuğunu sağ salim göremezse ömründen ömür gider. Hayatı cehennem olur. Önlem almışsınızdır. Lütfen yardımcı olun.”
Polis tereddüt etti.
“Amirime sormam gerek.”
“Lütfen. Çok teşekkür ederim.”
Hatice telefonu geri alınca sesi titriyordu.
“Abim, sakin olacaksın. Şimdi sana ihtiyacım var. Emirhan ve Fatih’i de yanına al. Polislerle beraber hastaneye gidin. Ama sakın, polisten habersiz bir iş yapma. Dışarıya sigara içmeye çıkma. Çocukları yanından salma. Tamam mı abiciğim. Biz bir saate kalmaz geliriz.”
“Tamam abi.”
Telefon kapanınca annemin elini sımsıkı tuttuğumu fark ettim. Her çocuk gibi korkunca ilk anneme koşardım. “Anne ben düştüm.” der gibi. Elimi gevşettim. Avuçlarımız sırılsıklamdı. Anneme baktım. Gözleri yalvarıyordu.
“İyiler anne, sadece biraz dayak yemişler.” diyebildim.
Ablam, yeğenim ve yeğenimin eşi öylece bana bakıyordu. Ablam’a döndüm.
“Eniştemi ara, bizi Bucak’a götürsün.” dedim.
Yeğenim Mustafa dellenmişti. Gençti ve kanı alevlenmişti.
“Gösteririm onları ben, gösteririm.” diyerek devasa bedeniyle salonda turlamaya başladı.
Birden bağırdım.
“Olayı bilmiyoruz, otur oturduğun yerde. Kimse kahramanlık yapmayacak. Her şey kanun ne diyorsa ona göre işleyecek.”
Sözümü dinlerdi ve karısının yanına oturdu. Ablam kocasını ararken ben de Turgut ile Mehmet Ali’ye ulaşmaya çalıştım. Ya kavgada telefonları düşmüştü ya da açamayacak haldeydiler. Korku yeniden bacayı sardı.
Annem ağlamaktan bitap düşmüştü.
“Anneciğim, bak Bucak Devlet Hastanesi’ndeler. Kötü bir şey olsa hemen sevk ederlerdi. İyiler, merak etme.” dedim.
"Hatice öldürmüşler dedi, öldürmüşler kuzumu." diye inledi.
“Onu telaştan söylemiştir.” dedim. “İyiler, polis söyledi, ben sana yalan söylemem.” Rahatladı biraz. Bana sarıldı.
“İyi ki başımızda sen varsın,” dedi. Başınızda birinin olmasına gerek yok diyecektim. Yeri değildi, sustum. Ama soluklanmalıydım. Şarap odama geçtim.
Geçer geçmez birden tüm göz kaslarım boşaldı. Kendimi tutamadım. Ölmüşler diye çok korkmuştum. Sümüğümü çeke çeke kendimi yatıştırdım. Şarap şişesi gözüme takıldı, şimdi tadı olmaz diye sigaramı söndürdüm. Yüzümü temizleyip odaya döndüm.
Eniştem gelmişti. Mustafa’nın eşi korkudan ölecek gibiydi, eli yüzü kireç gibi soluktu.
“Dayday bir şey yok. Şimdi ya eve gideceksin ya burada kalacaksın. Kapıyı kilitle, yat,” dedim. “Mustafa seni arar olup bitenden haber verir. Tamam mı dayıcığım. Korkmazsın değil mi. Yalnız kalmak istemiyorsan amca oğulları eşlik eder sana.”
“Yok dayı, korkmam. Bir şey olmaz,” dedi genç kadın titreyerek.
“Tamam dayday,” ona güvendim.
Annem bizden önce hazırlanmıştı. Çantası, kazağı, çorabı üstündeydi. İçimden “Gerçekten mi Cemşit. Bu kış gecesi onu da götürecek misin?” diye geçirdim. Tıpkı hatice! Bana bakarak:
“Turgut’un sesini duymazsam uyuyamam ben,” diyordu. Ablam itiraz ediyordu, “Anne hastasın, hayır olmaz,” diyordu.
“Abla bırak gelsin. Çocuğu görsün, doğru söylüyor uyuyamaz,” diye araya girdim. “Görmezse daha çok hasta olur,” diye de ekledim.
Yolda tüm olasılıkları düşündüm. Sonunda bu grubun içinde aklı evvel birileri vardır, onlarla oturur bir barış yolu buluruz diye karar verdim. Arabanın içindeki sesler Bucak’a varıncaya kadar hiç eksilmedi. Eniştem arabayı sürerken uykusundan kaldırılmanın serzenişini yapıyordu. Bir yandan da oğulları Mustafa ile Arda’yı düşünüyordu. “Nasıl tutacağız şimdi bunları. Nasıl tutacağız?” diye ablama çıkışıyordu. Mustafa ile Arda arkadaşlarını toplamış, arkadan başka bir arabayla geliyordu.
Dayanamadım. “Enişte ben tutarım onları. Sen yola odaklan. Olan olmuş, Turgut sizin başınıza bir iş gelse koşa koşa gelmez miydi?” diye sordum. Sesi kesti.
Hastanenin önündeki kalabalık önce beni ürkütmedi desem yalan olur. Bir sürü sinirli insan vardı, küfürler havada uçuşuyordu. Acil girişi polis ve jandarmayla kaynıyordu. Annemin elini tuttum. Ablam da annemin elini tuttu. Eniştem korkudan arabadan inemedi.
“Bizi tanımıyorlar. Sessizce acilden giriş yapacağız. Konuşmayın,” diye fısıldadım. Ablam “Telefonu unuttum,” deyip döndü. “Tamam, tek gelme ben alırım,” dedim.
İşte o “konuşmayın” uyarısını ben unuttum. Kapıdan girdik, etrafta polis ve jandarma gırla. Kendimi güvende hissettim. Bir polis memuruna Turgut’u sormak için ilerledim. Memur bir başka görevliye “Komiserim, kalabalık durmuyor. Ne yapacağız?” diye sordu. “Anons geçin, ekip göndersinler,” yanıtı geldi.
Komiserin omzuna dürttüm. “Turgut’un abisiyim. Turgut nerede?” diye sordum. Sormamla kendimi yerde buldum. Sağ taraftan burnuma yakın bir yerden sağlam bir yumruk yemiştim. Yere düşerken aklımda annem vardı. Hemen ayağa fırladım. Bir yandan bana kim vurdu diye bakınıyordum. Bir yumruk daha geldi. Bu sefer sol taraftan. Şaka gibiydi. Çok dayak yediğim için böyle şeyleri aldırmazdım. Gülümseyip tekrar ayağa fırladım. Tam küfredecekken polislerin birini kucaklayıp dışarı çıkardığını gördüm. Bana yumruk atan şahıs, öfkem geçti.
Sakin kalmalıydım. Yeğenim ve kardeşim daha önemliydi. Bunları düşünürken bir yumruk daha yedimi. Vuranı kız sandım, yumruğu cılız bir sinek gibiydi. Baktım, yetmişlerine dayanmış bir dayı. Yumruğum hazırdı ama vuramadım. “Sen ne vuruyorsun be dayı. Ben sana ne yaptım!” diye bağırdım. Dayı korkudan titredi. Aldırmadım. Tüm görevliler acil kapısına dayanmış, kalabalığı tutmaya çalışıyordu. Öfke içerideki sesler yüzünden tekrar kabarmıştı.
Annem nerede diye sordum kendi kendime. Polisler onu kurtarmış, koruma altına almıştı. Hemen yanına gidip elinden tuttum ve kalabalıktan uzağa çektim. Yolda ne dedi biliyor musunuz. “Sana vuranı yumruk atmaya çalıştım Cemşit. Polisler kucakladı beni. Ocakları kurusun, sana vuran elleri kırılsın inşallah.”
Ne korkusuz kadındı. Kemoterapi alalı daha birkaç gün olmuştu. O haliyle beni kurtarmaya çalışmış. Gözümden birkaç damla yaş aktı. Belli etmedim.
Dipnot:
O gece kardeşimi ve ailesini Bucak’tan çıkardım. İyiler. Karşı taraf haksızdı. Apartmanın neredeyse tamamı akrabaymış, bir tek bizim çocuklar yabancı. Evi kiraya veren ise bunlarla husumetli. kabak Turgutgillere patladı.
Mehmet Ali, evin önünde arkadaşlarıyla motor tamiri ediyormuş. Birinci kattaki adam balkondan çıkışmış.
“Ne yapıyorsunuz orada? Defolup gidin!”
Mehmet Ali efendi çocuktur, kavgayla, gürültüyle işi olmaz, emmisi gibi değil.
“Abi, burası bizim de evimiz. Motor bozuldu, tamir ediyoruz, birazdan gideceğiz,” demiş.
Ama adamın kafası dumanlı. Aşağı inmiş, çocuğu iteklemiş. Mehmet Ali, “Abi yapma,” diye yalvarsa da dinlememiş. Bir de anasına, yani Hatice’ye küfretmiş. Delikanlı bu! Yere yatırıp iki tokat patlatmış.
Adamın karısı hemen telefona sarılmış, eşe dosta haber salmış. Tesadüf bu ya, o akşam Seydiköy’de düğün varmış; kalabalık toplanıp gelmiş. On araba dolusu adam yığılmış apartmanın önüne. Adamı dövdün, git değil mi oradan, gitmemiş. Genç işte.
O sırada Turgut evde uyuyormuş. Gürültüye çocukları uyandırmış, aşağıya koşmuş. Bir bakmış, Mehmet Ali’yi yere sermişler, tekmeliyorlar. Bir kaçını yere sermiş. Ama it sürüsü gibi. Yere düşeceğini anlayınca güç bela yerde yatan oğlunun üstüne kapanmış. Bütün yumruklar, tekmeler bu defa ona yönelmiş. Arkadaşlarına pek bir şey etmemişler, üç dört kişi yan tarlada hafifçe dövmüşler sadece.
Allah’tan tam o anda bir ekip arabası geçmiş oradan. Polisin dediği gibi, ucuz kurtulmuşlar. Annem ise iyi. Hâlâ korkusuz. Arada “Ölürsem ölürüm,” diyor. Üzülüyorum, ama biliyorum ki bunu demesi gerekiyor. Ben de derdim herhâlde, başka ne diyebilir ki insan…
5.0
100% (1)