0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
107
Okunma
Hüseyin ertesi sabah hâlâ titriyordu.
Geceyi hatırladıkça ciğerleri sıkışıyor, ayakları otomatik olarak mezarlığın taşlı yollarına gidiyordu.
Mezarlığın bir köşesinde, o gencin mezarı başında bir zarf dikkatini çekti.
Toprak üstünde taze gömülmüş bir mektup, kimseler görmemiş gibiydi.
Zarfı eline aldığında parmakları titredi.
Üzerinde siyah mürekkep ile yazılmıştı:
Beni buraya gömmeyin. Hala nefes alıyorum. Yardım edin
Kalbi bir kez daha hızlandı.
Bu sadece bir şaka olamazdı, öyle bir şey olamazdı.
Mektup gençten geliyordu ve gece duyduğu sesle aynı kararlı ve çaresiz tınıyı taşıyordu.
Hüseyin derin bir nefes aldı ve mezarın kenarındaki toprağı hafifçe kazmaya başladı.
Her kürek darbesinde kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu.
Toprak sertti ama bir şekilde altındaki tabuta ulaştı.
Tabutun kapağı titreyerek açılınca içinden fısıldayan ses geldi:
Beni duyuyorsun değil mi? Lütfen, yardım et.
Hüseyin, korku ve merakın karışımıyla geri çekildi.
Elini tabuta uzattı, ancak bir anda toprağın altından hafif bir sarsıntı oldu.
Tabutun kapağı kendi kendine açıldı ve içinden çıkan fısıltılar mezarlığın sessizliğini paramparça etti.
Bu ses, sadece genç öğrencinin sesi değildi; sanki mezarlığın tüm sırları, gömülü acıları ve unutulmuş çığlıkları o anla birlikte kendini gösteriyordu.
Hüseyin’in gözleri doldu, yüreği kabardı ama bir adım geri atamadı.
Ve o an, gökyüzünde karanlık bulutlar hızla toplanmaya başladı.
Sanki gece, daha fazlasının geleceğini haber veriyordu.
İsmail Gökkuş
Devam Edecek