0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
128
Okunma
Gece şehrin üstüne ağır bir örtü gibi inmişti. Sokaklar sessiz, rüzgâr serin, ay ışığı mezarlığın taşlarını solgun bir kefen gibi parlatıyordu. Her şey olağan görünüyordu ama o gece sessizlik farklıydı
Toprağın altından boğuk bir ses yükseldi. Önce zayıf sonra daha net
Beni duyuyor musunuz
Rüzgâr sandılar ama kalpler hızlandı. Ses yeniden geldi, daha yakıcı, daha çaresiz.
Buradayım, kurtarın beni
Mezarlık bekçisi Hüseyin kulübesinden fırladı. Elinde fenerle titreyerek sesin geldiği yöne yürüdü. Adımları taşların arasında yankılanıyordu, yüreği kaburgalarını parçalayacak gibiydi
Sesin kaynağı belliydi. Birkaç gün önce defnedilen genç bir öğrencinin mezarı. Yirmili yaşlarında siyah saçlı bir delikanlı. Ani kalp krizi dediler, hayatı yarım kaldı dediler. Arkadaşlarının gözyaşları hâlâ taşların arasında kurumamıştı
Ama şimdi, o gencin sesi tabutun içinden yükseliyordu.
Hüseyin’in dizlerinin bağı çözüldü. Kaçmak istedi ama yapamadı. Toprak sanki nefes alıyordu
Yaşıyorum, ne olur bırakmayın beni.
Gökyüzünü bir şimşek yardı. Mezarlık bir anlığına gündüze döndü taşların gölgeleri devleşti, ağaçlar Hüseyin’in üzerine eğildi. Sonra karanlık geri geldi fener elinden düşüp titreyerek mezarı aydınlattı
Artık sadece Hüseyin değil, mezarlıktan geçen herkes o sesi duyuyordu. Bir kadın korkuyla dua mırıldandı bir kedi sıçrayıp kaçtı ama ses susmadı
Ve o gece insanların zihninde tek bir soru yankılandı
Toprak gerçekten ölülere mi aitti, yoksa hâlâ nefes alanlara mı
İsmail Gökkuş
Devam Edecek