0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
201
Okunma
Dünyada Adaletin Sınırları ve Mutlak Adaletin Zarureti
Yazar: Murat Kerem
Adalet Arayışının Kadim Yolculuğu
Adalet, insanlığın en kadim ve vazgeçilmez arayışlarından biridir. Tarihin başlangıcından bugüne kadar hukuk düzenleri, eğitim sistemleri ve ahlak öğretileri adaleti tesis etmeyi hedeflemiş; devletler de varlıklarını “Adalet mülkün temelidir” ilkesiyle meşrulaştırmaya çalışmıştır.
Ne var ki tarihe bakıldığında, mutlak adaletin hiçbir zaman tam olarak sağlanamadığı görülür. Roma İmparatorluğu’ndaki kölelik düzeni milyonlarca insanı onursuz bir hayata mahkûm etmiş; Ortaçağ’daki Engizisyon mahkemeleri din adına masumları ateşe atmıştır. Yakın tarihte Nazi toplama kamplarında milyonlar yok edilmiş, Güney Afrika’daki apartheid rejimi insan onurunu çiğnemiştir. Bugün bile modern hukuk sistemlerinde masumların cezalandırıldığı, güçlülerin ise cezasız bırakıldığı vakidir.
İmam Gazâlî bu hakikati şu ifadeyle özetler:
“İnsan nefsinin arzuları çoğu zaman adaletin terazisini bozar.” (İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn,)
Günümüzden Acı Örnekler
Tarihî tecrübelerin günümüzde de değişmediğini görmek üzücüdür. Ortadoğu’da yaşanan savaşlarda binlerce masum sivil ve çocuk hayatını kaybederken, failler çoğu kez cezasız kalmaktadır. Yolsuzluk davalarında milyonlarca doları zimmetine geçiren siyasetçilerin, güçlü bağlantıları sayesinde adaletten kaçabildikleri görülmektedir.
Küçük suçlarda sıradan vatandaş ağır cezalara çarptırılırken, büyük suçların cezasız kalması vicdanları derinden yaralamaktadır. Uluslararası düzeyde güçlü ülkelerin, zayıf ülkelerin kaynaklarını sömürmeye devam etmesi de küresel ölçekte adaletin hâlâ eksik olduğunu göstermektedir.
Vicdanın Çağrısı
İşte bu sınırlılık, insan vicdanını daha yüksek bir mahkemeye yöneltir. Çünkü vicdan, iyiliğin karşılıksız kalmamasını, kötülüğün ise cezasız bırakılmamasını zaruri bir ihtiyaç olarak hisseder. Oysa dünya düzeni bu talebi karşılamaktan uzaktır.
Bediüzzaman Said Nursî, 10. Söz (Haşir Risalesi)’nde bu durumu şu çarpıcı teşbihle dile getirir:
“Bir çiçeğin hatırı için koca baharı halk eden kudret, mazlumların hakkı için haşri yaratmaz mı?”
Kur’ân ve Hadislerde Adalet
Dünya, adaletin sınandığı bir imtihan sahnesidir; fakat nihai mahkeme ve kesin hesap ancak ahirette kurulacaktır. Kur’ân bu gerçeği şöyle bildirir:
“Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız; hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmez.” (Enbiyâ, 47)
Hz. Peygamber (s.a.v.) de kıyamet gününü büyük bir mahkeme olarak tasvir eder:
• “Kıyamet gününde ilk görülecek dava, kan davalarıdır.” (Buhârî, Diyât, 9)
• “Kıyamet günü adalet terazileri kurulur; kimin lehine, kimin aleyhine ise ona göre hüküm verilir.” (Tirmizî, Kıyâme, 12)
Klasik ve Modern Âlimlerin Görüşleri
Bu hakikat yalnızca Kur’ân ve hadislerde değil, İslâm düşünürleri tarafından da dile getirilmiştir. İmam Rabbânî, Mektubat’ında şöyle der:
“Adalet Allah’ın isimlerindendir; kul, adaletle Hakk’a yaklaşır. Dünya mahkemeleri eksiktir; fakat ahiret mahkemesi tamdır.”
Benzer şekilde modern dönemde Fethullah Gülen, konuyu şu ifadelerle açıklamıştır:
“Adalet, kâinat kitabının satırlarında okunur. Zerreden kürreye her şey dengede dururken, insanın dengesizliği bu sistemi bozar. Mutlak adalet ancak öbür âlemde tamamlanır.” (Prizma)
Modern Felsefenin Adalet Arayışı
İslâmî düşünceyle birlikte modern felsefî teoriler de adalet meselesinde söz söylemiştir.
• Kant, adaleti insanın özgür iradesini “ahlak yasasına uygun” kullanmasıyla temellendirir. Bu yaklaşım bireysel sorumluluk açısından değerlidir; ancak ebedî hesap fikrine kapalıdır.
• Rawls, “cehalet perdesi” teorisiyle insanların kimliklerini, güçlerini ve toplumsal konumlarını bilmeden adalet kuralları belirlemeleri gerektiğini savunur. Teorisi eşitlikçi bir modeldir; fakat tarih boyunca güçlülerin menfaatleri çoğu kez bu perdeyi yırtmıştır.
• Habermas, “iletişimsel akıl” teorisiyle adaleti, özgür bireylerin karşılıklı rıza ile kuracağı mutabakata dayandırır. Ancak pratikte medya manipülasyonları, siyasi baskılar ve çıkar çatışmaları bu özgür iletişimi çoğu kez bozmaktadır. Bugün sosyal medya dezenformasyonu da toplumların ortak karar süreçlerini sık sık sakatlamaktadır.
Kant, Rawls ve Habermas gibi düşünürlerin yaklaşımları, insana dünyada daha adil bir düzen arayışında önemli katkılar sunmuştur. Ancak bütün bu teoriler adaleti bu dünya ile sınırlı tutar. Oysa İslâmî bakış açısı, adaletin yalnızca dünyevî bir mesele değil, aynı zamanda uhrevî bir hakikat olduğunu vurgular. İşte ayrım noktası buradadır.
Mahkeme-i Kübrâ’ya Doğru
Sonuç olarak, bütün bu tarihî örnekler, deliller ve düşünce akımları şunu göstermektedir: Dünya hayatında mutlak adalet mümkün değildir. Beşerî adalet eksiktir; vicdan ise daha fazlasını talep eder. Bu talep, Kur’ân’ın vaadiyle, hadislerin beyanıyla, klasik âlimlerin görüşleriyle ve modern aklın yetersizliğiyle birleşerek tek bir hakikate işaret eder: Adaletin tam ve mutlak gerçekleşmesi yalnızca ahirette mümkündür.
Kur’ân’ın şu ayeti, insan vicdanındaki adalet ihtiyacını ilâhî bir vaad ile mühürler:
“Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür; kim de zerre kadar şer işlerse onu görür.” (Zilzâl, 7–8)
Bediüzzaman’ın veciz sözüyle ifade edersek:
Baharın bütün düzenini tek bir çiçeğin hatırı için var eden kudret, elbette mazlumun hakkı için de haşri yaratacaktır. Bu teşbih, yalnızca bir benzetme değil, adaletin ahiretsiz düşünülemeyeceğini gösteren kuvvetli bir varlık delilidir.
Bu yaklaşım sadece teolojik bir gerçek değil; aynı zamanda felsefî ve vicdanî bir zarurettir. Çünkü insanın kalbi rahmet ister, aklı hikmeti kavrar, vicdanı adaleti talep eder. Bu üç talebin buluştuğu yer ise ahiretteki Mahkeme-i Kübrâdır.
Kaynakça
1. İmam Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, II/331.
2. Said Nursî, Sözler, 10. Söz.
3. Kur’ân-ı Kerîm, Enbiyâ 47.
4. Buhârî, Diyât, 9.
5. Tirmizî, Kıyâme, 12.
6. İmam Rabbânî, Mektubat.
7. Fethullah Gülen, Prizma; Ölçü ve Yoldaki Işıklar.
8. Immanuel Kant, Groundwork of the Metaphysics of Morals.
9. John Rawls, A Theory of Justice.
10. Jürgen Habermas, The Theory of Communicative Action.
11. Kur’ân-ı Kerîm, Zilzâl 7–8.