3
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
319
Okunma
Bulutlar ülkesinden sızan bir nur,
Gülücük kuşlarının kalbine dokundu.
Kanatları kırılmıştı doğarken,
Maviliklere dokunamadan.
Bu yüzdendi sağlam basma çabası
Her adımda,
Kırık kanatlarının ağırlığını saklayarak.
Karanlık içine doğmuştu,
Acıyı emdi parmak uçlarından.
Gözlerinde kurumayan pınarlar vardı,
Siyaha dokundu teni
Sessizlik kundakladı güzel yüzünü.
Kökleri yoktu, gövdesinden tutundu,
Elleri kadifemsi siyah güllerin.
Dikenleriyle yıkandı,
Ve gece, ona kendi adını fısıldadı.
Yalnızlığın kucağına bırakıldı,
İsminin anılmadığı,
Sesinin duyulmadığı bir meçhule.
Orada zaman, kendi gölgesini yiyordu;
Rüzgâr, hatırlanmayan hikâyeleri
Karanlığın defterine yazıyordu.
Kaderin kalemi yazmıştı
Tenine kazınan tüm çileleri,
Ve gözlerinin kıyısına sürgün edilen
Bütün çocukluk baharlarını.
Her harfi, kanla ıslanan bir sayfaydı;
Her kelimesi, geceye adanmış bir ağıttı.
İlk ağlaması ile açılmıştı perdeler,
Acının resmini çiziyordu her adımda.
Yaşarken yoruldu,
Ağlamayacağını sayıklayarak.
Ne toprağa kök salabildi,
Ne de ufka kanat açabildi.
Yalnızca, gittiği her göğe
Sevgisini bıraktı eksilerek.
Yüreği Kaf Dağı’ndan topladığı sevgiyle yıkanmıştı,
Kalemi acıyı akıtıyordu teninden.
Harfler, ruhundan bir parça gibi kopuyordu;
En büyük korkuları oluştu:
Sevginin gölgesinde kaybetmek.
Bedeninin görünmezliğindeki ağırlık,
Ruhunu dibe çekiyordu.
Ölüm onun içinde yaşıyordu,
Baba-annesine sığındı,
Korkularından saklayarak onu.
Sağlam basmaya çalıştıkça,
Felek en ağır darbeyle vuruyordu.
Ama yine de yazdı,
Kendi karanlığının içinden,
Bir umutla,
Ve suskunluğun içinde yankılanan bir sesle.
Merhametten oluşan ince bir tül sardı yüreğine,
Kucakladı tüm çocukluğunu, gözleri dolu.
5.0
100% (2)