1
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
188
Okunma
Bir terazinin kefelerinde hayat durur bazen. Bir yanında çabalar, diğer yanında sonuçlar… Ama biz, çoğu zaman sadece ağır basanı görürüz. Oysa başarı dediğimiz şey, sadece ulaşılan sonuç değil, o sonuç uğruna dökülen terdir, vazgeçişlerdir, gecelerdir, inançtır.
Toplumun bize çizdiği bir başarı ölçüsü vardır: diplomalar, terfiler, arabalar, evler… Peki ya o çizgiden saparsak? Ya başarıyı kendi iç terazimize göre ölçersek? Mutlu bir sabah uyanışı, şefkatle sarılan bir dost, yarım kalan bir hayali tamamlamak da başarı değil midir?
Kimi zaman başarmak, bir yarışta ilk olmak değil; düşüp kalkmayı öğrenmek, bir adım bile atamayacakken yürümeye çalışmaktır. Kimsenin görmediği mücadeleler vardır, ne alkış duyulur ne ödül verilir. Ama insan kendi vicdanında o koca teraziyi eşit tutabildiyse, o en hakiki başarıdır belki de.
Kefeler bazen dengesiz olur. Biri hayal kırıklıklarıyla dolar, diğeri umutla. Bazen tüm ağırlık tek tarafa yığılır. Ama terazi hep oradadır; yeniden denge bulmayı bekler. Başarı, sadece zirveye ulaşmak değil, oraya ulaşırken kim olduğunu unutmamaktır.
Kendimizi başkalarının terazisine koymak, en büyük haksızlıktır. Çünkü herkesin yükü farklı, yolu farklı, yürüyüşü farklıdır. Ve asıl mesele, kendi terazimizi dürüstçe tartabilmekte yatar.
Ama bu terazinin dili yoktur; ne övgüyle konuşur ne yargıyla. O, sadece dengedeki ağırlığı hisseder. Biz ise sürekli onunla konuşuruz: “Yeterli miyim?”, “daha fazlasını yapmalı mıydım?”, “neden o başardı da ben hâlâ olduğum yerdeyim?” İşte o anda terazinin kefelerine kendi ellerimizle haksız yükler koyarız. Kıyas, yetersizlik duygusu, zamanın baskısı…
Oysa başarı, bir formüle sığmaz. Bir sınavda alınan nottan ibaret değildir; bazen sınav salonuna girebilme cesaretidir. Bazen, herkesin terk ettiği bir hayale senin hâlâ inanmandır. Bazen herkesin sustuğu bir yerde bir cümle kurabilmektir.
Ve bazen, hiçbir şey yapmadan yalnızca nefes almak bile başarıdır. Çünkü hayatta kalmak, özellikle de ruhça ayakta kalmak, öyle sanıldığı kadar kolay değildir. Bu dünyada kalbi kırılmadan büyüyen var mı? Ya da başarısızlık korkusunu tatmadan bir hedefe yürüyen?
İşte bu yüzden, kendi terazimizi başkasının terazisiyle kıyaslamamalıyız. Herkesin terazisinde tarttığı şey farklıdır. Kimisi güveni ölçer, kimisi sevgiyi, kimisi ise özgürlüğü. Senin başarın, başkasının başarısıyla ölçülemez. Çünkü kimse senin adımlarınla yürümedi, senin gecelerinde uyanmadı, senin gibi korkup yine de denemedi.
Belki de bu yüzden en güzel teraziler görünmeyenlerdir. İçimizde taşıdığımız, ne kalabalıklara ihtiyaç duyan ne de alkışa… Sadece “Ben elimden geleni yaptım.” diyebildiğimiz o anlarda, terazi bir an durur, tartmayı bırakır… Ve huzur ağır basar.
Ve huzur ağır bastığında, artık tartıya ihtiyaç kalmaz. Çünkü bazı başarılar ölçülmez, sadece hissedilir. Birinin hayatına dokunduğunu bilmek, bir yarayı sarmak, kendine rağmen iyiliği seçmek… Bunlar madalya verilmeyen, ama vicdan terazisinde altın gibi parlayan başarılardır.
Ne garip değil mi? Küçükken bize hep sorarlar: “Büyüyünce ne olacaksın?” Hiç kimse “Nasıl bir insan olacaksın?” diye sormaz. Oysa asıl başarı, ne olduğumuz değil, kim olduğumuzdur. Kazandıklarımız değil, kaybetmeden taşıyabildiklerimizdir. Onurumuz, sevgimiz, insanlığımız…
Başarı terazisi bazen sessizdir. O sessizlikte duyduğumuz kalp atışlarımız bize bir şeyler fısıldar: “Yolun neresindesin? Neyi bırakmak pahasına neyi aldın? Ve aldıkların, seni gerçekten sen yaptı mı?”
Çünkü bazen başarı, bir şeyleri kazanmak değil; bazı şeylerden vazgeçebilme gücüdür. Sessiz kalabilmektir, bağırmak yerine anlamayı seçebilmektir. Herkesin doğru dediğine “Ben başka düşünüyorum.” diyebilmektir.
Terazi hep orada durur. Ama biz, onunla yaşamayı öğreniriz zamanla. Onun neyi tarttığını, nasıl denge kurduğunu… Ve gün gelir, teraziye son bir şey daha koyarız: Kendimize duyduğumuz saygıyı. O an, bütün terazilerden daha değerlidir.
Çünkü başarı, başkalarının gözünde değil; kendinle baş başa kaldığında hala gözlerinin içine bakabilmektir.
Ve kendine bakabildiğin o an, geçmişin yükleri birer birer dökülür teraziden. Hatalar, pişmanlıklar, “keşke”lerle dolu yıllar... Hepsi, birer öğrenme durağı olur. Çünkü başarı, yalnızca doğrularda değil, yanlışları onurluca kabul edebilme cesaretindedir.
Bazen terazi tek bir kelimeyle sarsılır: “Yeter.”
Yeterince iyi miydim? Yeterince çalıştım mı? Yeterince sevdim mi?
Ve bu kelime, en çok içimizi yoran, en çok terazinin dengesini bozan sorudur belki de.
Ama ne zamanki “yeter”i dış dünyanın değil, kendi iç sesimizin tanımıyla doldururuz, işte o zaman terazimiz dengelenir. Başarı, herkesin seni alkışlaması değil; senin içindeki çocuğun başını okşayıp “Sen elinden geleni yaptın.” diyebilmesidir.
Çünkü bazı başarılar göze görünmez; sadece yürek bilir.
Bir çocuğun gözlerindeki umudu tutabilmek,
Ya da kaybolmuş birinin yolunu sessizce aydınlatabilmek,
Bir dostun kalbinde bir cümleyle iz bırakabilmek…
Başarı, bazen görünmeden var olabilmektir.
Gürültüsüz, gösterişsiz, sessiz...
Ama sahici.
Ve son olarak...
Hayat sana kaç kez sırtını dönmüş olursa olsun,
Sen kendine dönüp, “Yine de yürüdüm.” diyebiliyorsan,
Terazin doludur, dengededir.
Sen başarmışsındır.