0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
63
Okunma
Mahallede kimsenin selam vermediği o yaşlı kadın, kanımızı donduran bir hikâye saklıyordu.
Sokağın en sonunda yaşıyordu. Panjurları sarkmış, bahçesi bakımsız eski bir evde. Bütün çocuklar onun bir cadı olduğunu söylerdi. Çok yaklaşırsan üstüne tükürür ya da sana bir lanet okurmuş. Ben bile ne zaman evinin önünden geçsem kaldırım değiştirirdim.
Ara sıra uzaktan görünürdü. Plastik bir sandalyede oturur halde. Üzerinde hep aynı gri önlük, karışmış beyaz saçlar ve o gözler… sanki birini bekliyormuş gibi, ama o biri asla gelmeyecekmiş gibi hüzünlü gözler.
Ta ki her şeyin değiştiği o güne kadar.
Annem, yan komşuya bir torba ekmek götürmemi istemişti. Ama dalgınlıkla — ya da belki kaderin cilvesiyle — torba elimden düştü. Tam o evin önünde. Ekmek yuvarlanarak kapısının önüne kadar gitti.
— Eyvah… — diye mırıldandım, kalbim küt küt atarak.
Tam geri dönüp kaçacaktım ki, bir ses duydum:
— Yaklaşırsan ısırmam.
O’ydu.
Donup kaldım.
— Ekmek… düştü — dedim kekeleyerek.
— İstersen içeri gel — dedi, kapıyı hafifçe aralayarak.
İçimdeki her şey kaçmamı söylüyordu, ama bir şey beni kalmaya itti. Evin eşiğinden adım attım. İçerisi lavanta ve eski toz kokuyordu. Bir piyano vardı. Üzerine işlemeli bir örtü serilmiş eski bir piyano. Ve fotoğraflar. Pek çok fotoğraf. Eskilerden insanlara ait.
— Meyve suyu ister misin? — diye sordu.
— Yalnız mı yaşıyorsunuz?
— Uzun zamandır — dedi.
Piyanonun karşısına oturdu. Örtüyü kaldırdı. Önce biraz hantal olan parmakları, tuşların üzerinde kaymaya başladı. Ve çıkan melodi… hiç beklemediğim kadar güzeldi.
Öyle güzel, öyle hüzünlüydü ki… nedenini bilmeden ağladım.
— Siz… siz piyano çalıyorsunuz?
— Çalardım. Piyanisttim. Dünyayı dolaşıp konserler verirdim. Ta ki… oğlum bir kazada ölünceye kadar. O günden sonra bir daha çalamadım.
Sessiz kaldım. Ne diyeceğimi bilemiyordum.
— Sonra terk edildim. Yalnız kaldım. Komşular selam vermemeye başladı. Ben de beklememeye başladım.
— Bilmiyordum — dedim fısıltıyla.
— Kimse bilmiyor. Kimse sormuyor.
Eve, ezilmiş bir ekmekle döndüm… ve altüst olmuş bir ruhla.
O günden sonra onu ziyaret etmeye başladım. Ona çiçekler götürdüm, hikâyelerini dinledim. Onun yanında piyano çalmayı öğrendim. Sonra birlikte çaldık. Gülüyordu. Yeniden biri olmuştu.
Mahalle ona “deli kadın” derdi. Ben ona “Madam Teresa” demeyi öğrendim.
Ve birkaç ay sonra öldüğünde, bütün mahalle cenazeye geldi. Ben ise, ilk gün bana öğrettiği o melodiyi ona çaldım.
Çünkü bazen, kirli bir kapının ardında… bir zamanlar parlamış bir ruh yaşar.