İnsan hayatında iki feci olay vardır: biri insanın çok istediği şeyi elde edememesi, diğeri de etmesidir. george bernard shaw
TİLHABEŞLİ FİLOZOF
TİLHABEŞLİ FİLOZOF

En Soğuk Günde Başlayan Yangın

Yorum

En Soğuk Günde Başlayan Yangın

0

Yorum

1

Beğeni

0,0

Puan

205

Okunma

En Soğuk Günde Başlayan Yangın

En Soğuk Günde Başlayan Yangın

Geceydi.

Ay, utançla başını eğmiş gibi bulutların arkasına saklanmıştı. Yıldızlar bile bu karanlıkta parlamaya cesaret edemiyordu. Soğuk, kemiğe işleyen türdendi. Sanki gökyüzüyle yer arasında bağ kopmuş, evrenin kalbi durmuştu. Şubat’ın altısında sabaha yaklaşıyorduk ama bu, sıradan bir kış gecesi değildi. Bu, uyananlar için kıyametin küçük bir provasıydı. Uyanamayanlar içinse sonsuz bir uykunun başlangıcı...

O gece biz, toprağın çatlamasıyla uyandık.

Sadece evler değil, yürekler de çöktü. Sadece duvarlar değil, hayaller de yıkıldı. Saatler durmuştu, zaman durmuştu, biz durmuş ve bakakalmıştık. O anın karanlığında göz gözü görmezken, kimimiz pencereden atladı, kimimiz merdivene koştu, kimimiz sevdiklerinin elini bulamadan çöken katların altında kaldı.

Ben... Bir soba borusunun kıyısında uyananlardanım. Yüzüme çarpan toz kokusu ile değil, evin titreyen zeminiyle irkildim. İlk başta rüya sandım, o kadar gerçeküstüydü ki... Ama sonra... sonra annemin çığlığıyla gerçeğe döndüm. Babam koşmuş, kapının orada durmuştu. "Hadi!" dedi, "Çabuk!"

Çıktık. Çıkabildik.

Ama bizimle birlikte çıkamayan komşularımız vardı. Ahmet amca ve eşi Zekiye teyze... Onlar hep sabah namazına erkenden kalkarlardı ama bu kez kalkamamışlardı. Belki de daha kalkarken üzerlerine çöken tavan onları sabah yerine ebediyete çağırdı.

Sokakta insanlar, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Üstleri başları perişan, gözlerinde dehşet, ağızlarında dualar... Çocuklar ağlıyordu, anneler çocuklarını kaybetmiş çığlık çığlığa isim sayıklıyordu. Bir kadın, çöken binanın kapısında diz çöküp "Kızım içerde!" diye haykırıyordu.

Bütün şehir bir çığlıktı o gece.

Ardından günlerce kurtarma çabaları... Ama o çabaların çoğu zaman, çaresizce bir bedenin sessizliğine ulaşmak için olduğunu görmek, insanı iki kez öldürüyordu. Önce içeridekiler ölüyordu, sonra onları dışarda bekleyenler...

Günler geçtikçe başka bir şey daha baş gösterdi: Öfke.

"Niye bu binalar böyle yıkıldı?"
"Niye biz böyle hazırlıksız yakalandık?"
"Niye yardım gecikti?"
"Niye sadece seçilmiş birkaç kişiye ulaşan kurtarıcı eller vardı?"

Ve asıl soru, herkesin içinde sessizce büyüyen o yanık soruydu:
Allah’ım, niye?

Sonra yaz geldi. Hem de ne yaz...

Güneş, her zamankinden daha acımasızdı sanki. Toprağa dokunduğu yeri kavuruyor, insanın tenine değil ruhuna işliyordu. Ormanlar yanmaya başladı. İlk kıvılcımın nasıl çıktığı hâlâ meçhul ama o kıvılcımın, kurumuş adaletin, kurumaya yüz tutmuş vicdanların, susuz bırakılmış merhametin üzerinde yanmaya başladığı kesindi.

Ağaçlar cayır cayır yanarken, içimizde hâlâ soğumamış bir öfkenin dumanı da yükseliyordu. Uçaklar yoktu. Olanlar kalkmıyordu. O kalkamayan uçaklar gibi, millet de çaresizlikle yere çakılmıştı.

Yine insanlar elleriyle, kovalarla, küreklerle yangını söndürmeye çalıştı. Ama yanan sadece ağaçlar değildi. Kuşların yuvaları, geyiklerin kaçtığı yollar, tilkilerin inleri, köylülerin geçim kaynakları, dağların sessizliği, çocukların doğaya dair son umudu yanıyordu. Yanarken biz ne yaptık? Fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşmaktan başka bir şey yapamayanlar da oldu, yangını su yerine nefretle söndürmeye çalışanlar da...

Sonra bir soru daha çöktü üstümüze:
Yoksa Allah’ım, bu sefer yakarak mı uyarıyorsun bizi?

Toprağın üstünde duruyoruz ama toprağın sesi bizden başka her şeyi uyarıyor. Börtü böcek bile yer değiştirdi. Kuşlar gökyüzünde çığlık çığlığa başka diyarlara göç etti. Karacalar, yangınlardan kaçarken köy yollarında sersefil gezdi. Ama biz, hâlâ kibirli, hâlâ vurdumduymaz, hâlâ başımızı yere eğmeden geziyoruz.

Ve öyle bir hale geldik ki, çocukların oyun sesinin yerini ambulans sirenleri aldı. Okullardan mezuniyet sesi değil, taziye evi fısıltısı yayılıyor. Yeni evlenenlerin mutluluğu, yıkılmış evlerin enkazında kaldı. Yeni doğanların ilk nefesi, dumanla karışıyor.

Kimi zaman gökyüzüne baktım.

"Ey Rabbim" dedim, "Biz senin mazlum kullarınız. Belki içimizdeki beyinsizler yüzünden ceza gelmiştir ama masumlara yazık değil mi?"

İbrahim Peygamber’in, Lut kavmi için yaptığı duaları hatırladım.
“İçlerinde iyi olanlar da varsa?” demişti. Allah da, “Onları kurtarırız” demişti.

Ama bizde iyi olanlar da susuyor artık.

Susmakla da kalmıyor, korkuyor.

Çünkü zalim büyüdü. Çünkü adalet saklandı. Çünkü merhamet öksüz kaldı.

Ve böylece, bir milletin soğukta başlayan, sıcakta devam eden ve içte kavrulan bir çöküş hikâyesi yazıldı.

Ama bu hikâye henüz bitmedi. Çünkü bir umut hâlâ var.

O da, toprağın altındaki feryatların, gökyüzündeki dualarla buluşmasında gizli. O da, bir annenin yangında kaybettiği çocuğunun adını ağlayarak andığı sırada, bir başka annenin duasında gizli. O da, bir yaşlı adamın bir enkaz başında oturup "Rabbim razı olsun, sabır verdin" deyişinde saklı.

Evet, yandık.
Evet, yıkıldık.
Evet, dağıldık.

Ama...

Belki de yeniden dirilmek için önce yanmamız gerekiyordu.
Belki de yeniden inşa için önce yıkılmamız...

Bu topraklar çok şey gördü. Sel gördü, yangın gördü, işgal gördü, ihanet gördü... Ama her seferinde bir nesil çıktı, yeniden toprağı işledi, yeniden inşa etti, yeniden dua etti.

Şimdi sıra bizde.

Küllerimizin altından kalkıp, Rabbimize el açma sırası bizde.
Merhameti, adaleti, doğruluğu hatırlatma sırası bizde.
Zalimi değil mazlumu savunma sırası bizde.

Çünkü bu vatan...

Evladını toprağa verip, "Vatan sağ olsun" diyen annelerin yurdudur.
Çünkü bu toprak...

Börtü böceğe bile merhamet eden insanların yurdudur.
Çünkü bu halk...

Zalime baş eğmeyen ama Rabbine secdede eğilen insanların halkıdır.

Unutma kardeşim...
Yangınların da, depremlerin de ötesinde en büyük afet, kalbin taşlaşmasıdır.
Ve biz hâlâ ağlayabiliyorsak, hâlâ dua edebiliyorsak...

Demek ki...

Küllerimizden doğmak için hâlâ bir umudumuz var...

Erol Kekeç/05.04.2025/Sancaktepe/İST

NOT: Bugün sabah Namazı ile başlayan duygularımı sizinle paylaşmak istedim...Hatay anısına yazıldı Memlektime ithaf ediyorum...Sen İnsanlığın Başkenti Habibi Necar’ın diyarı,Anamın yüreğinin durmadan yandığı, topraklar karayazılı bahtın mı var...

Paylaş:
1 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
En soğuk günde başlayan yangın Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz En soğuk günde başlayan yangın yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
En Soğuk Günde Başlayan Yangın yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL