2
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
111
Okunma
O sabah pencerenin önüne oturdu. Elinde katlanmış bir kâğıt, yanında kahvesi… Soğumuştu kahve, tıpkı içindeki sevda gibi. Yazmaya gücü kalmamıştı aslında ama içindekiler susacak gibi de değildi.
“Sevgili…” diye başlamıştı, sonra duraksadı. O kelime artık dilinde yara gibiydi. Sildi, yeniden yazdı:
“Bir zamanlar her sabah gözlerine uyanmak için dua ederdim. Şimdi her gece seni hatırlamamak için dua ediyorum.”
Kalemi ellerinde titriyordu. Sessizlik boğazına çöreklenmişti. Bu odada, bir zamanlar birlikte kahkahalar atmışlardı. Şimdi sadece duvarlar dinliyordu onu.
İç çekti. Dışarıda yaz güneşi her şeyi aydınlatıyordu, ama onun kalbine hep gece çökmüştü. İnsan bazen her şeyiyle güvendiği kişide kaybolurdu. Ve o, en çok ona inanmıştı.
Birlikte seçtikleri koltukta oturuyordu şimdi. O koltuk, bir akşam başını omzuna yaslayıp “Hiç gitme” dediği yerdi. Ama o gitmişti. Sessizce, ardına bile bakmadan.
Mektuba döndü:
“Bana bir açıklama bile yapmadın. Belki ben istemedim, belki sen sustun. Ama aramızda söylenmemiş ne çok şey kaldı. En çok da ‘hoşça kal’ eksik kaldı.”
Bir süre kâğıda baktı, sonra devam etti:
“Olmaz dedim, sensiz yapamam dedim… Ama zaman insana her şeyi öğretiyor. Yalnızlığı, alışmayı… Ve en acısı da, sevmeye devam edip unutur gibi yapmayı.”
Kalem durdu. Gözleri doldu. Perdelerden sızan ışık, gözyaşlarını gizlemeye yetmiyordu.
Masaya bıraktı mektubu. Son bir cümleyle bitirdi:
“Affedemem belki… Ama hep seveceğim.”
Kapıyı arkasından çekip kapattığında, içeride kalan sadece bir mektup değildi. İçeride bir zamanlar inandığı, hayal kurduğu, sevdiği kadın da kalmıştı.
Ve o, ilk defa gerçekten gitmişti.
-GECENİN KALEMİ-
5.0
100% (3)