11
Yorum
39
Beğeni
5,0
Puan
349
Okunma
Hiç düşündün mü, güneşin hiç batmadığı bir yerde yaşamak nasıl olurdu?
Başta güzel gibi geliyor. Hep aydınlık, hep sıcak, hep görünüyor her şey… Karanlık yok, korku yok, gizli saklı bir şey yok. Ama sonra insan düşünmeye başlıyor: Her şeyin bu kadar açık, bu kadar kesintisiz olması gerçekten iyi mi?
Eskiden insanlar azla yetinmeyi bilirmiş. Komşunun kapısı açık olurmuş, biri hastalansa herkes duyardı. Paylaşmak bir ihtiyaç değil, bir alışkanlıkmış. Toprak ne ekilse verirmiş, ama kimse fazlasını istemezmiş. Huzur neydi biliyor musun? Sahip olduklarının farkında olmaktı.
Ama sonra güneş biraz fazla parlamaya başlamış gibi… Herkesin evi büyümüş, kapılar kapanmış, duvarlar yükselmiş. Sokaklar zenginleşmiş ama insanlar yavaş yavaş yoksullaşmış içten içe. Her şey çoğaldıkça, bir şey eksilmiş: yetinmek.
Garip bir şekilde, insanın her şeye sahip olması bazen hiçbir şeye sahip olamaması gibi oluyor. Ne yese doymuyor, ne alsa yetmiyor. O zaman anlıyor: Doymamak sadece midenin işi değilmiş. Ruh da acıkırmış.
Ve belki de asıl ihtiyaç olan şey… bir gece.
Bir durmak.
Bir susmak.
Bir karanlıkta kalmak.
Çünkü güneş hep tepede olursa, insan nefes alamıyor. Gölge olmadan serinlenemiyor. Işık her yeri aydınlatınca göz yoruluyor. Ve insan, kendi içine bakamaz hale geliyor. Çünkü içe bakmak biraz da karanlık ister.
O yüzden bazen güneşin batması gerek. Karanlık gelsin ki insan yıldızları görebilsin. Gündüzü anlamak için gece yaşanmalı. Bazen ışığın değeri, ancak karanlıkta anlaşılır.
İşte o yüzden, güneşin hiç batmadığı ülke pek de yaşanacak bir yer değil gibi. Çünkü insan, sadece ışıkla değil; gölgeyle, sessizlikle, eksiklikle, bazen de acıyla büyüyor.
Ve bazen, gece gerçekten iyi gelir.
5.0
100% (14)