1
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
122
Okunma
Kadının fendi erkeği yendi, kadın dayanışması gibi haller misali kadınla kadının rekabetini ve bunun nelere kadir olduğunu da gördü bu gözler. Özellikle modern toplumun sergilediği hallerdendir bu. Kadın erkekleşir, asıl erkek olan kekleşir, vs. Kapitalist modernist sistem kadınla erkeği rekabete soktuğu gibi kadınla kadını da mücadeleye sevk etmekte. Kimyasal reaksiyonlarda bilirsiniz tepkimeye girenle çıkan farklılaşır. Öyle ki erkek giren kadın çıkar, kadın giren tepkimeye erkeğe dönüşür vesselam. Bir şekilde sistem herkesi, her şeyi kendine benzetip çıkar açıkçası. İyi de bunların konumuzla bağlantısı nedir? Mevzu nasıl zuhur etmekte hani?
Bir devrin fırtınalar kopartan ve bu yönüyle de sayılı özellik gösteren bir tenis turnuvası çoklarının aklında yer etmiş olabilir yahut bilgisi dahilindedir bir şekilde. Bunun için sıkı bir tenis sever olmak dahi gerekmez açıkça. Bin dokuz yüz doksan dokuz senesinde düzenlenen Roland Garros turnuvasının finalinde iki Roksan sahne alır kortta. Gün doğumuna şahit olan bizler gün batımında da nelere şahit olacaktık. Doğan günün nelere gebe olduğu hakikaten bilinmiyor. Elbette iki Roksan tabir etmem biraz haddi aşıyor değil mi? Öyle ya insanların özlük hakları vardır özünde.
O gün Fransa açık finalini oynamak için toprak kortta yerlerini alan biri dönem kraliçesi diğeri kortların o dem ki prensesi tabir edebileceğim iki isimdir. Steffi Graf ve Martina Hingis, evet. Alman raket ardında önemli bir kariyer biriktirmiş tecrübesinin doruğunda ve fakat bir sakatlık dönemiyle de perçinlenen eski performansından uzak bir şöhret görünmekte. İsviçreli yıldız ise özellikle bin dokuz yüz doksan yedi senesinde önemli bir çıkış yapmış bulunmaktadır. Wimbledon dahil dört Grand Slam’in üçünü kazandığında heniz on altı yaşındadır. Dünya bir numaralığını eline aldığında gerçekte sazı eline almaktadır. Bir Fransa açıkta tökezlemese dörtte dört yapıp közlemesi işten değildir hani. Ne ki finalde İva Majoli adlı hiçbir kariyer başarısı olmayan bir isme teslim olacaktır. Ah ah tüh tühe kaptırmamak gerek analizi tabii ki. İsimsiz bir yeni yetme olarak zirve yapılıyor da aynı kanaldan kaybetmek mantık dışı mı? Öyle ya bizdeki meşhur deyişle kazanın doğurduğuna inanıyoruz da öldüğüne mi inanmıyoruz? O da bu işin nazar boncuğu olmalı. Kimleri yenmedi ki o sene genç raket. Bakmayın siz İsviçrelinin ortalıkta mühim kimse olmayan bir ara döneme, bir fetret devrine denk geldiğini öne sürenlere. İsminin üzerine imzasını attığı simaları Google kanalıyla takip etmek mümkün elbette.
Şu kadar ki tecrübesizdir, toydur henüz. Güzeldir, zariftir, zekidir, yeteneklidir, öz güvenlidir de nazara da açık kılmaktadır bunlar onu. Fiziksel eksiklerini dengeleyen benzersiz bir oyun aklıyla sahne almaktadır. Rakibin boşluklarını gören, hamle üstünlüğünü elinde tutan Hingis yumuşak dokunuşlarla öldürücü toplar atmaktadır gerçekte. Bir depremin büyüklüğü ile şiddeti arasındaki nispetsizlik halleri akla gelebilir de. Bir mandayı devirir misali servis kullananlar, smaç yapanlar halla halla hallaaahhh! Edasıyla dudak büzüp kalırlar, vay başıma gelenler, ne yapacağız leyn bununla, bacaksıza bak denmez mi? Doksan sekiz ve doksan dokuzda aynı performansı göstermese de her iki yıla da Avustralya zaferiyle girmektedir. Tek eksik halka Rolland Garros olarak durmaktadır önünde. Onu da şimdi hemde Graf’a karşı halledeceğine neredeyse kesinlik tanınmaktadır.
Nitekim müsabaka başlarda öyle bir seyir takip eder. İlk seti alan Hingis ikinci sette de 2-0 öndedir. Tam gaz şampiyonluğa gitmekte görünen o ki. Ne çare ki tecrübe ve toyluğun hiç mi hissesi yok bu yollarda? Bir topun rakip alandan dışarı gittiğine hükmeder hakem. Tam da bu noktada Hingis’ten itiraz gelir. İçeriye temasla dışarı gittiğini öne sürer. Hakem izi inceler ve itirazı kabul etmez. Ne var ki Hingis itirazını sürdürecektir. Dahası kortlarda rastlanmayacak bir refleksle rakibin alanına geçerek izi kendisi mercek altına alacaktır. Elindeki raketle belirli noktaya işaret düşmektedir. Artık hakemlere eğitim veren eğitici pozisyondadır. Büyük hatadır oysa bu. İtiraz ettin tamam de bırak, dolu dizgin zafere gidiyorsun sonuçta, o puana ihtiyaç duyacağın bir vaziyet bile yok ortada. Çocuksu bir kapris, bir asi ruhun püskürmeleri mi, kariyerli bir yıldızla rekabet psikozu mu, hepsi belki de öylesine uzatır işi, yine tenis izleyicisinde normalde görülmeyen ıslıklamalar, yuhalamalar yükselir göğe.
Nihayet Steffi tecrübe kartını kullanır hakemlere tenis mi oynayacağız yoksa muhabbet mi yapacağız şeklinde apansız soru verir. Graf tabi burada seyirciyi de ustalıkla yanına almakta. Durduk yerde efsane olunmuyor demek. Salt istatistikler değil tayin edici unsur. Hingis tek erkeklerde vaktiyle Mcenroe’nin Borg gibi bir ustayı tahtından indirmesine benzer altın tepside önüne gelen tarihi fırsatı tepecektir. Şöyle ki yaşadığı, artçı şoklarla yaşayacağı, yaşamaya devam edeceği bir travma halidir hakikatte. Müsabakanın devamında Martina 5-4 önde ve her şeye rağmen şampiyonluğa ramak kaldığı sırada seyirci yine bir tenis izleyicisinden beklenmeyecek bir amigoluğa bürünür ve hararetle Graf’ı destekler tutum takınır. Artık izleyici rayından çıkmış vaziyette Hingis servis atarken aaahaaayıııırr! Yapamazsın bunu bize yapmakta, adeta Graf ile birlikte topları karşılamakta. Fransız açık seyircisi tartışmaya mahal bırakmaksızın o gün seti Hingis’ten alıp Graf’a verecektir.
Madalyonun bu yüzünde Roland Garros seyircisinin o gün sergilediği tavrın hudutsuzluğundan, limit aşımından söz edilemez mi? Bir nevi hırsızın hiç mi suçu yok hesabı oyuncu haddini aştıysa kort seyircisi ne yaptı? Zannımca o gün sanatkar hassasiyetleriyle, özgürlükçü eğilimleriyle o denli övünç duyan Fransızlar dozu kaçırırlar. Evet bir bakıma, geçtiğimiz asrın magazin dünyasını tavırlarıyla hayli sarsan İngiliz prensesi Margaret misalidir Martina. Şımarık, asi, hırçın. Yoksa sorun burada mıydı, aristokrasiyi bir devrimle yıkmış Fransız ruhunun nerede kırıldığını kaçırıyor olabilir miyiz? Mari Antoinette alerjisi mi depreşir tribünlerin? Robespierre’nin, Marat’ın ruhu seyircilerin arasında mı gezinmektedir? İyi de kardeşim sembolizm burada söz konusu olan. Ya da izleyicinin kendi ruhundan, felsefesinden soyutlanacak, soyunacak derecede taşkın bir tavır takınmasının nedeni cinsiyetçi bir sapma mıydı merak ederim. Şımarık kız ne olacak diyerek yargısız infaza mı giderler ve beraberinde genç bir yıldızı linç ederler öyle mi? Nihai noktada haklılığına inancından ödün vermeyen tavrı Hingis’in, hindi cindi derken insanları kendi küçük dünyalarıyla mı yüzleştirir o gün, bilinmez.
Ne çare ki o müsabakanın travmatik sonuçları olur genç tenişçi üzerinde. Kupa seramonisinde birde Steffi Graf’tan ben diyeyim ayarı siz deyin zılgıtı yer. Duayen yıldız tarihsel bir konuşma yapar. Hingis söz sırası geldiğinde gözlerinden yaşlar akarak bugün rakibimi alkışlayan sizler ileride beni alkışlarsınız belkide diyecektir. Kuşkusuz Hingis o gün muazzam bir akıl tutulmasına maruz kalır. Bir müddet öncesinde “Steffi’nin geçmişte bazı başarıları oldu ancak artık daha hızlı, daha atletik bir oyun var. Artık yaşlandı ve zamanı geçti.” Demesi bile Graf’a karşı psikolojik bir sıkıntıyı gösterir nitelikte. Bunda Hingis’in başarılarının daha ziyade Graf’ın sakatlık süreçlerine bağlı ortamı başıboş bulmakla alakalı olduğu yönündeki eleştirilerin tayin edici olması akla yakın görünüyor.
Ne ki sonuçlarını erken yükseklik kazanan genç ruhun kaldırması mümkün olmayacaktır. Aynı zamanda koçu olan annesiyle de sorunlar yaşar. Birkaç Grand Slam turnuvada final oynasa da şampiyonluk hayaldir artık. Bir final sendromu baş gösterir sporcuda. Moral, zihinsel, ruhsal olumsuzluk fiziksel noksanlarını belirleyici kılacaktır açıkçası. Demem şu ki fiziksel gücü yüksek etkin servis oyuncuları vardır finallerde karşısında. Açıktır ki mental olarak güçlü olmadığınızda oyun aklı ve teknik becerinin fizik gücün ördüğü duvarları aşması hayli müşküllüdür. Sonrasında peyda olan bilek sakatlıklarına açık hale gelmesinin bile öz suyu gerçekte budur kanımca.
Sözüme mim koyun lütfen aynı zamanda koçu olan annesiyle de sorunlar yaşar dedim ya, iki yaşından beri kendisini tenise dönük eğiten eski bir amatör tenisçidir anne. Amatör! Aaaabooo! Kendi hırslarını kızında tatmin etmeye çalışan bir anne olmasın sakın! Yahu olur mu öyle şey kardeşim, büyük lokma ye büyük laf etme dersiniz haklı olarakta konusunda azmanlaşmış bir arkadaşınız olarak burada aranızdayım haddizatında. Haddizatında mı, vay hadsiz vay deme de dur şimdi! Oysa gerçek bunun tam tersi de olabilir hanımlar, beyler! Kızımız neden annesiyle yetişkin bir profesyonel sporcu evresinde sorunlar yaşamakta, evde canı sıkılan klasik ergen ana kız çatışmasına benziyor mu? Anne kuşkusuz büyük bir emekle muazzam sonuçlar almış biri olsa da aşırı korumacıdır sırasında, baskıcı yönlendirmeleri, kalıba dökme çabaları, tripleri vardır ve sıkmaya başlar artık! Bir ara koç talebe ilişkisinde yollar ayrılır mesela. Nevrotik genç kız ne olacak denir de ön yargılı bir yaklaşımda barındırabilir kendi içerisinde. Sonraları teklerde değilse de çiftler kategorilerde partnerleriyle şampiyonluklarda yaşar. Sakatlıklarla, emeklilik kararlarıyla, geri dönüşlerle örülü müthiş bir azim öyküsü de bırakır tenis dünyasında.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
5.0
100% (1)