0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
162
Okunma
Köyün meydan yerindeki kahvenin bahçesinde, yeşil çınar ağacının dibindeki kuyunun başında, harıl harıl su motoru çalışıyordu. Köyün bahçıvanlarından Doktor Basri’nin bahçesinde kullandığı su motoruydu bu. Köyün üç kahvesinden birini işleten kiracı, rica minnet razı edip getirtmişti motoru. Kuyunun suyunun boşaltılması gerekiyordu.
Yaklaşık altı metre derinliğindeki, içi harçsız, çimentosuz taşlarla örülü, üstü de ortası açık kocaman bir taşla çevrili bu su kuyusu, elektriğin henüz gelmediği bu köyde, kahvede satılan şişe gazozların soğutulması için kullanılıyordu. Orta kalınlıkta, pek de sağlam olmayan bir ipin ucuna bağlı, yine pek sağlam olmayan bir hasır sepete doldurulan şişe gazozlar, kuyuya sallandırılarak soğutulmaya çalışılıyordu.
Kahvecinin sekiz-dokuz yaşlarındaki çelimsiz oğlu, kuyudan bu sepeti çekerken, bazen şişeleri kuyuya düşürüyordu. Aslında babasının da düşürdüğü zamanlar olurdu. Ama nedense, bu düşürmeler çoğu kez çocuktan bilinirdi. Gazoz şişeleri depozitoluydu. Gün geçtikçe kuyunun dibinde biriken şişeler, kahveciyi zora sokmaya başlamıştı.
’’ Yapma be Basri Ağa! Benzin paranı öderim, getir şu motoru! ’’ diye adeta yalvararak razı etmişti adamı.
Uzun süre motor çalıştıktan sonra, tahliye hortumundan gelen suyun azaldığını fark eden adam, kahveciye seslendi.
’’ Mustafa, hadi! Kuyu boşaldı galiba! ’’
’’ Geldim Basri Ağa! ’’ diye cevap verip oğlunu aramaya başladı kahveci. Çocuk, merakla motorun çalışmasını ve tahliye hortumundan çıkan suları seyrediyordu.
Gazozları kuyuya sallandırdığı ipi sepetten çözerek çocuğu yanına çağırdı. Adeta suçunun cezasını vermek ister gibi;
’’ Gel bakalım buraya! Düşürdüğün şişeleri kurtarma vakti geldi.’’
Çocuk şaşkın bakışlarla, babasının ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyordu. Adam ağzındaki sigarayı bırakmadan hem konuşuyor hem de yanına çağırdığı çocuğun beline, elindeki ipi dolayıp düğüm atıyordu. Attığı son düğümden sonra, bir kaç defa kontrol edip, ’’ Tamam!’’ dedi, ’’ sağlam olmuş.’’
Neye uğradığını şaşıran çocuk, babasının ne yapmak istediğini halâ anlayabilmiş değildi. Etrafta toplanan adam ve çocuklar, merakla onları izliyordu. Kahvenin bahçesindeki çınar ve akasya ağaçlarındaki serçeler, kargalar bu duruma isyan edercesine ses çıkartmaya çalışıyordu. Serçeler inceden inceye ötüşürken, kargalar kalın sesleriyle ortalığı gürültüye boğuyorlardı. Kahvenin yola bakan kısmındaki çiçeklikte güller başlarını öne eğerek, zambaklar ayağa kalkmış gibi dikilerek isyanlarını belli etmeye çalışıyorlardı. Karşı kahveden insanlar bile ayağa kalkmış, merakla ve biraz da öfkeyle olayı seyredip aralarında söyleniyorlardı.
Kucağına aldığı gibi kuyunun başına getirdi çocuğu. İpin diğer ucunu sıkıca kendi beline dolayıp, çocuğu kuyuya sallandırmaya başladı. Çocuk, neye uğradığını şaşırmış, korkmuş, şok olmuş ve ağlayamıyordu bile. Yavaş yavaş aşağıya kadar indirdi çocuğu. Ayaklarının, kuyunun dibinde az miktarda kalan suya değdiğini görünce, bir başka ipe bağladığı hasır sepeti kuyuya sallandırıp çocuğa seslendi:
’’ Şimdi elini suda gezdirip, bulduğun şişeleri sepete doldur!’’ komutu verdi. Çocuk, korkarak, elleri titreyerek, babasının dediği, gibi elini suda gezdirerek bulduğu şişeleri sepete doldurmaya başladı. Sepet doldukça, babası yukarıya çekip boşaltıyor, sonra tekrar sallandırıyordu. Birkaç seferin sonunda;
’’ Baba, tamam! Başka şişe kalmadı kuyuda!’’ diye olanca gücüyle seslendi yukarıya doğru.
’’ İyice baktın mı, belki kıyıda köşede vardır daha!’’ diye yeniden bağırdı adam. Çocuk biraz daha ellerini suda gezdirip tekrar seslendi:
’’ Yok baba, başka şişe yok! İyice baktım!’’
Sonunda kendi beline bağladığı, çocuğa bağlı olan ipin diğer ucunu çözerek, yavaşça çocuğu yukarıya doğru çekmeye başladı.
Kuyunun etrafı taşlarla örülüydü. Çimento ya da harç kullanılmadan, öylece dizilmişti taşlar. Herhangi bir taşın, örgüden kurtulup çocuğa düşmesi an meselesiydi. Böyle bir şey babasının hiç aklına bile gelmezken, çocuğu bir koruyan vardı mutlaka.
Az sonra, sağ salim olarak kuyunun başında görüldüğünde, bütün meraklı gözler çocuğa çevrildi. Adam, hiç de merak etmiyor, heyecan ve korku duymuyordu. Yaptığı işin tehlikesiz olduğundan, çocuğun başına bir kaza gelmeyeceğinden tamamen emin görünüyordu. Çekip çıkardı dışarı, belindeki ipi çözüp; ’’ Aferin sana!’’ diyerek hafifçe yanağını okşadı, o kadar.
Çok sayıda gazoz şişesini kurtarmıştı, mutluydu adam. Çocuk koşarak uzaklaştı oradan. Bir köşeye çekilip çöktü. Dizlerini karnına doğru çekerek, elleriyle yüzünü kapayıp, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
’’Bu adamda zerre kadar akıl yok!’’
’’O kadar çocuğa bu yapılır mı?’’
’’Sanki sokakta bulmuş çocuğu!’’
’’O çocuk bu travmayı nasıl atlatır?’’
’’Korktuğu nasıl da belli oluyor!’’
Herkes bir şeyler söylüyordu olaydan sonra. Fakat olaydan önce de sadece konuşmuşlar, asla müdahale etmemişlerdi. Belki çocuğun başına bir şey gelmiş olsaydı, ancak o zaman pişmanlık duyabilirlerdi müdahale etmedikleri için. Şimdilik sadece konuşmakla yetiniyorlardı.
Fikret TEZEL