0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
291
Okunma
Kazım Demir
Adam, şantiyeden kaçan bir cümle gibiydi. Betonun içinde kaybolmuş, harçla yoğrulmuş, ama bir türlü tutunamamıştı inşaata, mala, metaya. Kuşları, çocukları, çiçekleri ve kitapları seviyordu. Gidemediği yerlere kitaplarla gider, kelimelerden yolculuklar inşa ederdi kendi iç dünyasında.
O sabah, kışın ayak sesleri çekilmiş, ilkbahar sokağa yeni serilmişti. Yolda yürürken, elinde kitap taşıyan bir kadına rastladı. Beyaz tenli, zarif yürüyen, sanki bu yüzyılda kalmamış bir kadındı. Çevresindekiler gibi ekranlara gömülmemiş, parmaklarıyla sayfalarda geziniyordu. Adam donup kaldı. O sahne, çocukluğundaki kütüphane kokusu gibi tanıdıktı ama unutulmuştu.
Kadının yanına yaklaştı, utangaç. Kitabın kapağı görünmüyordu, çünkü dantel bir kılıf örülmüştü üzerine. Bu detay, adamın yüreğine saplanan bir güzellik gibi çarptı. Kitaba gösterilen bu özen, içindeki yazar kimliğini kıpırdattı. Sessizce yaklaştı.
“Affedersiniz,” dedi, sesi neredeyse fısıltıydı. “Kitapla yolda yürüyen birini ilk kez görüyorum. Dayanamadım.”
Kadın başını kaldırdı, gülümsedi. “Hiç sorun değil,” dedi. “Bu kitabı defalarca okuyabilirim.”
Adam bir adım daha attı. “İzin verirseniz… ne okuyorsunuz? Kim yazmış?”
Kadın bir an durdu. Gözleri uzaklara kaydı. “Tanınmayan biri,” dedi. “Bir arkadaşım önerdi. Başta öylesine aldım ama… sayfalarına saplandım. Öyküleri yumuşak ama keskin. Karakterler neredeyse canlanıyor. Beni tanıyormuş gibi konuşuyorlar. Anlatıcının yaşadıkları hissediliyor; belki de yazmadan yaşanamaz böyle şeyler. Adını daha önce hiç duymadım ama… sanki hep biliyormuşum gibi yazıyor.”
Adamın boğazı kurudu. Bir şeylerin onu tutup geriye çektiğini hissetti.
Yutkundu, “Kitabın ismini merak ettim. Kapağını göremedim, dantel örtüden…”
Kadın küçük bir kahkaha attı, parmaklarını zarafetle kitaba uzattı. Danteli kenara kaydırdı.
Kapakta şu yazıyordu:
“Aynanın öteki yüzü”
Ve hemen altında:
Kazım Demir
Adam gözlerini kapadı bir an. Kalbi duracak gibiydi. Kadın bu ani sessizliği fark etti.
“Siz tanıyor musunuz bu yazarı?” diye sordu.
Adam, dudakları titreyerek gülümsedi.
“Biraz,” dedi. “Çünkü o kitabı yazan benim.”
Kadının yüzü dondu. Gözleri açıldı. Kalbi hızlandı. Geriye bir adım attı.
“Siz… Kazım Demir misiniz?”
Adam başını eğdi, “Evet.”
Kadının gözlerindeki parıltı değişti. Sevinç yerini gölgeli bir gerilime bıraktı.
“Sizin…” dedi fısıltıyla. “Sizin yüzünüz yıllar önce bir dosyada vardı. Ailemden biri… sizin yazdığınız bir yazı nedeniyle tutuklandı.”
Adamın kalbi sıkıştı. “Anlamadım?”
Kadın gözlerini kaçırdı.
“Siz bunu bir öykü sanıyorsunuz. Ama ben size rastlamayı yıllardır bekliyordum. O kitap benim için bir izdi. Ve şimdi iz bitti.”
Kadın çantasından siyah kaplı küçük bir defter çıkardı. İçinden bir kâğıt alıp uzattı.
Adam titreyerek aldı. Kâğıtta, yıllar önce yazdığı bir köşe yazısının kesilmiş bir fotokopisi vardı. Altında:
“Bu yazı, 2003 yılında alınan bir gözaltı kararına delil olarak sunulmuştur.”
Adam kâğıda bakarken, kadın arkasını döndü.
Kitabı eline aldı. Dantel kapağı yerine çekti.
Ve hiçbir şey demeden uzaklaştı.
Adam orada kaldı.
Bir cümlesi, bir hayatı değiştirmişti.
Bir öykü yazmıştı… ama birinin kaderine dokunmuştu.
Şimdi o kitap, dantel işlemeli kapağının ardında sadece öyküler değil; bir yüzleşme, bir suskunluk taşıyordu.
Ve adam, ilk kez yazmanın ne kadar ağır bir şey olduğunu orada anladı.
5.0
100% (1)