0
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
249
Okunma

Ambulansın sireni araya girmeseydi, ona yapacağını biliyordu ya! Dudağının ucuna kadar gelmişti küfürden beter ağırlıkta o sözcükler… Ama Allah’ın sevdiği kulu olmalıydı ki karşısındaki;
tam ağzını açmış, büyük bir mutlulukla sözüne başlayacakken, o
ölüm dolu ses girmişti devreye.
“Senden bile beklemezdim bunu!” diyerek başlayacaktı, onu dövmekten de beter edecek sözlerine. “Gerçi yıllar içinde çok değiştin sen. Lisede tanıdığım o hassas, utangaç kızdan fersah fersah uzaktasın. Ama yine de bir sınırın vardır diye düşünüyordum ben. Ama bu son yaptığınla öyle bir çizgin olmadığını anladım.”
İşte o sırada ambulans geçmişti, içinde bulundukları evin önünden. Kocaman bir çizgi çekerek peşinden… Bir ucuna doğumu, diğerine de ölümü koyarak; “işte hayat” demişti, ‘da di, da di’leriyle… “Bu kadar dert etmeye gerek yok hiçbir şeyi… Sonunda ölüm yok mu?!”
“Sustun. Tam bir şey diyecektin… Birden vazgeçtin nedense. Ne var, söyler misin?”
“Görmüşler ikinizi. Hiç de en yakın arkadaşının eşi gibi bir tavrın yokmuş ona, yani kocama karşı. Düpedüz iki sevgili gibi bakıyor, gülüyor, ikiniz dışında kimse yokmuş gibi burnunuzun ucunu bile görmüyormuşsunuz. O gün bir de bana uğradın hiç utanmadan.”
İşte dudağının ucunda bunlar vardı, o ambulans evin önünden geçerken tam da… “Hayat denen çizginin hangi noktasındasın kimbilir, ne kadar daha var sona, bilmiyorum. Ama bir son var nihayetinde, öyle değil mi?” derken, bağıran sesiyle…
“Şunu diyecektim. Senin o utangaç, yanakları hemen pembeleşiveren liseli kız hâlini çok özledim. Ne uzun uzun sohbetler ederdik o zamanlar, değil mi? Söz ettiklerimiz hep dışarıya ait şeylerdi. Tanımadığımız bir dünyayı kelimelerle ehlileştirmeye, okşayabileceğimiz bir kıvama getirmeye çalışıyorduk usul usul sanki. Ancak böyle yatıştırıyorduk belki de, hayata karşı deli gibi çarpan kalbimizi."
“Peki şimdi..?!” diye sordu, onu şaşkınlıktan afallatacak kadar pembeleşerek yanakları. “Şimdi tanıyor muyuz o dünyayı yeterince? O yüzden mi sözcüklerimizi yitirdik, konuşacak şey bulamıyoruz? İki lafı bile zar zor ediyoruz.”
“Belki yitirdiğimiz sözcüklerimiz değildir…” dedi, ambulansın sesi hâlâ kulaklarında yankılanırken… “Sadece söyleyemiyoruzdur. Sözcüklerimizi değil; sınırlarımızı, ’vicdan’ denen o pusulamızı yitirmişizdir çünkü. ’Söyleyemeyeceğimiz şeyler’ yapmamızı önleyen en küçük bir barikat kalmamıştır önümüzde artık.”
5.0
100% (3)