1
Yorum
11
Beğeni
5,0
Puan
230
Okunma
‘’Sanmayın, çiçeklere vurulmuş kelebeğim;
Ben, güzel sinelerde kurumuş bir çiçeğim.
Ne ipek eller beni okşadı, göğse taktı…
Sonunda yere attı, yol üstünde bıraktı.’’(Alıntı)
Yalnızlığın diktası ve rotası ömrün
Belki de bir oyun sözcüklerin de divası iken
Şiir denen iklimde seyrelen saçları şairin:
Yeni mısralara gebe
Genlerinde saklı ilham ve mucize
Tafrası şaşkın aşkın
Aşina olduğu özlemse sırdaşı şairin
Bir nebze de olsa dokunulmazlığı olmaz mı?
Şadırvanda yaşayan kuş
Kuşu seven yabancı
Ey, yalancı rüzgâr
Muaf tuttuğun mademki uçuşan yapraklarım
O halde, sakın ama sakın terk etme beni
Gizinde şiirin dumanı üstünde tüten izinde sevginin
Kanadığım kadar kanattığım kanadında şahikanın
O zümre ki:
İçimde ukde kalan bir ömür
Zuhur eden teselli
Varsa yoksa sözcüklerdir
Ruhumda taşıdığım iade-i itibarı iken sevginin
Nefes nefese şiirler
Naftalin koksa da hüzün
Boyumu aştı bir kere dalgalar
Efkârın yanık ucu
Tutuştuğum kadar da tutuklusu
Olmalı insan aşkının ve ruhunun…
Hangi duygu mubahtır ilk bakışımda gözlerinize özlediğim mevsimin teninde yanan bir yıldız gibi vuruldum size ve kuyruğuma takılı binlerce hicran zerresi ile yürek ikliminizde doğmak istedim bir güneş gibi bir şiir gibi…
Leylisi bu aşkın ve eflatun yalnızlığım…
Körün istediği bir göz ve Tanrı bahşetti sizi bana.
Binlerce cümle kurmak istiyorum binlerce kere yenildiğimi de kabullenip uyuyup uydunuz olmak istiyorum sizin ve de bu şehrin…
Ah, söküklerim.
Ah, sarkıtlarım dikitlerim…
Ve içimde emsalsiz bir buzdağı kapısı olmayan bir handan ben nasıl olur da sessizce göçerim?
Nasıl girdimde bu kapıdan arkamda bırakıp da gidemiyorum bedenimi.
Nasıl girdimse bu yola baş koyduğumun ertesi yoldan çıkma ihtimalimle yol oluyorsunuz bana, baba oluyorsunuz her anlamda ve çınarım ve dağım ve yamacım…
Yansız bir aşktır bu ve de karşılıksız.
Yaşlıdır gözleri kalemin ve ıssızlığın da müptelası sonbahar ve canımı yakan Eylül ve evet, her yıl umutla ve coşkuyla beklediğimdir de güz mevsimi ve güç bela sevenlere inat bense aşka biat hem ağlarım hep giderim hem de yazarım…
Hemzemin geçidinde uyuya kaldığım…
Köprülerin seyrinde aşka ve İstanbul’a daldığım dalgalı seslerin ve delişmen rüzgârın da seferisiyim ve bilinmezin indinde ektiğim kadar hüznü doğrudur da şiir biçtiğim.
Malulen emekli olmuş bir kor alfabedir yangın çıkaran.
Sözünden dönmüş bir namerttir bu yangının ilk kıvılcımı:
Ne sekerim ne sökün ederim ne de çok sakarımdır ve tek bildiğimdir yazmak öncesinde okumakla iştigal bir ömür ve figanı yitik senelerden geride tek kalan…
Seyrindeyim de iklimin ve sefasını sürdüğüm kadar hüznün meylettiğim de doğrudur ölüme ve ön sözüdür ömrün bazen kerrat cetvelinden sökün eden mini mini birler basamağında sektiğim kadar da ikiye varamadığımdır tek gerçek ve ben kalmaya mahkûm bir isyandır içimi silip süpüren asla da biz olmaya meyletmediğim…
Ütüsüz duygularım ve tüm kırışık sözcüklerim ve azadesi imgelerin bense bir sabır taşı misali kâh çatlarım kâh kasarım kâh yazarım kâh silerim de…
İmge basamağında ve birler hanesinde seğirir gözlerim bilirim ki beni anmazsınız yine de mahal vermediğim kadar ihtimallere bandığım her cümlede sizi temenni ederim ve de teselli ederim kalemim tecelli eden umuda duyduğum saygı ile sönse de feri yüreğimin…
5.0
100% (3)