0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
106
Okunma
Benim de Bir Zamanlar Annem Vardı.
Benim de bir zamanlar çok güzel bir annem vardı.
O zamanlar henüz üç-dört yaşlarındaydım. Hatırladığım kadarıyla annem esmerdi, çakır gözlüydü, çok çalışkan ve çok sevgi doluydu. Beni o kadar severdi ki, dünyada sadece ben varmışım gibi hissederdim. Zaten başka kardeşim de yoktu.
Bazen beni soyar, büyükçe bir leğene oturtur, ocakta güğümde ısıttığı suyla köpük köpük sabunlayarak yıkardı. Yıkanmayı sevmezdim ama annem öyle nazikçe yıkardı ki, bazen sırf onun o ellerini hissetmek için ses etmeden dururdum. Sonra anneannem beni havluya sarar, giydirirdi. Annemin önüne oturur, saçlarımın taranmasını beklerdim. O anlar, bir çocuğun hayatında cennetten kopmuş bir parça gibiydi. Annem saçlarımı tararken başımı okşar, koklar, “Aman da ne güzel kokuyor bu güzel kız!” deyip boynuma öpücükler kondururdu.
Ben saçlarımın arkaya salınmasını isterdim ama annem hep, “Sen daha küçüksün yavrum, büyüyünce istediğin gibi yaparsın. Şimdilik böyle örmek daha iyi,” derdi. Uzun uzun tarar, saçlarımı öyle bir özenle kuruturdu ki, sanki geleceğe hatıra bırakmak ister gibi…
Babam başka bir köyden bizim köyümüze çalışmak için gelmiş. Sonra annemle evlenmişler. Birbirlerini sevmişler. Ama ben daha iki yaşındayken… Babam, köyde bir komşunun tarlasından öküz arabasıyla buğday demetlerini getirirken hayvanlar ürkmüş, araba devrilmiş. Ve babam… tıpkı bir yaprak gibi, sessizce toprağın altında kalmış.
O günden sonra yalnızca üç kişi kaldık: Annem, anneannem ve ben. Hayat bizim için orada biraz durdu, biraz da değişti. Köyde dayım, halam vardı ama herkes kendi derdindeydi. Yine de kimse bizi sahipsiz bırakmadı. Annemle anneannem ziraat işlerinde çalıştı, ben de tarlanın kenarında, bir ağacın altında annemin diktiği bez bebekle oynardım. O bebeğe sıkı sıkı sarılır, onun annem olduğunu hayal ederdim.
Bir gün, ilçenin pazarına gitmek için komşularla birlikte yaylı arabaya bindik. Ben annemin kucağındaydım. Sonra bir ses, bir sarsıntı… Atlar ürktü, araba devrildi. Her şey birkaç saniye sürdü. Annem... tıpkı babam gibi… oracıkta hayatını kaybetti.
Ama beni… beni kucağına öyle bir sarmıştı ki… Sanki kendini bana siper etmişti. O an bir annenin ne demek olduğunu bile bilmezdim ama içimde bir şey koptu. Anneannem hafif yaralıydı. Ağlamaya başlamışım. “Korkma kızım, annen iyi… sadece uyuyor,” dedi.
Eve getirdiler annemi. Sofa’ya yere bir yatak serildi, üstüne bembeyaz bir çarşaf örtüldü. Ama ben biliyordum… Bu, bir uyku değildi. Uyusaydı beni öperdi. Kokumu içine çekmeden asla uyumazdı.
Sonra kadınlar geldi. Annemi aldılar, bahçemizin bir köşesinde örtülerle çevrili bir yere götürdüler. Kazanlarda su kaynatıldı. Annemi görmek istedim ama hep uzak tuttular beni. Ta ki bazı kadınlar “Kızı da görsün… bir görsün annesini…” deyinceye kadar.
Anneannem beni kucağına alıp o örtülerin arasına götürdü. Annem orada, yüksekçe bir yerde yatıyordu. Bembeyaz çarşaflar içinde… O kadar güzeldi ki, gözleri kapalıydı ama sanki gülümsüyordu. Sanki rüyasında beni görüyordu. “Anne… anneciğim…” demişim titreyen bir sesle. Annemin sıcak tenine dokundum. Sıcacıktı. Ölüm böyle mi olurdu? Sıcacık ve sessiz?
Sonra annemi tabuta koydular. Camiden sonra mezarlığa götürdüler. Dayım, eniştem ve bazı komşular annemi bembeyaz kefeniyle toprağa verdiler. Anneannem hep “Senin annen melek oldu, gökyüzünden seni seyrediyor,” derdi.
O günden sonra her açık havada gökyüzüne bakar, yıldızlar arasından birini annem zannederdim. En parlak hangisiyse, annem oydu. Ona el sallardım, bazen içimden konuşurdum. Bir gün büyüdüm, anne oldum. İki kızım var şimdi. Onları çok seviyorum. Eşimi de öyle. Ama annem…
Anneler Günü geldiğinde ben hep o bembeyaz örtüler içinde, uyurken gülümsüyormuş gibi duran annemi hatırlarım. Ve her seferinde, yanağımdan bir damla yaş usulca süzülür. Çünkü bilirim…
Benim de bir zamanlar bir annem vardı.
O artık bir melek.
Kamil Erbil