0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
84
Okunma
Adaletin Gölgesi
Vardığımda öğle çoktan geçmişti. Gölün kıyısında yer alan hastaneye doğru sürdüm motorumu. Park yerine yanaşıp ana girişten içeri girdim. Dedemle anneannem, bir arkadaşlarının daveti üzerine onların ikinci çadırında kalıyorlarmış. Ne olduysa orada olmuş. Çadırın önüne biri gelmiş, tartışma büyümüş, dedemin kolu kırılmış. Anneannem kavgayı ayırmaya çalışırken başını taşa çarpıp yaralanmış. Detayları henüz bilmiyorum ama öğreneceğim.
Danışmaya dedemin adını söyledim, kaldığı odayı öğrendim. Koridorda ilerlerken babam karşıma çıktı.
“Gel oğlum, buradalar,” dedi.
İki kişilik koğuşta dedem bir yatakta, anneannem diğerinde yatıyordu. Dedemin iki kolu da alçıdaydı, anneannemin başı sargılarla sarılmıştı. İçim yandı ama belli etmemeye çalıştım.
“Geçmiş olsun gençler,” dedim.
Dedem gülümsedi. “Zıpır oğlan... Gel bakayım buraya!”
İkisini de öptüm.
“Yakışmamış bu yataklar size.”
“Yakıştırana bak!” diye güldü dedem.
“Nasıl oldu bu iş?”
Tam o sırada odaya giren doktor, dışarı çıkmamızı istedi. Annem içeride kaldı, biz babamla bahçeye çıktık.
Kafeteryada bir masaya oturduk.
“Baba, olay tam olarak nasıl olmuş?”
“Dedemler, arkadaşlarının çadırına yerleşmişti. İkinci gün, öğleden sonra, biri çadırın önüne gelip bağırmaya başlamış. ‘Burası sizin mi de çadır kuruyorsunuz?’ demiş. Dedem de, ‘Bizi arkadaşımız çağırdı’ deyince adam, ‘Burayı hemen boşaltın’ diye diretmiş. Bu sırada çadırın sahibi de gelip durumu açıklamış: ‘Burası kamu alanı, çadır kurmakta sakınca yok.’ Ama adam sinirlenmiş: ‘Ben sevgilimle buraya geliyorum, bu alanı kullanamazsınız!’ demiş. Sonra levye ile saldırmış. Dedem, onun arkadaşı ve anneannen darbe almış. Polise civardaki barakalarda kalanlar haber vermiş.”
“Peki ya saldırgan?”
“Polis alıp götürmüş. Biz dedemlerle uğraşırken onunla ilgilenemedik.”
“Ben gidip bakacağım baba,” dedim.
“Git ama dikkatli ol.”
Motoruma atladım, olayın yaşandığı yere gittim. Hâlâ kan izleri vardı. Barakalarda oturanlarla konuştum, bana da aynısını anlattılar. Saldırganın eski model bal köpüğü renkli bir Bursa plakalı Mercedes’i, sevgilisinin ise 77 plakalı bir Uno’su varmış.
Oradan doğruca karakola gittim. Başkomiserle görüşmek istedim. İçeri alındım. Karşıma çıkan kişi şaşırtıcıydı: Olayın faili, başkomiserle çay içiyordu.
“Amirim, bu adam dedemi hastanelik etti,” dedim.
“Savcılığa sevk ettik, artık top onda,” diye geçiştirdi.
“Suçluyla birkaç dakika konuşmam mümkün mü?”
“Olmaz! Çık dışarı evlat!”
Sinirle dışarı çıktım, durumu aileme anlattım. Annem, “Oğlum, sakın bir delilik yapma,” dedi.
“Yok anneciğim. Ama mahkemeyi izleyeceğim.”
Savcılık önünde beklerken, o adam polis eşliğinde geldi. Göz göze geldik, yüzü bembeyaz oldu. Mahkemeye alındılar. Duruşma bittiğinde sonucu sordum: “Tutuksuz yargılanacak.” Gülerek çıktı içeriden. İçim yandı ama bir şey yapmadım.
Sonra yine karakola döndüm. Yine başkomiserin karşısındaydım. Yine o adam içerideydi.
“Amirim, adalet böyle mi sağlanır? Suçluyla kanka olmuşsunuz,” dedim.
Bağırdı, çağırdı, üstüme yürüdü. “Defol buradan!”
“O adamı koruyarak suç işliyorsunuz,” dedim.
Polis zorla dışarı attı beni. Ama hikâye bitmemişti…
Kâmil Erbil