0
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
115
Okunma
Mete tekneye binmeden önce kenarda durup, sırayla Jülide ve Jale’ye elini uzatarak tekneye binmelerine yardım etti. Tekneye yerleştikten sonra hiç beklemeden halatları çözüp, hareket ettiler. Limandan uzaklaşıp, adanın etrafında yavaşça gezinmeye başladılar. Jale rüzgârın deniz kokusuyla karışıp yüzünde ve saçlarında dolaşmasından memnun, neşeli bir ruh haliyle sabah güneşini izliyordu. Jülide uzaktaki kayalıkları işaret ederek anlatmaya başladı, “Orada gördüğünüz kayalıkların hikâyesini biliyor musunuz?” ona bakan donuk ama bir o kadar meraklı gözleri görünce anlatmaya devam etti. “Orası halk arasında ‘Peynir Kayalıkları’ diye biliniyor. Rivayete göre çok uzun zaman önce orada cimri ve yaşlı bir kadın yaşarmış. Bu kadın ne kadar sevimsizse, keçi ve koyunları bir o kadar sevimliymiş. Sürü halinde onunla yaşarlarmış. Kadın onların sütünden yaptığı peynirleri üst üste dizer, peynirler yükseldikçe cennete ulaşacağını düşünür, daha büyük bir hırsla peynir yapmaya devam edermiş. Günlerden bir gün, sokaktan geçen küçük bir kız ve kardeşi bu uzun, peynirlerden oluşan kolonları görüp büyülenmiş. Kızın kardeşi, ‘Abla ne olursun bir tane alalım, çok açım.’ demiş. Ablası, ‘Nasıl alacağız, görmüyor musun en yukarıdaki peynir ne kadar yüksekte duruyor. Ona ulaşmamız imkânsız. Alttaki peynirlerden alırsak, bu sefer de yukarıdakilerin hepsi üzerimize devrilir. Hırsızlık çirkin bir şeydir, çaldıktan sonra altın da olsa peynir de olsa, hırsız olduğun gerçeğini değiştirmez. Gel kapıyı çalıp, nazikçe soralım.’ Kardeşiyle birlikte kapıyı çalmışlar. ‘Teyzeciğim, peynirinden biraz verebilir misin? Kardeşimle birlikte uzun yoldan geldik, açlıktan bayılacağız.’ demişler. Bunu duyan yaşlı kadın, ‘Benim size verecek peynirim yok. Hepsini kendi emeğimle yaptım. Şimdi defolun gidin başımdan!’ diyerek onları kovmuş. Kız çocuğu aç olduğu için yalvarmasına rağmen, yaşlı kadın ona inanmamış ve peynirlerinden vermemekte inat etmiş. Tanrı, yaşlı kadının bu bencil hareketine o kadar sinirlenmiş ki, eşi benzeri olmayan bir fırtına çıkarmış. Soğuğa ve sert rüzgâra dayanamayan peynirler taşa dönüşmüş ve kadının üzerine yağmaya başlamış. Yaşlı kadını bir daha gören olmamış. O zamandan beri, bu kayalıklar ‘Peynir Kayalıkları’ olarak bilinir olmuş.” Jale, “Vay be! Abla genel kültür deyince de sen valla! Daha önceki hayatında tur rehberi miydin yoksa sen?” Jülide, “Reyhan’la takılmaktan, sen de onun gibi konuşmaya başlamışsın. Lütfen kendine çeki düzen ver. Bugün dağdan inmedin diye düşünüyorum.” Mete kavganın büyümesini engellemek için hemen lafa karıştı, “Çok etkileyici bir hikâyeymiş. Ben çoğu kez buradan geçtim fakat bir kez olsun dikkat edip kayalıklara bakmamıştım. Heybetiyle dikkat çekiyor aslında… Nasıl görmediysem! Biraz tuhaf bir manzara öyle değil mi? Sahiden peynire benziyor.” Jale yüzünü Jülide’nin suratından, meraklı bir ifadeyle kayalıklara doğru çevirip düşünceli bir şekilde kayalıkları inceledikten sonra, “Evet, öyle… Aynı üst üste dizilmiş kalıp peynirlere benziyor.” dedikten sonra ekledi, “Belki de, yaşlı kadının platonik bir aşkı vardı. Kadın gençliğinde onu reddetti. Onun kendi ayakları üzerinde durabildiğini gören takıntılı adam onu daha çok kıskanmaya başladı. Böylece kendi çocuklarını aç bir halde ona göndermeye karar verip, böyle bir hikâye uydurdu. Köy halkı zaten açtı, bu nedenle bu hikâyeye hemen inandılar. Bu yalanla birlikte ayaklanan halk, gözü dönmüş bir halde onun koyunlarını ve keçilerini çaldılar. Kadın aç ve susuz, çaresizce öldü. Kim bilebilir? Ayrıca bu kadar uzak bir yer de kim tek başına yaşar ki? Kadın sadece peynir tüketerek yaşayamaz herhalde. Bence bu hikâyenin ardında başka bir şey vardı.” Mete, “Kadın da olsa, erkek de olsa bencil insan daima kötüdür. Bunun cinsiyetle değil, insan olmakla ilgisi var.” Jülide, “Jale bu kadar hayalperest olma. Dünya hayal kurmak için fazla kısa.” Jale, “Pek zekice bir şey uydurmadığımın farkındayım. Boş konuşmayı da hiç sevmem aslında. İyi veya kötü olsun, hayal etmeyi severim. Hayal etmek benim için büyük bir tesellidir. Rüya görmek ise bunun bir tık üstüdür. Rüyalarım o kadar çarpık ve erişilemez ki, onları saklamakla yetiniyorum.” Mete, “Rüyalarını kimse anlamaz korkusuyla mı yoksa onlardan utandığın için mi saklıyorsun?” Jale, “İkisi de değil aslında… Rüyalarım çok uzun olduğundan, anlattığım zaman kimse sonuna kadar dinlemek istemiyor. Dinleyen insanların bir süre sonra dikkati doğal olarak başka yere kayıyor.” Mete, “Eğer bana anlatsaydın, eminim ki sonuna kadar dinlerdim.” Rüzgârın etkisinden midir bilinmez, buğulanmış gözleriyle birbirlerine bakarken, Jale’nin bakışları birini özlermişçesine uzaklara dalıp Mete’den ayrılana dek, teknede geriye sadece ikisi kalmış gibiydi. Teknenin gövdesine vuran dalgaların etkisiyle hafifçe sallandılar. Sessizlik dalga seslerine karışıp kaybolmuştu.
5.0
100% (1)