0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
46
Okunma
Fred Reed’in Kalpten Kalbe Yolculuğu: Zorba’dan Said Nursi’ye Uzanan Dönüşüm Hikâyesi
Bu metin, Amerikalı yazar ve düşünür Fred Reed’in, Kazancakis’le başlayan entelektüel serüveninin Said Nursi ile kurduğu derin bağ üzerinden İslam’a yönelişini konu edinir. Reed’in Batı’dan Doğu’ya, California’dan Şam’a uzanan seyahati; yalnızca coğrafi değil, aynı zamanda ruhsal bir dönüşümün izlerini taşır. Bu yazı, bir ateistin imanla yüzleşmesini, devrimci kimliğin yerini tasavvufi sezgilere bırakışını anlatıyor.
ENTELEKTÜEL KAÇIŞ VE SAİD NURSİ 
Halit Aslan
Fred Reed, bir kaçışın ya da belki de bir arayışın insanıdır. Bir Zamanlar Biz Birdik adlı kitabında, yaşamını bir anı-otobiyografi biçiminde kaleme alır. 1939 yılında California’da doğan Reed, Pasadena’nın kırsalında kardeşi Jim ile uzun yürüyüşler yaparak büyür. Babası yarı zamanlı bir müzisyen, annesi ise öğretmendir. Disiplinli bir aile ortamında yetişen Reed, henüz on beş yaşındayken eski bir arabayla uzun bir yolculuğa çıkar.

Gençlik yılları, Vietnam Savaşı dönemine denk gelir. Bu dönemde bir kitapçıdan Nikos Kazancakis’in Zorba adlı eserini satın alır. Kazancakis, Fred’in ruh dünyasında derin izler bırakır. Amerika’nın siyasi baskıcı yapısından kurtulmak ve Vietnam Savaşı’na katılmamak için Yunanistan’a doğru yola koyulur. Bu ayrılış, onun entelektüel bir yolculuğa çıkışının ilk adımıdır.

Yunanistan’da, tanıştığı her insan onun için bir üniversiteye dönüşür. Fred, Yunanca öğrenip Kazancakis’i çevirmeyi hedefler. Birçok evde, pansiyonda kalır; Yunan kültürünü yakından tanır. Bu kültürün, Osmanlı-Türk kültürünün bir parçası olduğunu fark eder. Yunanistan, onun zihninde yeni kapılar aralar.

Fred’in yolu daha sonra İran’a düşer. İran Devrimi üzerine bir belgesel hazırlamak üzere gittiği bu ülkede, Batı’nın ötekileştirdiği doğunun çok daha saygın bir yüzüyle karşılaşır. Kadın-erkek devrimcileri hayranlıkla gözlemler. İran’da, devrim sonrası dönemin önemli kadın siyasetçilerinden biri olan Masume İbtikar ile tanışır. Masume Hanım, ona devrim üzerine yazılmış bir kitabın çevirisini teklif eder; Fred bu teklifi düşünmeden kabul eder. İran’ın muhalif düşünürlerinden Abdulkerim Süruş’la tanışır. Hüseynî matemlerini gözlemlerken, bir anlam arayışına sürüklenir.

İran’dan sonra Türkiye’ye geçer. Amacı, İslam üzerine bir kitap yazmaktır. Minibüslere biner, sokak sokak dolaşır. Türkiye’de bulunduğu sırada bir heyet, İslam’a dair çalışmasını duyar ve onu bir yemeğe davet eder. Buluşma esnasında karşısına çıkan dört kişiden biri Faris Kaya’dır. İngilizce tercüman aracılığıyla sohbet ederler. O gün, Fred Reed ilk kez Said Nursi ismini duyar.

Bu tanışma, onun hayatında Kazancakis kadar sarsıcı bir etki bırakacaktır. Devrimci, sendikacı ve ateist olan Reed, Said Nursi’nin sürgün ve zindanla örülmüş hayatında kendi yaşamından izler bulur. Barla’dan Urfa’ya, Said Nursi’nin izlerini sürer. Onun son günlerini geçirdiği İpek Palas Otel’in 27 numaralı odasını ziyaret eder. Balıklıgöl’de fotoğraflar çeker, ardından Şam’a geçerek Nursi’nin Emevi Camii’nde on bin kişiye hutbe verdiği yeri görür.

Bu süreçte ilginç bir detayı da paylaşır: Said Nursi’nin mezarını bildiğini ama bir saygı ifadesi olarak bunu açıklamayacağını yazar.

Bu uzun entelektüel yolculuğun sonunda Fred Reed, Kanada’ya geçer. Burada, Profesör Bilal Kuşpınar’ın evinde Müslüman olmaya karar verir. Bugüne kadar ateist olduğunu ama İslam’daki “Tanrılar yoktur” anlayışının, onu “Allah’tan başka ilah yoktur” hakikatine hazırladığını söyler. Müslümanlığı yalnızca bir inanç değil, aynı zamanda estetik bir tavır olarak tanımlar. Kitabını ise Said Nursi’nin şu sözleriyle tamamlar:

“Kalbinizdeki adavete adavet edin ve muhabbete değer her şeyi sevin