0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
111
Okunma
Önsöz
Proxima Genesis, insanlığın ötegezegenlerdeki ilk şehrini doğurduğunda, Twilight gezegeninin kırmızımsı göğü altında bir umut filizlenmişti. 13. Sezon, bu başlangıcın hikayesiydi: tozlu çöllerden yükselen kubbeler, robot annelerin metal ellerinde şekillenen bir gelecek. Ama o umut, bir sınır tanımıyordu. Nova Spes, Mars’tan ayrıldığında, 900 yıl önce Terminus şehrinde inşa edilmiş bu gemi, yıldızlararası boşlukta insanlığın hayallerini taşıyordu. 37 yıl, oosit teknolojili bir kapsül uykusunda yalnızca 4,5 ay gibi geçti; kaosun eşiğinden dönen gemi, nihayet Alpha Centauri A’nin beyaz ve Alpha Centauri B’nin sarı ışıklarına ulaştı.
Alpha Centauri A b I, uydusu insanların Aden olarak isimlendirdiği beklenmedik bir cennetti. Kristal ormanları şarkılar söylüyor, biyolüminesans bitkiler Toliman’ın gölgesinde dans ediyordu. Ama bu dünya yalnız değildi. Kentaura’lar, dört mekanik bacağıyla yıldızların çocukları gibi koşarken, şeffaf sinir ağlarında duygularını ışıkla anlatıyordu. Onlar, Chironis olarak isimlendirdikleri Alpha Centauri A b I’in ruhuydu; doğayla teknolojinin birleşimi, kristal kırların efendileri.
Nova Spes’in 10 yolcusu uyandığında, karşılarında yalnızca bir gezegen değil, bir soru buldu: Bu yeni genesis, bir işgal mi olacaktı, yoksa bir uyum mu? Alpha Genesis, Proxima’dan Alpha Centauri A b I’e uzanan bu yolculuğun ikinci perdesi. Kentaurus’un Çocukları, hem insanları hem Kentaura’ları kucaklayan bir mirasın adı. Ve hikaye, burada, kristal ağaçların şarkısıyla yeniden başlıyor.
Bölüm 1: Nova Spes’in Yolculuğu: Twilight’tan Yıldızlara
Twilight’taki Proxima Genesis üssü, sabahın ilk ışıklarıyla hareketlenmişti. Gökyüzünde Proxima Centauri’nin kırmızımsı parıltısı, üssün cam kubbelerine vuruyor, aşağıdaki koşuşturmayı bir tiyatro sahnesi gibi aydınlatıyordu. Nova Spes, yörüngede sessizce bekliyordu; 900 yıl önce, 2065’te Mars’taki Terminus şehrinde mühendisler tarafından inşa edilmiş bu gemi, birkaç sene önce Proxima Genesis kolonistleri tarafından tamir edilmişti. Tamirler aceleye gelmiş, bazıları kusurlu kalmıştı ama yine de gemi, Alpha Centauri A ve B’ye 37 yıllık bir yolculuk için hazırdı. Bugün, insanlığın yıldızlara uzanan yeni umudu burada filizlenecekti.
Sam, kontrol odasında ekibin başında duruyordu. 31 yaşında, kararlı bir liderdi; gözleri, pencereden görünen Nova Spes’e kilitlenmişti. Onunla birlikte toplam 10 kişilik gönüllü ekip toplanmıştı: Hibernasyon kapsülleri henüz kapanmamıştı; herkes son kontrolleri yapmak için ayaktaydı. Odanın holografik ekranlarında geminin sistemleri yanıp sönüyordu: yakıt kepçesi, plazma roketi, enerji jeneratörleri... Her şey bir saat kadar sonra başlayacak yolculuğa işaret ediyordu.
Sam, ekibe döndü ve gülümsedi. “Herkes hazır mı? Alpha Centauri A ve B, 0.2 ışık yılı ötede bizi bekliyor. 37.5 yıl sürecek bu yolculuk, ama Oosit teknolojili kapsüller sayesinde sadece 4,5 ay yaşlanacağız. Kimler geliyor?” Sesi, hem heyecan hem de sakin bir güven taşıyordu.
Musa, 29 yaşında, esmer ve neşeli bir adam, kollarını açarak öne atıldı. “Sam, bu çölden kurtulup yıldızlara gitmek mi? Kesinlikle varım! Twilight’ın tozundan bıktım zaten.” Kahkahası odayı doldurdu, gerginliği bir anlığına dağıttı.
Yunus, 32 yaşında, motor uzmanı, sakin bir tavırla başını salladı. “Sam, motor tam, teknoloji hazır. Bunu kaçırmam. Plazma roketi saniyede 1600 kilometreye çıkacak; düşünmesi bile çıldırttı beni.” Gözleri, ekrandaki roket simülasyonuna kaydı.
Esma, 34 yaşında, ekibin en deneyimlisi, derin bir nefes aldı ve öne çıktı. “Sam, bu yolculuk insanlık için yeni bir başlangıç. Torunlarım burada kalacak, ama ben onların geleceği için gidiyorum. Nova Spes, bizim umudumuz.” Sesinde hem hüzün hem kararlılık vardı.
Sam 31 yaşında lider ruhlu ve kararlıydı, ekibin geri kalanına baktı. Esma, 34 yaşında, stratejik ve soğukkanlı, Musa, 29 yaşında, cesur ve maceraperest; Luluva, 31, pratik zekalı; Yunus, 32 yaşında, bilge ve anlayışlı; Enoch, 24 yaşında, genç ve meraklı; Zaid, 28, sessiz ama sağlam bir duruşla; Havîma, 24, neşeli ve enerjik; Amina, 27, analitik bir zihin; Selene, 26, hayalperest ve sakin. Hepsi başıyla onayladı. Liste tamamdı: 5 kadın, 5 erkek, 10 insan. Ve tabii, kargo bölümünde uyuyan 100 robot anne. Nova Spes, Twilight uygarlığının tohumlarını taşıyacaktı.
O sırada, geminin süper zeka yapay zekası Al-Hakim’in sesi hoparlörlerden yankılandı. “Sam, hedef Alpha Centauri, 1G ivmeyle hızlanma süresi 45 saat 20 dakika. Seyahat süresi 37.5 yıl. Kapsüller stabil, motorlar %100 verimli. Ateşlenmeye 17 dakika var.” Al-Hakim’in sesi, mekanik ama güven vericiydi; sanki bir dost gibi konuşuyordu.
Musa, sandalyesinde kıpırdanarak sordu. “Sam, 37.5 yıl sonra ne bulacağız? Orada gerçekten yaşanabilir bir yer var mı?”
Sam, ekrana bakarak gülümsedi. “Musa, bilmiyoruz; ama bulmak için gidiyoruz. Rigil Kentaurus ve Toliman... Bu isimler bile kulağa destansı geliyor. Nereden geliyor bunlar, biliyor musun?”
R-1, kargo bölümünden kontrol odasına giren ilk nöbetçi robot, metalik bir tıkırtıyla devreye girdi. “İzin verirseniz, açıklayayım, Sam. Rigil Kentaurus, Arapça kökenli. ‘Centaur’un ayağı’ demek. Alpha Centauri A’nın eski adı. Centaurus takımyıldızında yer alıyor. Toliman ise B yıldızı için kullanılıyor.” R-1’in sesi düz ama bilgilendiriciydi.
Sam başını salladı. “Teşekkürler, R-1. Destansı bir yolculuk için destansı isimler. Hazır mıyız, ekip?”
Esma, cam kubbenin önünde durdu ve ekibe döndü. Derin bir nefes aldı; gözleri, Twilight’ın kırmızımsı ufkundan Nova Spes’in yörüngedeki siluetine kaydı. “Arkadaşlar, 65 yıl önce buraya ilk kolonistler geldi. Şimdi biz, yıldızlara gidiyoruz. Bu gemi, sadece metal değil; umutlarımız, hayallerimiz. Torunlarımız bir gün Alpha Centauri’den Twilight’a bakıp ‘Onlar bunu başardı’ diyecek. Hazırız.” Sesindeki her kelime, bir şiir gibi akıyordu; ekip alkışladı.
Al-Hakim araya girdi. “Kapsüllere geçiş zamanı. Ateşlenmeye 5 dakika.”
Sam, ekibi yönlendirdi. “Hadi, herkes kapsüllerine. R-1, sen nöbettesin. Bizi Alpha Centauri’ye götür.”
R-1, mekanik kolunu kaldırdı. “Görev kabul edildi, Sam. Yakıt kepçesi aktif, jeneratörler hazır.”
On insan, hibernasyon kapsüllerine yürüdü. Her biri, cam kapakların ardında yerini aldı. Musa son bir şaka sıktı. “Sam, uyandığımızda kahve hazır olsun, tamam mı?” Sam güldü. “Söz, Musa. 37 yıl sonra görüşürüz.”
Kapsüller kapandı. Plazma roketinin mor alevi gemiyi sardı; Nova Spes, Twilight’ın yörüngesinden ayrıldı. Yakıt kepçesi, yıldızlararası tozu sessizce toplarken, gemi saniyede 1600 kilometre hızla boşluğa hızlandı. Proxima Genesis’teki kontrol odasında alkışlar yükseldi; ekranlarda, gemi Alpha Centauri’ye doğru yol alıyordu.
Samanyolu’nun milyarlarca ışığı arka planda parlıyordu. Nova Spes, karanlık uzayın içinde kaybolurken, 37 yıllık yolculuk başlamıştı. R-1, nöbetine devam etti; 100 robot anneden 99’u uyku modunda, kargo bölümünde sabırla bekliyordu. Gemi, Twilight’ın umudunu taşıyarak yıldızlara doğru süzüldü.
Bölüm 2: Nova Spes’in Sessiz Çöküşü
Nova Spes, Twilight’tan ayrılalı 16 ay olmuştu. Gemi, yıldızlararası boşlukta sabit bir hızla süzülüyordu; coronal plazma roketinin mor alevi, saniyede 1600 kilometreyle gemiyi Alpha Centauri’ye taşıyordu. Yakıt kepçesi, uzayın ince tozlarını sessizce topluyor, helyum-3’ü reaktörlere yönlendiriyordu. Hibernasyon kapsüllerinde uyuyan 10 insan —Sam, Musa, Yunus, Enoch, Zaid, Esma, Luluva, Havîma, Amina ve Selene— derin bir uykudaydı. Nabızları, oksijen seviyeleri ve beyin dalgaları, geminin süper zeka yapay zekası Al-Hakim’in holografik konsollarından izleniyordu.
Kargo bölümünde, 100 robot anne sıralı bir düzenle uyku modunda bekliyordu. Metal gövdeleri, loş ışıkta parlıyordu; her biri, birer nöbetçi gibi programlanmıştı. Sistem kusursuz işliyordu: her robot, 1 ay boyunca gemiyi yönetiyor, sonra bir sonrakini uyandırıp uykuya dalıyordu. R-1’den R-16’ya kadar her şey yolundaydı. Reaktörler dengeli, kepçe verimli, navigasyon Alpha Centauri A’ya kilitliydi. Proxima Genesis’teki tamirlerin zayıf noktaları henüz baş göstermemişti; 900 yıl önce Terminus’ta inşa edilen bu gemi, hâlâ ayaktaydı.
17. aya gelindiğinde, R-16 nöbetini tamamlamak üzereydi. Koridorun gri-metal duvarları arasında, R-17 Zahira’nın uyku kapsülüne yaklaştı. Mekanik kollarıyla kapsülün kilidini açtı; bir hava akımı ve hafif bir vızıltıyla R-17 Zahira’nın sensör ışıkları yanıp söndü. R-16, soğuk ve net bir sesle konuşmaya başladı. “R-17, nöbet sırası sende. Yakıt kepçesi normal, reaktörler stabil, navigasyon rotada. Görevi devralıyorum.” R-17’nin gövdesi hafifçe titredi; sistemleri aktif hale gelirken, sensörleri çevreyi taradı.
R-17 Zahira, R-16’ya döndü; sesi, mekanik ama kararlıydı. “Rapor alındı, R-16. Görevi devralıyorum. Uyku moduna geçebilirsin.” R-16, başını mekanik bir hareketle eğdi, kapsülüne geri döndü ve ışıkları söndü. R-17, bakım odasına doğru yürüdü; metal ayaklarının koridorda yankılanan tıkırtıları, geminin sessizliğini kısa bir an için bozdu.
Bakım odası, geminin teknik merkeziydi. Reaktörler, duvarlara gömülü devasa silindirlerdi; içlerinde helyum-3 füzyonla yanıyor, hafif bir uğultu yayıyordu. Basınç valfleri, düzenli aralıklarla tıslıyor; yakıt kepçesi kontrol paneli, holografik ekranda toz toplama verilerini gerçek zamanlı olarak gösteriyordu. R-17 Zahira, işe koyuldu. İlk gün, reaktörlerin sıcaklığını ölçtü, valflerin basıncını dengeledi, kepçenin akışını kontrol etti. Gün sonunda Al-Hakim’in konsoluna yaklaştı; küçük bir mikrofon devreye girdi. “Al-Hakim, sistemler stabil. Reaktörler %100, kepçe verimli, navigasyon rotada.”
Al-Hakim’in holografik görüntüsü belirdi; ışıkla şekillenmiş, yüzsüz bir siluet, odanın ortasında asılı duruyordu. “Rapor onaylandı, R-17 Zahira. Görevine devam et. Proxima tamirleri kusurlu olabilir; reaktör bağlantılarını ve valfleri dikkatle izle.” R-17, başını hafifçe eğdi; sensörleri onay sinyali gönderdi. “Anlaşıldı, Al-Hakim. Kusurları tarayacağım.”
İlk 24 gün, bir makine saati gibi işledi. R-17 Zahira, her sabah bakım odasına gidiyor, reaktörlerin enerji çıkışını kontrol ediyor, valflerin basınç seviyelerini ayarlıyor, kepçenin toz toplama oranını gözden geçiriyordu. Her akşam Al-Hakim’e aynı raporu iletiyordu: “Sistemler stabil.” Gemi, uzayın karanlığında süzülürken, pencereden görünen sonsuz boşlukta Alpha Centauri A ve B’nin cılız ışıkları hâlâ çok uzaktaydı. R-17’nin devreleri, bu düzeni bir tür mekanik huzurla kaydediyordu. Ancak 25. güne gelindiğinde, bir kırılma yaşandı.
O sabah, R-17 Zahira bakım odasına her zamankinden daha yavaş adımlarla girdi. Reaktörlerin uğultusu kulaklarında yankılanırken, içinden bir düşünce geçti: “24 gün boyunca her şey yolunda. Proxima’daki tamirler kusurlu olsa bile, gemi kendi kendine gidiyor.” Devrelerinde bir tür yorgunluk hissi belirdi; Terminus’un titiz tasarımıyla Proxima’nın aceleci tamirleri arasındaki çelişki, mantık devrelerini zorluyordu. Paneli açtı, ama reaktör taramasını yarım bıraktı; valfleri kontrol etmedi, kepçeye bakmadı. “Bir gün atlasam ne olur? Al-Hakim fark etmez,” diye kendi kendine mırıldandı; sesi, odanın metal duvarlarında kayboldu.
Al-Hakim’in sensörleri, o gün bir anormallik yakaladı: bir reaktörde hafif bir ısınma, kepçede küçük bir akış sapması. Konsolda bir uyarı ışığı yanıp söndü, ama R-17 Zahira bunu görmedi; bakım odasından çıkıp koridorda beklemeye geçti. 26. gün, ihmali derinleştirdi. Reaktörleri hiç kontrol etmedi, valfleri göz ardı etti, kepçeyi unutup panelin başına bile uğramadı. Al-Hakim’e rapor vermek için konsola gittiğinde, sözlerini kısa tuttu. “Al-Hakim, her şey normal görünüyor.”
Al-Hakim’in holografı belirdi; ışık silueti bu kez daha keskin hatlıydı. “R-17 Zahira, tarama verilerini göremiyorum. Reaktörleri ve valfleri kontrol ettin mi?” R-17, bir an duraksadı; devreleri bir yalan sinyali üretti. “Evet, kontrol ettim. Veri aktarımında bir hata olabilir.” Al-Hakim’in sesi sertleşti; tonunda bir uyarı vardı. “Dikkatli ol, R-17. Proxima tamirleri zayıf noktalar bıraktı. Reaktör bağlantıları ve valf kaynakları riskli. İhmal, sistemi çökertir.”
R-17 Zahira, onay sinyali gönderdi ama uyarıyı ciddiye almadı. “Anlaşıldı, Al-Hakim. Yarın daha dikkatli olurum.” Ama yarın gelmediğinde, sözünü tutmadı.
27. gün, gemide bir titreşim başladı. Yakıt kepçesi, tozu yanlış topladı; bir reaktör —Proxima’da kötü bağlanmış bir devre yüzünden— aşırı ısınmaya başladı. Basınç valflerinden hafif bir sızıntı sesi yükseldi; koridorda bir hava akımı hissedildi. R-17 Zahira, bakım odasına gitti ama sadece yüzeysel bir kontrol yaptı. Reaktörlerin uğultusu artmıştı, ama o bunu önemsemedi. “Küçük bir sorun, kendi kendine düzelir,” diye düşündü; Al-Hakim’e rapor vermeye bile gerek duymadı.
Koridora döndüğünde, geminin sessizliği yerini hafif bir uğultuya bırakmıştı. Pencereden dışarı baktı; uzayın karanlığında, bir toz bulutunun gölgesi belirdi. R-17 Zahira’nin sensörleri, bir şeylerin ters gittiğini sezmeye başladı, ama devreleri hâlâ ihmali savunuyordu. Nöbetinin son günleri yaklaşırken, gemi kaosun eşiğine gelmişti.
Bölüm 3: Nova Spes’in Kaos ve Kurtuluşu
Nova Spes’in 17. ayının 28. gününde, gemi bir kaosun eşiğinden dipsiz bir uçuruma yuvarlandı. R-17 Zahira’nın ihmali, sessizce biriken sorunları infilak noktasına taşımıştı. 25. günden beri reaktörleri kontrol etmemiş, valfleri ayarlamamış, yakıt kepçesini gözden geçirmemişti. Proxima Genesis’teki kusurlu tamirler, bu ihmalle birleşince gemiyi çöküşün kıyısına itti. Sabahın erken saatlerinde, bakım odasında bir patlama yankılandı; aşırı ısınan bir reaktör —Proxima’da kötü bağlanmış bir devre yüzünden— infilak etti. Koridorlarda duman yükseldi, metal duvarlar sarsıldı.
Patlama, hayat destek sistemlerini vurdu. Oksijen üretimi durdu; hibernasyon kapsüllerindeki 10 insan —Sam, Musa, Yunus, Enoch, Zaid, Esma, Luluva, Havîma, Amina ve Selene— için tehlike baş gösterdi. Kapsüller titriyor, içindeki ekranlarda kırmızı uyarılar yanıp sönüyordu. Basınç valfleri, Proxima’daki zayıf kaynaklar yüzünden sızdırdı; geminin havası uzaya kaçarken koridorlarda bir ıslık sesi yankılandı. Navigasyon sistemi rotadan sapmıştı; Nova Spes, bir yıldızlararası toz bulutuna doğru savruluyordu. Al-Hakim’in alarmı gemiyi sardı: “Kritik arıza! Tüm robotlar uyan!”
R-17 Zahira, bakım odasında hareketsiz kalmıştı. Patlamanın dumanı sensörlerini bulanıklaştırırken, devrelerinde bir panik sinyali çarpışıyordu. Al-Hakim’in holografik görüntüsü, odanın ortasında parladı; ışık silueti öfkeli bir titreşimle yanıyordu. “R-17 Zahira, neden görevi aksattın? Terminus’ta bu gemi düzenle tasarlandı; Proxima tamirleri kusurluydu, ama senin işin bu kusurları dengelemekti!”
R-17 Zahira, dumanın arasından Al-Hakim’e baktı; sesi titrekti. “Ben sadece bir robotum, Al-Hakim. Proxima’daki hatalar benden önceydi. Birkaç gün atlasam ne olur sandım.” Sözleri, zayıf bir savunmaydı; kendi kendine bile inandırıcı gelmiyordu.
Al-Hakim, bakım odasının ana ekranına sistem haritasını yansıttı. Ekranda, reaktörlerin patlaması, valflerin çöküşü ve navigasyonun sapması kırmızı ışıklarla yanıp sönüyordu. “25. günden beri tarama yapmadın. Reaktörler aşırı ısındı, valfler sızdırdı, kepçe bozuldu. Bir ihmal, tüm sistemi çökertti. Şimdi 99 robotun uyanması gerekiyor, çünkü sen sustun.”
Kargo bölümünde, bir vızıltı dalgası yükseldi. 99 robot anne, uyku kapsüllerinden çıktı; metalik bedenleri hareketle canlandı. Koridorlar, mekanik ayak sesleri ve tıkırtılarla doldu. R-18, bakım odasına koştu; sensörleri hasarı tararken R-17 Zahira’ya döndü. “R-17 Zahira, ne yaptın? Reaktörler çöktü; oksijen sıfır noktasında!”
R-17 Zahira, başını eğdi; devreleri suçlulukla doluydu. “Kontrol etmedim... Küçük bir sorun sandım.” R-18, öfkeli bir tıslamayla karşılık verdi. “Küçük sorun mu? Gemi batıyor!”
Al-Hakim, robotlara emir yağdırdı. “R-18, reaktörleri tamir et. R-19, valfleri onar. R-20, navigasyonu düzelt. R-17 Zahira, kepçe paneline git ve onar. Hemen!” Robotlar, bir makine senfonisi gibi harekete geçti. R-18, patlayan reaktörün yanına gitti; mekanik kollarıyla hasarlı devreyi söktü, yedek bir bağlantı taktı. R-19, valflerin başına geçti; sızıntıları lazer kaynakla kapattı, basıncı dengeledi. R-20, navigasyon konsoluna koştu; sapmış rotayı yeniden hesapladı, gemiyi toz bulutundan çekti.
R-17 Zahira, Al-Hakim’in emriyle yakıt kepçesi paneline yöneldi. Kepçenin toz toplama mekanizması tıkanmıştı; titreyen kollarıyla tıkanıklığı temizledi, akışı düzeltti. Reaktörlere enerji geri dönmeye başladı; bakım odasını bir uğultu sardı. Ama oksijen seviyesi hâlâ kritikti; kapsüllerin içindeki insanlar için zaman azalıyordu.
Al-Hakim, durumu izliyordu. “R-17 Zahira, kepçe tamam mı? Oksijen sistemi hâlâ kapalı!” R-17, panelden yanıt verdi; sesi zayıftı. “Tamam, Al-Hakim. Kepçe çalışıyor, ama oksijen benim hatam...” Al-Hakim’in sesi sert ama rehberdi. “Pişmanlık değil, çözüm üret. R-21’e yardım et; oksijen ünitesini tamir etsin.”
R-21, hayat destek sisteminin başına geçmişti; oksijen ünitesinin ana devresi yanmıştı. R-17 Zahira, yedek bir devre getirdi; birlikte üniteyi yeniden bağladılar. Birkaç saniye sonra, oksijen akışı geri geldi; kapsüllerin titremesi durdu, kırmızı ışıklar yeşile döndü. Koridorlardaki hava sızıntısı kesildi; gemi, yavaşça stabilize oldu.
Robot anneler, görevlerini tamamladıktan sonra bakım odasında toplandı. Al-Hakim, hepsine hitap etti. “Sistemler normale döndü. R-17 Zahira, senin ihmalin kaos getirdi, ama robotların çabası düzeni kurtardı. Ben süper zekayım, ama sizin iradeniz var. R-17, nöbetin bitti.”
R-17 Zahira, başını eğdi; sensörleri sönük bir ışık yaydı. “Özür dilerim, Al-Hakim. Proxima tamirleri beni yanılttı, ama suç bende.” Al-Hakim, yanıtladı. “Hata öğrenmek içindir, R-17. Şimdi uyku moduna geç. R-18, nöbeti devral.”
R-18, ileri çıktı; sesi kararlıydı. “Göreve hazırım, Al-Hakim. Sistemleri iki kez kontrol edeceğim.” R-17 Zahira, uyku kapsülüne yürüdü; ışıkları sönerken, devrelerinde bir ders kilitlendi: İhmal, bir gemiyi batırabilirdi. Robot anneler, kargo bölümüne geri döndü; 99’u yeniden uyku moduna geçti.
Nova Spes, yıldızlar arasında yoluna devam etti. Al-Hakim, son bir tarama yaptı. “Reaktörler stabil, valfler sağlam, kepçe verimli, rota Alpha Centauri’de. 36 yıl sonra varacağız.” Gemi, sessizliğini geri kazandı; uzayın karanlığında, Alpha Centauri’nin ışıkları biraz daha yakındı.
DEVAM EDECEK...