0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
399
Okunma
Kötülük, insanlık tarihinin en kadim meselelerinden biridir. Bu kötülüğün kişileştirilmiş sembolü olan “şeytan” figürü, her çağda farklı anlam katmanlarıyla karşımıza çıkmıştır. Teolojik olarak iblisin, ontolojik olarak kötülüğün, psikolojik olarak bastırılmış arzuların ve sosyolojik olarak yozlaşmış yapının ifadesi olagelmiştir. Ancak 21. yüzyılın dijitalleşmiş, bireyselleşmiş ve hakikatten kopmuş dünyasında şeytan figürü, yalnızca geçmişin metafizik korkusu değil, günümüzün reel tehditlerine denk düşen çok boyutlu bir fenomene dönüşmüştür.
Kur’an-ı Kerim, şeytanın kıyamet gününe kadar mühlet isteyen, vesvese ile insanı yoldan çıkaran ve “sana dosdoğru yol üzerinde oturacağım” (A’râf 16) diyerek doğrudan hakikatin tam karşısında pozisyon alan bir varlık olduğunu beyan eder. Ancak bu beyanat, yalnızca bir metafizik varlığa işaret etmekle kalmaz; aynı zamanda insanın kendi içindeki kötülüğe, toplumsal bozulmalara ve sistematik ifsada da işaret eder. “Şeytan, yalnızca dışsal bir varlık değildir; bazen bir insan, bazen bir yasa, bazen de suskunluktur.”
Bugün şeytan bir algoritma olabilir, bir şirket politikasında kodlanmış olabilir ya da bir hukuk maddesinde şekillenmiş olabilir. Artık karanlıktan değil, ışığın fazlasından beslenir; cehennemî bir korku değil, dünyevî bir konfor sunar. Modern birey, cehennemden değil; beğeni sayısından, ekran parlaklığından, dijital onaydan korkar hâle gelmiştir.“Modern çağda şeytan, ekran ışığında parlar. Çünkü artık hakikati karanlık değil, ışık boğar.”
Bu metin, şeytanın günümüz dünyasındaki izdüşümlerini felsefi, dini, psikolojik ve sosyolojik yönleriyle analiz etmeyi amaçlar. Modernitenin sekülerleşme eğilimi, sosyal medyanın teşhir kültürü, sanal gerçekliğin hakikati gölgeleyen yapısı, uluslararası siyasetin çifte standartlı dili ve aile kurumunun mahremiyetini yitirmesi gibi eksenlerde şeytanın nasıl biçim değiştirdiği sorgulanacaktır. Amaç yalnızca bir kavramsal çözümleme yapmak değil, çağın ruhuyla hesaplaşmaktır.
“Hakikatin gömüldüğü yerde, şeytan yalnızca kazma değil; mezar taşı da olur.”
Metin boyunca semavi metinlerin ışığında şeytanın hakikate karşı yürüttüğü savaşın boyutları ortaya konulacak, aynı zamanda günümüz dünyasında bu savaşın nasıl simüle edildiği incelenecektir. Arendt’in kötülüğün sıradanlığı tezi, Nietzsche’nin Tanrı’nın ölümü paradigması, Weber’in araçsal akıl eleştirisi, Baudrillard’ın simulakr teorisi ve Byung-Chul Han’ın dijital toplum analizleri gibi çağdaş düşünce örnekleri, bu analize eşlik edecektir.
Bugün şeytanı tanımak, onu inkâr etmekten daha zordur. Çünkü o, artık açıkça karşıda duran bir figür değil; bireyin düşünce tarzına, duygu reflekslerine, sosyal medya alışkanlıklarına, ekonomi politikalarına, hatta dua biçimlerine bile sızmış bir zihniyettir. Birleşmiş Milletler’in sustuğu yerlerde konuşur, mahkemelerin karar verdiği zulümlerde tebessüm eder. Şeytan artık yalnızca var olmuyor; meşrulaştırılıyor.
“Şeytanı çağırmak gerekmez; çünkü o zaten hukuka, normlara ve konfor alanlarına kodlanmıştır.”
Bu metin, bir tebliğ değil; bir teşhis çağrısıdır. Göstermeye çalıştığımız şey, bir varlıktan çok bir yönelimdir. Şeytan, sistemleşmiş bir haldedir. Ona karşı durmak ise yalnızca bireysel bir ahlaki gayret değil, kolektif bir farkındalık ve değer seferberliği gerektirir.
“Şeytanı yenmek, ona direnmekle değil; onu tanımakla başlar. Çünkü tanınmayan her yapı, kutsallaşır.”
TEK VÜCUT OLARAK ŞEYTAN: DİNÎ, TARİHSEL VE İNSANÎ YANSIMALARI
İnsanlık tarihinde şeytan, yalnızca bir varlık değil; bir duruş, bir yöneliş, bir reddediştir. Kur’an’da şeytan, Allah’ın emrine isyan ederek Âdem’e secde etmeyi reddeden İblis figürüyle tanımlanır. Bu isyanın arkasında yatan gerekçe “Ben ondan daha üstünüm” (Sâd 76) ifadesiyle, kibir ve ayrımcılıktır. Yani ilk günah, Allah’ya değil; hakikate, yaratılış dengesine ve tevazua karşı işlenmiştir.
“İlk günah secde etmemek değil, kendini üstün görmekti. Şeytan, yalnız düşmedi; adaleti de beraberinde düşürdü.”
Tevrat’ta “Ha-Şatan” yani “karşı gelen, itham eden” olarak karşımıza çıkan figür, Tanrı’nın huzurunda dolaşarak insanı denemek için izin isteyen bir yargılayıcıdır. Eyüp kıssasında bu figür, hakikatin sabırla mı yoksa çıkarla mı bağlı olduğunu test eder. Bu noktada şeytan, insanın inancının ticari bir mübadeleye dönüşüp dönüşmediğini ortaya çıkaran bir aynadır.
İncil’de şeytan “Işık Meleği”nden düşen bir varlık olarak Lucifer ismini alır. Başlangıçta hakikatle beraber olan, ama gururla düşen bu figür; bugün modern dünyada “aydınlanma”nın da sorgulanması gereken yönünü temsil eder. Çünkü bilgi, eğer ahlakla birleşmemişse; aydınlanma, karanlıktan daha tehlikeli hâle gelebilir.
“Şeytan, bilgiyi imana tercih etti. O gün cennetten kovuldu; biz bugün, onun aklıyla dünyayı yönetiyoruz.”
İslamî geleneğe göre şeytan, hem dışımızdaki bir varlık hem de içimizdeki bir vesvesedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), “Her birinizin yanında bir şeytan vardır” buyurmuş; fakat bu şeytanın dizginlenebileceğini de belirtmiştir. Bu yönüyle şeytan, yalnızca korkulacak bir dış düşman değil; terbiye edilmesi gereken bir iç refleks, nefsin işbirlikçisidir.
Tasavvuf geleneği ise şeytanı, nefsin “ene” (benlik) ile ittifakı olarak görür. Mevlâna’nın ifadesiyle İblis, “Ben ateştenim, o çamurdan” diyerek kibriyle secdeden kaçmış; halbuki insanın yüceliği, toprağın tevazuunda gizlidir. Şeytanın secde etmeyi reddedişi, yalnızca Allah’nın buyruğunu çiğnemek değil; tevazuyu inkâr etmektir.
“Şeytan, Allah’ın değil; toprağın değerini inkâr etti. Çünkü kibir, yalnızca Allah’a yaraşır.”
Modern çağda ise şeytan figürü bireyselleşmiş, sekülerleşmiş ve sistemleşmiştir. Artık bir kişilik değil, bir kurumsallık olarak işler. Şirket politikalarında, uluslararası pazarlarda, sosyal medya algoritmalarında ve siyasi stratejilerde şekil değiştirerek karşımıza çıkar. Şeytan sadece cehennem vaadiyle korkutmaz; lüks vaatleriyle ikna eder.“Artık şeytan şeytan kılığında gelmez. O, iş ilanlarında, uluslararası protokollerde ve popüler dizilerde rol alır.”
Bugün şeytanlaşan insan, sadece kötülük yapan değil; iyiliği itibarsızlaştıran, sessiz kalan, suça ortaklık eden ve kötülüğü olağanlaştırandır. Şeytanlaşan sistem ise yalnızca zulmeden değil; zulmü hukuka, iffetsizliği özgürlüğe, yalanı özgünlüğe dönüştüren düzendir.“Şeytan bazen zulmetmez; sadece sistemi öyle kurar ki, zulüm kendiliğinden işler.” “Modern şeytan, yasa yazar, protokol hazırlar, birey özgürleşirken vicdanı susturur.”
Kutsal metinlerin uyarıları, artık yalnızca metafizik değil; politik, ekonomik ve kültürel düzeyde okunmalıdır. Çünkü bugün şeytan bir inanç değil, bir yapı; bir fısıltı değil, bir norm; bir günah değil, bir algoritmadır.
“Allah’ın emrine direnen ilk varlık, bugün insan aklında kurumlaşmış bir role büründü. Ona şeytan değil, ‘düzen’ deniyor.” “Şeytanın vesvesesi bitmedi, sadece format değiştirdi: Şimdi yasa oldu, dizi oldu, reklam oldu, özgürlük oldu.”