5
Yorum
20
Beğeni
0,0
Puan
484
Okunma

Tarih, çoğu zaman gürültülü bir sessizliktir. Bastırılan çığlıkların, unutulmuş adımların, meydanlarda eriyip gitmiş ayak izlerinin belleğidir. 1 Mayıs da böyle bir tarihtir: Görünürde sadece bir gün, ama aslında dünya üzerindeki en uzun mesailerden biri. Terle, kanla, umutla ve ihanetle örülmüş bir zaman aralığı. Ve biz bu zamanın tam ortasında, çürüyen saatlerin koynunda dururuz.
1886, Chicago. Sekiz saatlik iş günü talebiyle greve giden işçiler, polisin ateşiyle dağıldı. Kan aktı. Bazı isimler sonsuza dek sustu. Ama o gün, takvimden bir gün silinmedi aksine, takvime kazındı. 1 Mayıs, bir matem değil, bir direniş günü oldu. Takvim yapraklarında sabit kalan bir tarih değil, her yıl yeniden doğan bir çığlık oldu.
İşçi sınıfının tarihi yalnızca üretim değil, unutuşla da örülüdür. Fabrikalar yükselirken gökyüzü alçaldı. Eller nasır tuttu, omuzlar kamburlaştı, sesler boğazda düğümlendi. Ama her zaman bir yerlerde, gecenin içini oyan bir sancı kaldı. O sancı, sokaklara taşan adımların ve taşlara kazınmış haykırışların ta kendisidir. 1 Mayıs bu sancının adıdır.
Türkiye’de 1 Mayıs tarihi daha da pusludur. 1977 Taksim, karanlık bir dönüm noktasıdır. Meydana toplanan yüz binlerce insan, göğe kaldırılmış ellerle barışı kutlarken, silah sesleri yankılandı. Panik, izdiham, ölümler… Devletin, sermayenin ve karanlık yapıların gölgesinde işçi bayramı kana bulandı. Ardından yıllar süren yasaklar, baskılar ve unutturma çabası geldi. Ama tarih, bastırıldıkça daha çok içeri işledi. Unutturulmaya çalışılan her şey, toprağın altında filizlenmeye başladı.
Çünkü emek, yalnızca bir ekonomik kavram değildir. Emek bir hafızadır. İnsan bedeninin ve zihninin, hayatta kalmak için doğayla ve sistemle yaptığı en temel mücadeledir. Bu nedenle 1 Mayıs yalnızca işçilerin değil, emek veren herkesin günüdür: Fabrika işçisinin, temizlik görevlisinin, hemşirenin, kasiyerin, maden işçisinin… Aynı zamanda şiir yazanın, sokak süpürenin, dikiş dikenin, çocuk büyütenin, yaşamak için çırpınanın günüdür.
Bugün 1 Mayıs, kimi zaman bir tatil günü gibi karşılanıyor. Kimi zaman da sessiz bir protesto, törensiz bir hatırlayışla geçiyor. Ama hâlâ bir yerlerde afişler yakılıyor, susturulan diller yeniden konuşuyor, geceye diş geçirenler oluyor. Çünkü emek susmaz. Emek, eninde sonunda konuşur. Bazen bir yürüyüşte, bazen bir pankartta, bazen de bir şiirin göğsünden ağır ağır sarkan dizede konuşur.
Ve çürüyen saatlerde bile, hâlâ o eski çığlık duyulur:
"Biz buradayız."
AY PARÇASI / MEHPARE
ARŞİV