5
Yorum
16
Beğeni
5,0
Puan
419
Okunma
Sabahın ilk ışıkları, toprağın nemli yüzeyini okşarken uzaklardan bir uğultu duyuldu. Bu, rüzgarın değil; zamanın, hafızanın ve hatıranın uğultusuydu. Orman yavaşça uyanıyordu. Her bir yaprak, gece boyunca dinlediği duaları, hayalleri, yalanları ve sessizlikleri kendi dilinde mırıldanarak güne başlıyordu.
Bu orman, yeryüzünün bilinmeyen bir köşesindeydi. Haritalarda yeri yoktu. Çünkü o, fiziksel bir mekândan çok, duyguların ve erdemlerin sembolik yurdudur. Buraya ulaşan herkes, sadece yol yürümemiş; aynı zamanda geçmişiyle, vicdanıyla ve insan oluşuyla yüzleşmiştir. Bu öykü, ormanın kalbinde geçen bir günün hikayesidir. Ama sıradan bir gün değil. Bu gün, doğanın sessiz hafızasının konuşmaya karar verdiği gündü.
Ormanın serin sabahında ilk görünen, sırtında iri bir buğday tanesi taşıyan karınca oldu. Gözle zor seçilen bu küçücük varlık, sessizce ama sabırla ilerliyordu. Her adımında toprağın ruhuna bir öğüt kazıyordu: “Çalışan, beklemeden alan değil; yorulmaktan korkmadan hak eden kazanır.”
Karınca, yalnız değildi. Onu izleyenler vardı. Aralarından biri, genç bir tilki, şöyle sordu:
— Bu küçücük bedenle neden bu kadar yük taşıyorsun? Kimse seni izlemiyor bile.
Karınca durdu, buğday tanesini yere koydu ve dedi ki:
— Gözler beni görmese de toprak fark eder. Emek görünmese bile evren onu tanır. Ve her yük, sahibini taşır sonunda.
Tilki sustu. Çünkü o anda ilk defa sessizliğin içinde bir ders duydu.
Günün öğleye yaklaştığı vakit, yosunlarla kaplı taşların arasında yavaşça ilerleyen kaplumbağa belirdi. Her adımı, çevresine sabırla çizilmiş bir daire gibiydi. Onun geçtiği yerlerde yapraklar hışırdamaz, çimenler bile saygıyla eğilirdi.
Bir serçe kondu önüne:
— Niçin bu kadar yavaşsın? Güneş batmadan yol bitmez ki.
Kaplumbağa başını kaldırmadan yanıtladı:
— Acele eden sadece yolu tüketir. Oysa ben zamanla yürürüm. Her adım, kendimle daha çok karşılaşmamdır.
Serçe uçtu gitti. Ama o gün uçarken ilk defa kanatlarının aceleyle değil, huzurla çırpılması gerektiğini düşündü.
Ormanın derinliklerinden, cesur ama gösterişsiz adımlarla bir aslan çıktı. Yelesi güneşte parlamıyordu, gözleri çakmak çakmak değildi. Ama duruşunda öyle bir sükûnet vardı ki, tüm canlılar derin bir nefes aldı onu görünce.
Bir çakal yanına yanaşıp sordu:
— Kükremiyor musun? Gücünü göstermeyecek misin?
Aslan gülümsedi:
— Güç, ses değil; duruştur. Korku salan değil, güven veren hatırlanır.
O an orman sessizleşti. Ve sessizliğin içinden bir asalet yükseldi.
Gökyüzünde bir güvercin, kanadında eski bir yara izini taşıyarak süzüldü. Onu görenler, zeytin dalını değil; kanadındaki kesiği fark etti. Ama o ne sakladı ne de unuttu.
Bir karga seslendi:
— Barışı taşıyan biri, bu kadar yara alır mı?
Güvercin cevapladı:
— Barış bir ödül değil, mücadeledir. Yaralarım, uğruna sustuğum fırtınaların hatırasıdır.
Ve bir yaprak daha düştü, rüzgârla onun sözlerini taşıyarak.
Sislerin arasından bir kurt belirdi. Bakışları mağrur, yürüyüşü kararlıydı. Onu tanıyanlar, yıllar önce ihanetle kaybettiklerini bilirlerdi. Ama kurt unutmazdı. Sadece beklerdi.
Bir sansar yanına gelip sordu:
— Affetmedin mi hâlâ?
Kurt başını çevirip şöyle dedi:
— Affetmek bazen hatırlamaktan daha zordur. Ama unutmamak, bir ihaneti tekrar etmemek içindir.
Ve yoluna devam etti, arkada yankılanan sessiz bir sadakatle.
Rüzgar, yapraklarıyla ormanı gezdi. Her esintisinde bir haber taşıdı. Kimi zaman doğacak bir çiçeğin, kimi zaman yaklaşan yağmurun müjdesiydi o. Rüzgar konuşmazdı, ama konuşur gibi eserdi.
Gri bulutların ardından gelen ilk damla, toprağa dokunduğunda bir dua gibi yankılandı. Yağmur, ne sadece suydu, ne de sadece serinlik. O, göğün yeryüzüne ağlamasıydı. Temizlikti. Arınmaydı.
Gözler yukarı çevrildiğinde görülen o sonsuzluk, sema idi. Her kuş, her bulut, her yıldız ona emanet edilmişti. Sema, kapsar ama baskılamaz; sarar ama sıkmazdı. İnsan, ancak başını kaldırdığında onun genişliğinde kendi darlığını fark ederdi.
Bir çocuk yere uzandı. Toprak sıcaktı. O, annesinin koynu gibi kokuyordu. İçinde nice sır, nice umut ve nice kayıp yatıyordu. Ama asla kimseyi dışlamıyordu.
Gece geldiğinde her şey yavaşladı. Orman sustu. Gecenin örtüsü, korkutucu değil; koruyucuydu. Sessizlik, hem dinlenmek hem de düşünmek içindi. Gecede kaybolanlar, aslında kendilerini buluyordu.
Güneş doğduğunda orman yeniden canlandı. Ama hiçbir gün dünküyle aynı değildi. Her gündüz, yeni bir ders, yeni bir yüzleşmeydi.
Gece göğünde parlayan yıldızlar, sanki geçmişin tanıklarıydı. Her biri bir hikâyeyi saklıyor, bir hayali bekliyordu. Ve gökyüzü, insanlara yeryüzünün küçüklüğünü hatırlatıyordu.
Kar yağdığında her şey sustu. Beyaz, sadece bir renk değil; bir haldi. Sessizlik, temizlik, ve yeniden doğuşun sembolüydü.
Minik varlıklar, ormanın içinde sessizce yaşayıp gitti. Kimse onları alkışlamazdı. Ama doğa, onlarsız eksik kalırdı.
Uzakta bir deniz, göğü içine çekmek istercesine çırpınıyordu. Her dalga, içindeki hasreti kıyıya vuruyordu.
Bir nehir, dağlardan çağlayarak indi. Önüne ne gelirse aldı, dönüştürdü ve taşıdı. Hayat da böyle değil miydi? Durmaz, durdurmaz; akardı.
Bir çadırın önünde ağlayan bir kadın vardı. Gözyaşları toprağa karıştı. Sessizce ama güçlüydü. Çünkü anneler, her acıyı dua gibi taşırdı.
Uzakta, yıkık bir duvarın önünde dimdik duran bir adam vardı. Konuşmuyordu. Ama duruşu, tüm şiirlerden güçlüydü. O, varlığıyla öğretenlerdendi.
Bir grup çocuk, ellerinde kırık oyuncaklarla sessizce etrafa bakıyordu. Gözlerinde hem korku hem umut vardı. Onlar, en çok korunan olmalıydı.
Genç bir kız, sırtında eski bir kitapla ormana girdi. Onun yürüyüşünde isyan değil; bir gelecek vardı. O geleceği yazacak olan oydu.
Ormanın sonunda, yıkılmış bir saray vardı. Mermerler paramparça, duvarlar sessizdi. Bir zamanlar korku salanlar, şimdi unutulmuştu. Çünkü zulüm, uzun sürmez. Ve saraylar değil, hikâyeler kalır geriye.
Ormanın sessiz günü akşama dönerken, tüm imgeler bir araya toplandı. Her biri bir erdemin yansımasıydı. Ve ormanın kalbindeki eski meşe ağacı, bu hikâyeyi köklerine yazdı:
“Ey insan! Unuttuğun her şey doğada bir iz bıraktı. Emek, sabır, cesaret, barış, sadakat, affedicilik, vakar, umut… Bunlar senin kadim mirasındı. Ama sen onları yitirdikçe, biz anlatmaya devam edeceğiz. Çünkü doğa, senin sessiz hafızandır.”
Bahadır Hataylı/27.02.2025/Namazgah/İST
5.0
100% (3)