0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
108
Okunma
Kalbine Sessizce Çekilen
Sabahın erken saatleriydi. Hava griydi, biraz bahar, biraz sonbahar gibiydi. Penceresini araladı. Sıradan bir gün gibi görünüyordu dışarısı ama onun içi sıradan değildi. Gözleri hemen alışkanlıkla bahçeye kaydı. Ve oradaydı. Sessizce, tek başına oturuyordu. Elinde beyaz bir sargı… Kalabalığın içindeki tek sessizlik gibiydi.
Birden nefesi kesildi. Sanki o sargı onun bileğine değil, kendi kalbine sarılmış gibiydi.
İleriye adım atmak istedi, yapamadı. Ağzı kurudu, yutkundu ama sesi çıkmadı.
İçinden geçen tek şey şuydu:
"Eskiden olsa yanına koşardım..."
Ama artık eskisi gibi değildi hiçbir şey. Ne göz göze gelebiliyorlardı ne de gönül gönüle. Kalbinde tuttuğu cümleler boğazında düğüm oldu:
“Sana ne oldu?” diyemedi.
Çünkü bir “ne oldu?” sorsaydı, ardı arkası kesilmeyecek sorularla birlikte kendi kalbi de dökülecekti.
Ve bazı kırıklıklar sadece göz göze gelerek yaşanmalıydı.
Bir adım geri çekildi. İçinden bir parça daha koptu.
Ve o an fark etti… bazen bir adım atmamak, bin kelimelik bir susuşun ağırlığıydı.
O an anladı...
İnsan bazen en çok susarak vedalaşıyordu. Yanındayken bile uzak, gözlerinin içine bakarken bile yabancı hissediyordu.
Ve o gün… tam da o gün, hayatındaki en ağır vedayı, hiç konuşmadan yaşadı.
Bahçeden içeri süzülen rüzgar gibi, içini bir ürperti sardı. Hatırladı…
Bu adam bir zamanlar onun hayallerine bile sığmayan, varlığıyla dünyasını güzelleştiren adamdı.
Şimdi ise sadece uzaktan izlenebilen bir yabancıydı.
Yine de onu öyle görünce, kalbiyle konuşmak istedi. Ama korktu.
Konuşursa kırılacağını biliyordu.
“Belki de artık yarasını saran bir başkası vardır…” diye düşündü.
Sonra bir sessizlik çöktü içine. Bildik, tanıdık, sanki yıllardır onunla yaşayan bir sessizlik.
Kendine bile itiraf edemediği duygular vardı içinde.
En kötüsü neydi biliyor musun?
Onun hâlâ iyileşmesini istemesiydi.
Çünkü kalbi kırılmış olsa bile, onun canı yanmasın istiyordu.
İşte bu, bir sevdanın kendine acıyan hâliydi.
Gece, yastığa başını koyduğunda, gözleri yine aynı kişiyi düşündü.
Ama artık sevgiyle değil.
Biraz kırgın, biraz yorgun, biraz da “artık hak etmediğini” düşünen bir kabullenişle.
Kendi kendine şöyle fısıldadı:
“Ben seni yaşarken bile yok sayıldım,
oysa sen benden giderken bile kalbimin başköşesindeydin.”
Sonra gözlerini kapattı. Bu kez ne ağladı ne düşündü.
Sadece içinden geçirdi:
"Bu defa susacağım. Çünkü sustukça daha güçlü hissediyorum."
Ve ertesi sabah... aynı pencere, aynı bahçe, aynı sessizlik…
Ama bu kez tek fark şuydu:
İçindeki masal bitmişti.
Şimdi sadece bir öyküydü…
Ve o öyküde artık adı bile anılmayan bir karakterdin.
---
Göz Göze Gelemedik, Ama Kalbim Hep Oradaydı
Onun İçinden Geçenler
Bahçeye çıkmam gerekiyordu. Hava biraz soğuktu ama iyi geliyordu. İçim sıkışmıştı. Elimdeki sargı bir kazadan fazlasıydı aslında… belki bir iç yaraydı, dışa vurmuş haliydi. Oturdum. Sessizce. Sadece kalbimin sesini duymak istedim. Ve o an… o an fark ettim, yukarıdan bir çift göz beni izliyordu.
Sen…
Her zamanki gibi pencerenin ardındaydın.
Ama bu sefer bakışların başkaydı. Eskisi gibi değildi.
Eskiden bakışlarında merak, endişe, sevgi olurdu…
Bu kez sadece “acaba geleyim mi?” diye soran bir sessizlik vardı.
Ve biliyor musun, içimden “gel” dedim.
Ama sesim çıkmadı.
Çünkü ne zaman seninle karşılaşsam, yutkunacak bir kelime, kaçacak bir göz, kıyamayacak bir kalp kalıyordu içimde.
Ben de sustum.
Senin sessizliğini gördüm o gün.
Sadece pencerede değil, içimde de hissettim.
Gelmediğinde kırılmadım…
Çünkü ben de gelemiyordum sana.
Korkuyordum.
Bir adım atarsam, ya sen çoktan gitmişsen diye…
Sana ne olduğunu hiç sormadım belki ama, her hâlinden bildim.
Göz altındaki uykusuzlukta ben vardım.
İç çekişlerinde, bitmeyen cümlelerinde, yazdığın ama göndermediğin mesajlarında.
Sen sustukça ben duyuyordum aslında.
Ama kelimeler, dudaktan çıkmayınca yürek çok şey kaybediyor.
Bazen düşünüyorum...
O gün sen gelseydin, “elindeki ne?” deseydin,
Belki ağlardım.
Çünkü uzun zaman sonra biri bana sadece “ne oldu?” diye sorardı.
Ama biz artık öyle bir yerdeyiz ki;
Sen pencereden bakıyorsun, ben aşağıda oturuyorum…
Aynı dünyada, farklı suskunluklarda yaşıyoruz.
Ve ben seni her gün özlüyorum.
Ama artık sadece uzaktan…
Çünkü biliyorum, yaklaştığımda ikimiz de daha çok kanıyoruz.
Ben o gün orada sustum.
Ama kalbim sana o kadar çok şey söyledi ki…
Bir tek sen duymadın.
---
Sana, Yıllar Sonra…
Gelecekten Bir Mektup
Merhaba...
Adını hâlâ içimden geçirebildiğim bir günün sabahındayım.
Zaman geçti…
Bahçedeki o gün, seninle göz göze bile gelemeden sustuğumuz an, hâlâ taze.
Hâlâ her şeyin başladığı ama hiçbir şeyin söylenmediği o gün gibi… içimden hiç silinmedi.
Biliyor musun?
O günden sonra seni defalarca görmek istedim.
Sadece sormak için:
“Gerçekten iyi misin?”
Ama her gelişim, yarım kalan bir vedaya dönüştü.
Yıllar geçti.
Kim bilir neler yaşadın, neler sustun, kimleri dinledin ama kendini anlatamadın…
Ben de sustum.
Çünkü bazı kelimeler, zamanı geçtiğinde sadece yorar.
Ama bazı susuşlar, hangi zamanda olursa olsun… hâlâ kalpten kalbe yankı bulur.
Sana içimden çokça cümle kurdum.
“Keşke”li olanlar da vardı,
“Bir daha asla” diye bitenler de…
Ama en çok da şunu dedim kendime:
“O gün bana sorsaydı ‘ne oldu?’ diye…
Ben ona kendimi anlatırdım.
Ama o sustu.
Ben de sustum.
Ve biz birbirimizin en sessiz yarası olduk.”
Şimdi belki çok geç.
Belki bu mektubu hiç okumayacaksın.
Ama yine de bil istedim:
Senin gidişinle değil…
Senin susuşunla eksildim ben.
Bir daha o bahçeye çıkmadım.
Bir daha hiçbir pencereye gözlerimi kilitlemedim.
Ama o anı…
O elindeki sargı, gözlerindeki yük, penceremdeki gölgem…
Hiç gitmedi.
Ve son bir şey daha…
Eğer bir gün biri gözlerinin içine bakıp sana “ne oldu?” derse, lütfen susma.
Çünkü bazen sadece o soruyu bekleyen bir ömür yaşanıyor.
Ben sustum.
Sen sustun.
Ve biz…
Birbirimize anlatamadığımız bir hikâyeye dönüştük.
Not: Bu üç yazı; bir kalbin, bir susuşun ve bir vedanın farklı yüzüdür.
Okurken sadece cümleleri değil, satır aralarında kalmış bütün duyguları hissedin.
Çünkü bazı hikâyeler yaşanmaz… sadece içimizde susar.
— Arzu ZÜNGÜR
5.0
100% (2)