1
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
142
Okunma
Bazen insan, bir kalabalığın ortasında dahi yalnızdır. Her şeyin hızlandığı, herkesin birbirini geçtiği, seslerin birbirine karıştığı bir çağda yaşıyoruz. Zihin sürekli meşgul, kalp sürekli yorgun. Belki de bu yüzden, insanoğlu binlerce yıldır sığınılacak bir sessizlik arıyor. Ve ne zaman hakikatin sesini duymak istese, hep aynı yere, dağa yöneliyor.
Dağ… Dingin, vakur, suskun. Konuşmaz ama çok şey söyler. Gürültüyle değil, sükûnetle anlatır derdini. Zihnin karmaşasına karşılık bir açıklık, kalabalığın gürültüsüne karşılık bir içe dönüş sunar. Mostyn’in dediği gibi, doğa insana yalnız kalma, sessizliğe bürünme ve iç dinginliğini bulma fırsatı sunar. Ama doğa içinde dağlar, belki de bu deneyimin en derin, en güçlü ifadesidir.
Bir dağın yamacına çıktığınızda, geride bıraktığınız şehir sizi artık rahatsız etmez. Orada trafik yoktur, sosyal medya yoktur, yapay ışıklar yoktur. Orada sadece siz ve yaratılmış olan vardır. O yükseklikte, hava başka kokar; kuşlar başka ötüşler yapar. Bedeninizdeki yük hafifler, ama asıl hafiflik, zihninizde başlar.
Tarihin her döneminde insanlar, dağlara bir anlam yüklemişlerdir. Hintliler Meru’da evrenin merkezini görmüş, Yunanlılar Olimpus’ta tanrılarını konuk etmişlerdir. Hz. Musa, vahyi dağda almış; Hz. Muhammed (sav) ise vahye ilk defa Nur Dağı’nda muhatap olmuştur. Hristiyan mistikler, dağın yalnızlığında Tanrı’ya daha yakın olduklarını hissetmişlerdir. Her biri, başka bir yoldan, aynı sessizliğe kulak vermiştir.
İslam, dağlara tanrısallık atfetmez. Çünkü Allah mekânın ötesindedir. Ama yine de Nur Dağı, Sevr Dağı, Arafat Dağı gibi yerler kutsallık kazanmıştır; çünkü bu dağlarda yaşanan tecrübeler, insanın iç dönüşümüne eşlik etmiştir. Yani dağ, sembolik bir anlam kazanmıştır: Arınma, yalnızlık, tefekkür ve hakikate yürüyüşün mekânı…
Heidegger, dinlemenin konuşmaktan daha hürmetkâr olduğunu söyler. Belki de dağ, dinlemeyi öğrettiği için kıymetlidir. Dağın tepesinde konuşan yoktur ama ses çoktur. Rüzgârın sesi, taşın suskunluğu, kuşun sabah duası… Ve en çok da insanın kendi iç sesi. Dağda insan, varlığın tınısını duyar. Dostoyevski’nin bir ağacı sevmek üzerine söyledikleri gibi, insan dağa bakar ve onun var oluşundan sevinç duyar. O an, dağ sadece bir taş yığını değil, varlığın yüceliğini dile getiren bir şair olur.
Modern şehirler ruhu yoruyor. Sürekli bir gürültü, sürekli bir dikkat dağınıklığı... Bu çağda insan, sadece dinlenmeye değil, dinlemeye de muhtaç. Ve dinlemeyi yeniden öğrenmenin en iyi yolu, dağa çıkmaktır. Çünkü dağ, insana hiçbir şey anlatmaz ama her şeyi düşündürür.
Bir gün, her şeyi susturmak istersen… Kendini, dünyayı, zamanı… Bir dağın tepesine çık. Konuşma. Dinle. Göreceksin ki, dağın sessizliği senin içindeki hakikati fısıldayacak. Belki ağzın susar ama yüreğin konuşur. Belki yalnız kalırsın ama hiç olmadığın kadar bir olursun. Dağ, sadece bir yükseklik değil, hakikate yükseliştir.
Ve bazen, en gerçek dualar, bir zirvede sessizce edilenlerdir.
5.0
100% (1)