0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
106
Okunma
Deli Mustafa
-Rah. Anısına-
Son baharın sonlarıydı; hava soğuktu.. rüzgarda savrulan yollunmuş tavuk tüyleri;
hallaç kirişinden savrulan kuzu yünü gibi iri iri, lapa lapa kar…marsık, kömür, lastik tezek...
asit gibi gözü, boğazı yakan baca dumanları, kıldan çadır gibi çökmüş ilçenin üstüne…
Denizcinin, denizin iyot kokusunu, sisini, buharını; kuyumcunun, işlediği maddenin sertliğini,
mihengini, ayarını bildiği gibi; günümüz kent yaşayanları da bu kokuları, sisi, dumanı cinsini bilir.
Uzatmayayım; sabah sabah bu atmosfer içindeyiz. Bundan olacak, içimde bir karamsarlık,
bir isteksizlik. yılgınlık... kısacası bir can sıkıntısı...
Tıraş, kahvealtı vs. öyle ağırdan alıyordum ki… Ben ağırdan aldıkça zaman daha da hızla ilerliyor gibiydi.
Ağır aksak hazırlanırken bir sala sesi;
“aman, bu soğukta zorun neydi her kimsen,’ demiştim içimden..
Düşünceden düşünceye dalmış ilerliyorum… sokaklar tenha terk edilmiş bir yerleşim yeriydi sanki…
Ama olsundu şimdi buralarda Mustafa’yı görürüm;
uzunca boyu , dizlerine kadar inen eskinin eskisi sekosu içinde
başında kulakları üstüne kadar inen kocaman şapkasından taşmış
sarmaş dolaş saçıyla, en az beş - altı günlük kırçıl sakalıyla,
çökük avurdu, nöbetçi kalmış iki üç dişiyle…
caddeyi arşınlayıp dolaşan Mustafa…
kara kışa soğuğa aldırmayan; öyle sanılan…
garip, sefil, sahipsiz Mustafa…
paltosunun cebinden çıkardığı soğuktan morarmış, kararmış
elinin baş parmağını işaret parmağına sürterek, konuşmadan isteğini belirtir..
Siz de; bir yumuş buyurur ya da ‘ haydı oyna!’ işareti yapmanızla;
İki elini kaldırır; ayağına çok büyük, geniş, yıpranmış
ayakkabılarını hart hurt sürterek çifte telli oynar…
üç beş kuruşunu hak etmiş olur.
Kendince öyle düşünüyor olmalı…
aksi halde paranızı almaz…
kağıt para da almaz.. tanımadıklardan asla istemez ve almaz…
Bu diyalog, onun o halini istismar etmek değildir, Tersine bu ona olan yardımı ,
onu incitmeden, gururunu kırmadan yapmanızın alışılmış halidir. Başka anlatımla;
önce hak ediyor sonra alıyor… Böyle olunca mutlu oluyor..
İstasyonun oralarda bir bekçi kulübesinde kalıyormuş.. hayır sevenler soba kurmuşlar,
kimileri odun, kimileri kömür ; yemek vesaire verirlermiş.. Garibim Mustafa’ya…
Mustafa’nın iki sorunu, derdi varmış.
BİRİNCİ derdi kendine musallat olan şarapçı hayyamiler
Mustafa verilen paracıkları kolun yenine atardı. Bilekten bağlı olan kolda biriken paraları,
akşamları düğümü açar dökülen paralarla şarap sigara vs. alır ziftlenirlermiş keşler...
Dahası; hayır severlerin verdikleri üst baş, ayakkabı vs. de alırlarmış
Kendisi hiç yakınmazdı, amma herkes biliyormuş durumun böyle olduğunu..
Kimseler sahip çıkmaz… idaresi, belediyesi, sosyal kurumlar , sosyal devlet…
ne güne kalmışlarsa…
Neyse, fazla zülfüyare dokunmayalım da…
İKİNCİ derdi; Evlenmekmiş; kafasına kim işlemişse: İcra dairesindeki kıza takmış kafayı
İcra müdürü ’ önce kafa kağıdı alman! ’ der nüfusa yollar... kafa kağıdı dediği nüfus kağıdı..
Kaymakamlığa, nüfus dairesine dayanır kafa kağıdı da kafa kağıdı…
kafaya takmış bir kere.. amma asla kırıcı olmadan;
kaymakamlıkta, nüfusta ‘adliyeden, hakimden karar getir’ der, savarlar...
Adliyede Nebiye hanım kayın ana adayı olur Hakim Zübeyir bey dünürcü
başı olur ,üst baş için gereken yardımı toplar karar kağıdı da verir gönlünü hoş ederler...
Öyle ki kendisini oyaladıklarını, kandırdıklarını yalnız bunlara söylerdi.
Bu hemen her gün değilse de sıkça tekrarlanan merasimlerdendi.
Mustafa asla dilenci değil… sahipsiz, ilgileneni, bakanı olmayan, geçimini
bu yaşam biçimiyle sürdürmek zorunda kalmış , garibanın biri…
Mustafa asla deli de değil. Gönlüne gidilirse, onun diliyle konuşulur,
onu ciddiye alıp konuşmasının dinlenmesi halinde,
çok mantıklı, esprili, hatta felsefi konuşmalarıyla
çoğumuzdan daha akıllı olduğunu söylemeliyim…
Nerden takıldıysa, sabah sabah ’ ha burada, ha şurada göreceğim!’ diyerek, dalgın giderken,
Algül Halıcılığın oraya varmışım; ‘ tamam, işte buradadır… yine çifte tellisini oynuyordur,
türkü söylüyordur, çay içiyorlardır… bu soğukta başka nerede olabilir ki!’…düşüncesiyle,
umuduyla vardım sobaları yanıyordu ama bir tuhaflık vardı
Patron Apo benden gözünü kaçırdı Oğlu Mehmet ve çalışanları başları önünde
herkes susu pustu, kimseler konuşmuyor... hayret!.. ben mi kötü zamanda gelmiştim…
ola bilir ya…
‘Ne var, hayır ola!’
‘Bir şey yok’ gevelemece yanıtlar..
Funda kız gözlerini siliyordu… bir sorun, tatsız bir durum olduğunu anladım..
çay ikram ettiler…
‘Mustafa nerelerde, görünmüyor!’ Sormaz olaydım;
’Mustafa’yı kayıp ettik… bu gece…Cenazeye gideceğim’
Dedi, patron… Funda kız diğer bölüme geçti.. ağlıyordu.
Hey gidi dünya hey gidi insan insanlık
“Deli Mustafa !” dedikleri, aslında çoğumuzdan daha akıllıydı,
Tek fark kimsesizliği, sahipsizliğiydi.
Dayılanan sosyal hukuk devletinde
dayılanamayan nice ahmetten mehmetten biriydi
bizim Mustafa…
Dostluğu, temiz yürekliliği ile hemen herkesin sevgilisiydi…
Cenazeye gideceğiz… soğuk olsa da…
Fakirin yüzü nerede gülmüş ki ölümünde de gülmüş olsundu..!
Aralık 1998
Defter 6/1 Elmadağ
Sayfe. 18