Seninle konuşmak istiyorum. fakat önce buraya, benim yanıma gel! bu boş yer, benimkini sağlamlaştıracak olan sahibini bekliyor. helena (faust)
Uğur  Saçıntı
Uğur Saçıntı
@ugursacinti

ARZU

4 Şubat 2025 Salı
Yorum

ARZU

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

48

Okunma

ARZU


Arzu nesneleri ulaşılmaz imkanlardır. Bir gökdelenin çatı katında oturmak, insanları bir karınca sürüsü misali izlemek arzusu, her insanın içinde pusuda uyuyan bir kibir canavarının tezahür şekli gibidir. Ya da Hansel ve Gretel’deki çirkin cadının burnuna sahip olduğunu düşünen birinin, daha sıradan ve kabul edilebilir olanla, burnunu değiştirip, başkalarının beğenilerine kendini sunması gibi.
Okan’ın arzu nesnesi ise her sabah evden çıkıp okula giderken tırmandığı bayırdaki Tatlı Dil mağazasının vitrininde duran mavi bisiklet. Bu bisiklet, Okan’ın gözünde öylesine bir anlam taşıyordu ki her gece rüyalarını işgal ediyordu. Bazen bisikletin ondan kaçtığı, kilometrelerce peşinde koştuğu, tam yakalayacakken ayağının taşa takılıp düştüğü, kan ter içinde uyandığı kabuslar olurdu bunlar. Bazen de Kaf dağı gibi göz alıcı bir zirvede bisikletine sarılmış, Mecnun’un Leyla’ya olan aşkını yad eder gibi, keyif yaparken bulurdu kendini.
Bisikleti, ilk gördüğü günden beri ne yaptı ne ettiyse, babasına aldırmayı kabul ettiremedi. Sürekli yara bere içinde olan, durduğu yerde durmayan Okan, yaramazlıktaki tacı, tahtı terk edip, mülayim bir beyefendi oluverdi. Bu hallerini gören babası Okan’daki bu değişimden hoşlanmış olacak ki, bunu sürdürme kararı aldı. Günlük olarak verdiği 20 lira harçlıktan ne kadar artırırsa o kadar ekleyip biriktireceğini söyledi. Fakat 2700 lira olan bisiklet, Okan’ın gözünde daha da ulaşılmaz oldu. Yemedi içmedi ancak 12 lira artırabildi harçlığından. Bu gidişle tam 112 gün sabretmesi gerekiyordu. Bu onun için 112 yıla bedeldi. Parmaklıklar ardından bir damla su için yalvaran, susuzluktan can vermek üzere olan bir mahkumun çaresizliğini yaşıyordu. Her gün en az iki defa Leyla’sını gören Mecnun olan Okan, içinde yanan arzu ateşinin önünde acıdan kıvranıyordu. Onun tek tesellisi artık gözlerini yumduğunda daldığı rüya alemi oldu. Kabus da görse bisikletle beraber olduğu anlardı bunlar. Vitrindeki elini uzatıp dokunabileceği bir gerçekliğe, bir türlü bisiklete yetişemediği kabuslarını tercih ediyordu.
Tam 8 gün geçmişti, geçmişti ama onun için 8 ömür olan bu zamanda yaşlandığını hissediyordu. Buna daha fazla sabredemeyeceğine karar veren Okan, bir çıkar yol ararken, mutfağa su içmeye gittiğinde ayağına, ailecek pikniğe gittiklerinde kullandıkları 10 litrelik musluklu termos takıldı. Başta ayağı acıyan Okan sinirlense de, aklına bir fikir gelmişti. Heyecanla biriktirdiği paraya koşan Okan parayı kaptığı gibi koşarak markete gitti. Bu zamana kadar hiç girmediği sebze reyonuna daldı. Gözünde altın külçeleri gibi parlayan limonlara doğru yöneldi, poşet almak için uzandı ama o kadar heyecanlıydı ki poşetleri ayırmakta bile zorlandı. Tek tek en iri, en parlak limonları öylesine bir heves ve acelecilikle dolduruyordu ki, sanki bir banka soygununda kasadan altın külçelerini kaçırıyormuş gibiydi. Üç poşet limonu (neredeyse on kilo gelirdi) dolduran Okan, hemen kasaya gitti. Durduğu yerde duramıyor, parayı ödemeyi beklerken bile ayağının ucuyla yeri dövüyordu. Parayı ödedi ve var gücü ile eve koşmaya başladı. Poşetlerin ağırlığından elleri kesilmiş gibi acısa da o bunu hiç hissetmiyordu. Aynı rüyasında gibi yorulmak nedir, acı nedir unutmuş gibi sanki bisikletinin arkasından koşuyordu.
Okan eve vardığında nefes nefese kalmıştı. Ellerinde onca limonla gören annesi, "Okan ne bu hal... Ne o elindekiler..." diye sordu.
Okan kesik kesik anlamsız sesler çıkarıyor, ne dediği anlaşılmıyordu ki son sözü anlaşıldı. "Bisiklet..." Annesi, "Bisiklet, bisiklet diye kafayı yedin iyice, ne bu limonlar..." dedi.
Okan tüm heyecanını yutarak, derin bir nefes aldı. "Bu limonlar sermaye, limonata yapacağım, ben satacağım... Limonlar 87 lira tuttu, 10 litre çıkarmış, bardağı beş lira etti mi sana iki yüz lira, 12 günde bisikletim bende..." Bunu duyan annesi gülmeye başlar. "A benim saf oğlum, 12 gün boyunca bir daha hiç limon almayacak mısın..."
Okan bir durup düşününce bozulur. "Eee. Yani ben yine alamayacak mıyım? 8 günlük param boşa mı gitti?"
Annesi daha fazla kıyamayıp, "Tam tersine daha kısa sürede alacaksın. Bu kadar limonla 40 litre limonata çıkartırım ben. Ama satabilirsen..." dedi.
Ertesi gün okuldan gelir gelmez, eve girmeden çantasını kapının önüne bırakıp, annesinden termosu aldığı gibi attı kendini sokağa. Yürürken, hiç kimse ondan limonata almıyordu. Bir de dururken denedi ama yine kimse limonata almıyordu. Okan hiç böyle hayal etmemişti. Abdal simit fırınındaki gibi herkes kuyruk olacak diye hayal etmişti. Baktı olmayacak durduğu yerde (Bursa Setbaşı Köprüsü) sessizce bağırmaya başladı, gelene geçene, limonata diye bağırmaya çalışırken sesini o kadar kısıyordu ki, neredeyse kendisi duymayacaktı. Utangaçlığının altında ezilirken yaşlı bir amca geldi. "Ne satıyorsun sen..." Okan mahcup bir tavırla "Limonata..." dedi. Yaşlı amca Okan’ın bu hali karşısında sesini biraz yükselterek, "Şurada alnının akıyla para kazanıyorsun, ne bu ezilmeler büzülmeler..." dedi. Okan’ı omuzundan tutarak dikleştirdikten sonra "He şöyle dik dur, dik... Sonraaa... sesin çıksın biraz." dedi. Yaşlı amca birden nidalı bir şekilde bağırdı
"Limonataaaa..."
Okan kendi gülmekten alı koyamadı...
Yaşlı amca,
"Eee. Ver bakalım bize de bir bardak, güzel miymiş." dedi.
Okan heyecanla annesinin alıp yanına verdiği karton bardaklardan birine limonatayı doldurup verince, yaşlı amca tek nefeste limonatayı içip...
"Pek güzelmiş, ne kadar söyle bakalım..." dedi.
Okan "5 lira..." dedi. Yaşlı amca,
"Çüşşş... Şey ne yapacaksın sen buradan kazandığın parayla." dedi. Okan sanki Osmanlıya sultan olacakmış edasıyla "Bisikletimi alacağım..." dedi.
Yaşlı amca, "Demek öyle..." dedi.
Yaşlı amca, cebinden çıkardığı 5 lirayı Okan’a uzattı. Okan kazandığı ilk parayı avuçlarında görünce, yaşlı amcadan duyduğu gibi nidalı şekilde "LİMONATAAAA..." diye bağırır.
Akşam ezanı okunuyordur, tam o sırada kapıyı çalan Okan eve gelir. Her gün akşam ezanında eve gelirdi, annesi ve babası bir tek bu şartla onun limonata satmasına izin veriyordu. Zaten o saate kadar da limonatayı çoktan bitirmiş oluyordu. Yolun, kolayını bulmuştu. Mahalledeki iki kahveye, öğle ve ikindi namazlarının çıkışlarında camiye gitti mi, bitiriyordu limonatayı. Altıncı günü de kârla kapatan Okan, hemen odasına geçip paralarını yatağın altındaki ilk okul beslenme çantasına koymaya yöneldi. Ama her gün gibi, bugünde hepsini çıkartıp saymaya koyuldu. Her gün harçlığından ayırmaya devam eden Okan’ın 6. gün sonunda 1.185 lirası olmuştu. Bu gidişle 6 gün sonra bisikletini alabilecekti. O an bir şey fark etti. Artık kabuslar görmüyordu, her gece rüyasında bisikletiyle gönlünce geziyordu. Bunun iyi bir şey olduğunu düşünen Okan gece yatmaya gittiğinde birden yattığı yerden fırladı. Sanki birisi hayallerini çalmış gibi hissetti. Çünkü bizim Mecnun bu gün eve gelirken Tatlı dil mağazasının önünde durup Leyla’sına göz kaş süzmedi. Fark etti ki, bisikleti düşündüğü zaman (Ki bu her zamandı) karnında ona ulaşamamanın acısını da hissetmiyordu artık. Arzusu rüyalarını süsleyen bisiklete erişmekken, artık ona sahip olmak için ihtiyaç duyduğu paraya arzu duymaya başlamıştı.

Demiştim ki, o esnada teneffüs zili çaldı öğrencilerimden biri, Okan öğretmenim, çıkabilir miyiz. dedi. Bende el mecbur çıkın çocuklar dedim. Ben bunu anlatırken neredeyse bütün çocuklar önce bisiklete sahip olma arzusunu taşırken, daha sonra ne kadar çok kazandığını konuşmaya başlamışlardı. Sahip olma arzusu ne kadarda ilkel ve doğuştan ki, kaçınılmaz olana bizi evriltiyor dedim kendi kendime...
Paylaş
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Arzu Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Arzu yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
ARZU yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ