Toplumlar tarih boyunca adalet, güç ve ayrımcılık kavramları etrafında dönüp durmuştur. İnsanlık, kendi yarattığı sistemlerin içinde sıkışıp kalırken, kimi içeride, kimi dışarıda yer alır. Dostluk ile düşmanlık, doğruluk ile yanlışlık arasındaki çizgiler her
zaman belirgin değildir. Zaman geçtikçe değişmeyen tek şey, bu döngünün varlığıdır.
Adaletin gerçekten sağlanıp sağlanmadığını sorgulamak kaçınılmazdır. Dün içeride olanlar bugün dışarıda, dışarıdakiler ise içeridedir. Bir sistemin iç yüzünü görmek, onun dışına çıkmayı gerektirir mi? Güçlüler, hakikatin üstünü örttüklerinde, geriye yalnızca acı kalır. Güç sahibi olduğunu sananlar, aslında büyük bir yanılgı içindedir. Çünkü bilgi ve hakikat susturulamaz, bir şekilde varlığını sürdürür.
Kadın olmak,
anne olmak, insanca yaşamak... Tüm bunlar, bazen bir direniş haline gelebilir. Kadınların duygularını çalarak kandıranlar, günü geldiğinde bunun hesabını verecektir. Adalet gecikse de, er ya da geç yerini bulacaktır. Zira geçmişin tekerrür etmesi, sadece hatalardan ders alınmadığında mümkündür. Oysa hatalar tekrarlandıkça, toplum daha da derin yaralar alır. Bu döngüde
babasız, anasız kalan
çocuklar, yarım kalan hikayeler vardır.
Günümüz
dünyasında ayrımcılık, sadece bireyleri değil, toplumların tamamını etkileyen bir zehre dönüşmüştür. Kimin mağdur, kimin mağrur olduğu, hangi gücün kimi ezdiği her
zaman açık değildir. Ancak gerçek değişmez: Güçlü olan, zayıf olanı ezerken,
çocuklar bu
savaşın en büyük kaybedeni olur. Onların gözlerinde beliren boşluk, sistemin başarısızlığının en büyük kanıtıdır. Bir oyunun içinde kaybolmuş nesiller, belirsiz bir geleceğe sürüklenir. Bir
zamanlar yan yana mücadele edenler bile, birbirine düşman hale gelir. Çünkü adalet, gerçek anlamda dağıtılmadığında, toplumlar kendi içinde çatışmaya başlar.
Geçmişi okuyup anlamak, geleceği şekillendirmenin en önemli yoludur. Ama bazı gerçekler, bilinçli olarak göz ardı edilir. Dışarıda düşünceler sabittir, içeride ise değişir. İnsan, yaşadığı her deneyimle dönüşür, olgunlaşır veya kırılır. Kimileri yaşadıkları travmalarla başa çıkamaz ve sonunda tüm hislerini kaybeder. Ruhlarını içeride bırakıp dışarı çıkanlar, bir daha eskisi gibi olamaz.
Ancak ne olursa olsun, bazıları hala yarınları hayal etmeye devam eder. İnsanlık, umudunu kaybetmediği sürece varlığını sürdürebilir. Bir
zamanlar içeride ya da dışarıda olanlar, aslında aynı hikayenin parçasıdır. Hepimiz, bir şekilde bu sistemin içinde kaybolmuş yolcularız. Önemli olan, bu yolculukta neyi savunduğumuz ve hangi değerler için mücadele ettiğimizdir.
*
Mehmet Demir
2325