- 308 Okunma
- 4 Yorum
- 6 Beğeni
Belki de'mutluluk' değil 'huzur' aramalısın?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
"Herkesin sürekli mutlu olmasına gerek yoktur. Dahası dünyada kimse bunu başaramaz." Paulo Coelho, Aldatmak’tan.
’Mutluluk’ diye birşey var mı emin değilim. Zaman zaman hepimiz ona dokunur gibi oluyoruz. Tamam. Lakin asla tutamıyoruz. Elimizi mesken ittihaz etmiyor, razı olmuyor, durmuyor. Gidiyor. Veyahut ona dokunduğumuz da bir yalan. Bir aldanma ve aldatma. Kendimizle oynadığımız bir oyun. Avunuyoruz ona doğru koşarken. Belki de koşmaya âşığız sadece. Koşacak birşeyler olmadan yaşamaya ikna olamıyoruz.
Hareket etmek ’varoluşun hakkını verdiğini’ düşündürüyor insana. Durmasında bulamayan eyleme anlam biçer. Koşmalıyız fakat öncesinde ayaklarımızı da inandırmalıyız. Hikmetsizlik dolayısıyla gayretsizliktir. Ayaklar da, her fail gibi, amaç ister. Gayesi olmalı varlığa çıkmanın. Varlık salt kudretle açıklanamaz. Anlamsızlık huzursuzluktur. Huzursuzluk varın var kalmaktaki güçlüğü...
İşte, o ikna, kimi zaman mutlulukla oluyor. "Öyle birşey var!" diye hayal ediyoruz. Tıpkı, filozofların ütopya, orduların kızılelma hayal etmesi gibi. Hakkında düşünmeye devam edebilmemiz için olabileceğine inanmamız lazım. Hayalin mürekkebi umuttur. Canı imkandır. Hatta bazen iş hepten çığırından çıkıyor da, delilir gibi, "Olmasa da olur. Yeter ki koştursun. Yeter ki hayatı yaşanılır, yarını özlenilir, sabahı uyanılır ve geleceği beklenilir kılsın. Yeter ki var sanılsın..." diyoruz.
Fakat ’huzur’ diye birşeyin varolduğundan eminim. Huzur mutluluk gibi değil. Bir coşkunluk hali sayılmaz. Kalbi daha hızlı da attırmaz. Atmaktan memnun eder sadece. Belki bu yüzden ahirzamanda mutlulukla yarışamıyor. Onun kadar muteber değil. "Sonsuza dek mutlu yaşadılar!" diye bitiyor masallarımız. "Sonsuza dek huzurla yaşadılar!" demek pek de cezbedici gelmiyor. ’Daha fazlasını istemek’ değil çünkü huzur. ’Elindekine razı olmak’a daha yakın. Neyse. Yine de huzurun varolduğunu biliyorum. Bunu güvenle dilegetirebilirim. Hatta üstüme gelinirse savunabilirim. Çünkü onu bazen tadabildiğim gibi elimle de tutabiliyorum.
Doğru anlamları verdiğim her zaman, her mekan, her tavır, her kelam, her olay, her musibet, her sarsıntı, her yenilik, her ’şey...’ Şey denilen herşey. Herşey huzurumun bir parçası oluyor. Sanki, doğru anlamları verdiğimde, onlar benim huzuruma çıkmış oluyorlar. Sonra hepimiz hep beraber Allah’ın huzuruna çıkıyoruz imanımızca. Cebrail efendimin, Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın huzurunda aldığı cevap gibi: "İhsan, Allah’a, onu görüyormuşçasına kulluk etmendir."
Birinin huzurunda olduğunu hissetmek, onu görmekten ziyade, onun seni görebildiğini bilmektir. ’Huzur’ ve ’huzurunda olmak’ kuyrukları birbirine bağlı tarifler. İnsan ancak herşeyi anlamlandırabildiği yerde huzurlu olur. Herşeyin yerini bilmektir bu bir nevi. Ne yapacağını kestirebilmektir.
"Bööö!" diye çıkacak hiçbirşey olmaz karşına böylece. Korkutacak birşey kalmaz. Onun ismi şudur, bunun yeri şurasıdır, şunun amacı böyledir, bunun amacı şöyledir. Herşeyi bir yerlere sağlamca bağladığın için sen de onlara göre kendine bir yer tayin edersin. Yerlerini bilirsin. Yerini bilirsin. Huzur bu ’bilmek’ten beslenir: Onun ne olduğunu ve ahlakının (bir nevi gelecekteki etvarının) ne üzere olacağını bilmek...
Mürşidim bu sadedde diyor ki:
"Münafık olan kimse, kendisini vücut sahrâsında arkadaşlarından ayrılmış, tek başına kaldığını ve kâinat cemiyetinden tard edilmiş sahipsiz kaldığını bildiği gibi, herşeyi de mâdum bilir. Ve vahşetle ihata edilmiş, sükûn ve sükûnet içinde bütün mahlûkata ecnebî nazarıyla bakar. Münafıkın şu bakışıyla mü’minin bakışı arasında dağlar kadar fark vardır. Zira, mü’min olan zat, nur-u iman ile bütün mevcudatı kendisine dost ve aşina bilir. Ve kâinatla, tevahhuş etmek değil, tam bir ünsiyeti ve muarefesi vardır."
Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler’de Jan-Philipp Sendker kahramanının sıla özlemini şu cümlelerle anlatır: "New York’u, şehrin uğultusunu ve trafiğini, birbirleriyle ilgilenmeyen yayaların yaklaşma cesareti vermeyen yüzlerini özlemiştim. Nasıl hareket edeceğimi, nasıl davranacağımı bildiğim yere dönmek istiyordum." Aynı kitapta en iyi arkadaşa karşı hissedilenleri ise şöyle ifade eder: "Onunlayken kanıtlayacak hiçbirşeyi yoktu."
Dostunun yanında duyacağın ancak huzurdur. Çünkü ondan zarar bulmayacağını bilirsin. Âdetini bilirsin. İsimlerini bilirsin. Sıfatlarını bilirsin. Tecellisini bilirsin. Hepsinden ötesi: Seni senden daha iyi bildiğini de bilirsin. Anlam ile huzur arasında böylesi bir doğru orantı da var. İman ise hayatımıza kattığımız en büyük anlamdır.
Düşünsenize: Herşeyi yaratan bir Allah’a inanıyorsunuz ve bütün varlık algınız Ona göre şekilleniyor. Herşey Onunla ilişkilendirilerek amaç sahibi oluyor. Abes/boşuboşuna diye birşey kalmıyor. Çünkü o ilahtan başka yaratıcı yok ve amaçsız şeyler yapması bir ilahın ilahlığına yakışmaz. İnsan insanken amaçsız olanı yapmayı eksiklik olarak görür de bir ilah bunu nasıl kendisine yakıştırır? Böylece huzur duyuyorsunuz. Onun huzurunda olmaktan ve herşeyin Onun huzurunda olmasıyla bulduğu anlamdan...
Mutluluk coşkulu, fakat çabuk giden, ânlarda boğulan birşey. Sevmiyorum peşinde koşmayı. Beni insanlığımdan uzaklaştırıyor gibi geliyor. Huzura talip olmaksa daha mantıklı. Daha dingin ama daha garantili. Daha mütevazı ama daha somut. Fakat şu da var: Huzur, mutluluğa göre, daha uzunvadeli düşünmeyi gerektiriyor. Hele ki evliliklerde.
Bence gençler eş seçiminde kendilerine şu soruyu sormalılar: "Kimin yanında huzur bulurum?" Şunu sormamalılar: "Kimin yanında mutlu olurum?" Çünkü hiçbir insan yedi gün 24 saat mutluluk vadedemez size. Kimse o kadar süre mutlu olamaz. Kimsenin gücü buna yetmez. Hedefleriniz ele geçer olmalı.
Ancak gece olup yastığa başınızı koyduğunuzda herşey yerli yerinde gibi geliyorsa ve yarına dair endişeleriniz yanında olmakla azalıyorsa, yani dertleriniz sükûn buluyorsa, işte bence evlilikten maksat budur. Allah Resulü aleyhissalatuvesselam, eş seçiminde, ’asalet, güzellik, servet’ üçlüsü yerine dindarlığa meyletmeyi belki de bu yüzden tavsiye etmiştir. Dindarlık, eğer kuru bir iddiadan ibaret değilse, herşeyin anlam (ve dolayısıyla huzur) bulduğu bir dünyadır. Asalet, güzellik ve servetin yüzü ise anlık mutluluğa bakar. Hem ayet-i kerime de kısa bir mealiyle buyurmuyor mu: "Onda ’sükun bulup durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir." Ayetin aslında geçen ’sükûn’ lafzını modern zamanlara uyup ’mutluluk’ diye çevirmişsen, Kur’an’ın ne suçu var bu işte? Suçu kendinde aramalısın. Ve, eğer aklın başına gelmişse, huzur aramalısın.
YORUMLAR
Konu dine bağlanmasa, mutluluk ile huzur arasındaki fark noktasında kalsa; çoğu insan tarafından çok güzel bir deneme olarak değerlendirilecekti muhtemelen bu yazı. Ama din gibi hassas bir konuyla bağlantı kurulunca; yazılan her şey o din, daha doğrusu o dinin yanlış uygulanışından doğan olumsuz şeyler esas alınarak değerlendiriliyor ister istemez.
Bir Müslüman olarak huzuru ve dinimi asla ayrı tutmuyorum. Ama her ortam gibi burada da dinle ilgili farklı farklı görüşte insanlar var doğal olarak. O yüzden savunulan görüş en haklı görüş de olsa işin içine din girince; haksız gibi görülebiliyor.
Ben huzur ve mutluluk konusundaki görüşlerinize tamamıyla katılıyorum. Kişiden kişiye değişir tabii mutluluğun mu huzurun mu önde geldiği. Herkesin hayata verdiği anlam farklı. Bazısı mutlu olmayı amaç edinir, bazısı huzuru. Ben huzuru yeğleyenlerdenim.
Güzel bir yazıydı. Kaleminize sağlık...
Mavilikler tarafından 30.12.2024 15:15:28 zamanında düzenlenmiştir.
belkibirharfimben
Yazna Yıldız tut kendini diyorum, elim dursa kalbimi
durduramıyorum Ah bu ben !
Oysa yazınızın başlığı nasıl güzeldi, satırlar arası ilerledikçe ,okudukça o malum konuya gelindiğini anlıyor ve gerçekten inanılmaz üzülüyorum, diğer hissettiklerimi ise dile getiremem şu an...
Gündemin bence en mide bulantısı yaratan başlığı , bilimsel söyleşilerine daima dikkat kesildiğim , bazen beğenip bazende kafa salladığım o ünlü* profesörün sözleridir--
Haddini aşan bu sayın profesör topluma az ile yetinin demiştir asgari ücretlerin açıklandığı bir dönemde...
Evet az ile yetinmek bedenimize,yediklerimize dikkat etmek başka şey ama insanlar açlık sınırında yaşarken , ailesini çocuğunu nasıl besleyeceğinin eve bir kilo kıyma dahi götürememenin ezikliğini yaşarken ,ez ile yetinin mesajı çok yerinde ! olmuştur...
Nasıl geldim bu konuya? sizin geldiğiniz yerden geldim, huzuru, mutluluğu birbirinden ayırt ederken mutluluk geçici huzur kalıcıdır bile demişsiniz , hiç mutlu olmadınız mı siz ömrünüzde? sizin geçici dediğiniz şey heveştir, heyecandır, huzur mutluluktur,mutluluk huzur, bu ikisi birbirinden ayrılmaz ,duygu olarak ikisi birlikte olduğu zaman hayat güzelleşir...
Diğer bir konu gençlere huzur duyacağınız kişilerle evlenmesini önermişsiniz
asalet,güzellik ve servet geçicidr demişsiniz
Neden? bunlardan ikisi ya da hepsi bir arada olunca mutlu ve huzurlu olunmuyor mu?
Fakirler ilk önce Cennete gidecekler diye atıp tutan hocalar hatta din işleri sorumluların hayatlarına dikkatinizi çekerim,hepsi servetlerine servet katarken neden cennete gitmek için hiç bir atılımda bulunmuyorlar diye düşünmedik mi acaba?
İnsanlar eşit şartlarda yaşasa ,en çok yedikleri belki de tek gıda makarna yüzünden şişman ve çirkin /kadın /erkekler olmasa / ya da o çok huzurlu hayatlarında şişen göbeklerini dindar maskeleri altında saklayıp fakirkırlere servetin hiç bir işe yaramadığını anlatıp durmasalar
v.s
Asalet iyidir, hele ruhun asili içinde güzellik barındırır ,insanı rahat ve mutlu yaşatacak kadar servet de güzeldir
-ama herkes için olmalı bu, o zaman biz kimseye huzuru mutluluğu anlatma gereği duymayız
Hissetiklerimin damlası bile yazılmadı bu satırlara inanın
Allah, Tanrı, Rab,Yaratan işte O ilahi güç herşeyden önce insanlara akıl ve onu iyi yönde kullanacak vicdan versin...
Dileğimdir....
Not yorumumda ki servet ve din konusu sakın ola sadece müslümanlarla ilişkilendirlmesin
mesela daha bir kaç gün önce Katolik dünyasının lideri Papa, Noel konuşmasını yaparken Vatikanda ki sarayının önünde küçük bir fakir kulübesi duruyordu dekor olarak ,içinde Meryem ana ve isa tasviri ile...
Aslında her yerde insanlara net mesaj veriliyor, insanlar anlamama konusunda hemfikirler....
Yani. !
sevgiyle...
belkibirharfimben
1) "Fakirler ilk önce Cennete gidecekler diye atıp tutan hocalar hatta din işleri sorumluların hayatlarına dikkatinizi çekerim,hepsi servetlerine servet katarken neden cennete gitmek için hiç bir atılımda bulunmuyorlar diye düşünmedik mi acaba..." Fakirlerin önce cennete gitmesi meselesi 'hesabını verecek mallarının az olması' ile ilgilidir. Ve bu konuda atıp tutmalar değil nasslar vardır. Yani kudsî metinler bunu söyler. Elbette her fakir ve her zengin için söylenmiş değildir. Ancak fakirin mahşer günü hesabının daha kolay olacağı da bir gerçektir. Daha az soruyla sınav olmak gibi. Bence bu gayet makuldür. İddianın ikinci kısmı ise bir 'solcu dogması.' Çok hoca tanıyorum. Çok azı zengin sayılabilir. Doktorlardan, ticaret yapanlardan, avukatlardan vs. içinde zengin tanıdığım hocalardan çok çok daha fazla. Onlar neden kınanmıyor? el-Cevap: Çünkü seküler zeka zaten dinin boş iş olduğuna inanır. Diğerlerinin hepsine zengin olma hakkı tanır. Hocaya tanımaz.
2) "İnsanlar eşit şartlarda yaşasa ,en çok yedikleri belki de tek gıda makarna yüzünden şişman ve çirkin /kadın /erkekler olmasa / ya da o çok huzurlu hayatlarında şişen göbeklerini dindar maskeleri altında saklayıp fakirkırlere servetin hiç bir işe yaramadığını anlatıp durmasalar..." İnsanların eşit şartlarda yaşaması meselesi sosyalizmin/komünizmin çoktan çökmüş bir ütopyası. Bu hiçbir zaman başarılamadı. Başarılamayacak da... Komünizmle yönetilen ülkeler bile bunun peşini bıraktılar. Zira, bir profesörle bir kondüktöre aynı maaşı verdiğinizde profesör tasını tarağını toplayıp kapitalist ülkelere taşınıyor. Türkiye'den kaçan doktorları düşünün. Onlar bir çobanla aynı şartlarda yaşamaya dayanırlar mı? Elbette yetenek, gayret, mesai vs. insanların gelir durumunu etkiliyor. Bu da savaşılamayacak bir realite...
Özetle: Bu dünyada ütopya düşleyenlerin tamamının ütopyaları çöktü. Sovyetler çöktü. Çin'in artık sadece adı komünist. Amerikan rüyası gökdelenler altında yatan evsizlerle dolu. Batı kendi medeniyetini Asya'yı, Afrika'yı, Amerika'yı sömürmesine borçlu. Müslümanlarsa fakirlikle savaşmaktansa hikmetini görmeye çalışıyorlar. Peki zengin olmak istemiyorlar mı? Elbette zenginleri var. Fakat o Anadolu deyişinde denildiği gibi: "Sen ağa, ben ağa, koyunları kim sağa?"
yildiz parlak
Yarın size bu konuda yine yazarım ya da Edebiyat defterinde ki diğer arkadaşlar gerekli şekilde yanıt verirler...
dedim de
Aklıma takıldı Helal şekilde alınan malın neden hesabını vermek için korksun fakirler ? (daha az hesap versinler diyeymis ya :))
neden hep fakirler üzerinden yürüyor bu din işleri ?
ayrıca doktor hakim, asker avukat kimse fakirler cennete önce gidecek demiyor ,diyenler sadece o işlerden çok iyi anlayanlar, kim olduklarını biliyoruz ...
Japonya da lise mezunu olmayan kimse oy kullanamıyor, yerinde bir karar bence, keşke ülkemizde de uygulansa sonucu görsek...
Sizin zannettiğiniz gibi kominist değilim ben, ayrıca olsam da bunu gururla söylerim
eşitlik insanlıkta olsun , herkes kendi mesleğinin karşılığını alsın,insanlara eşit şartlarda eğitim imkanı verilsin savunucusu olunca bunlardan bahsedince kominist mi olunuyor. ?
Doktorlar meselesini giderlerse gitsinler diyene soracaksınız ve
de nedenini ..
.....
Neyse gitim ben
iyilikler kalbinizin yoldaşı olsun ...