- 200 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
Din ve İnsan İlişkisi Üzerine Bir Yaklaşım
Değerli dostlar,
öncelikle ifade etmeliyim ki, insan olarak hepimizin temel amacı hayatta kalmak için doğru bir şekilde durmaktır. Bu duruş; adalet, ahlak, sevgi, saygı ve merhamet gibi evrensel değerler üzerine inşa edilmelidir. İnsanlık tarihi boyunca bu değerler, dinin temel öğretisi olmuş; Ancak zaman içinde ne yazık ki ki bu anlatılanlar insanın yanlış yorumlarına kurban edilmiştir. İşte tam da bu noktada, dinin özü ve insanın onu nasıl algılaması gerçeği üzerine konuşmak büyük önem taşır.
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum: Benim bakış açımda, din insan için vardır, insan din için değil. Bu anlayışla hareket ettiğimizde, dinin asıl amacının, insanın huzuruna, barışa ve doğruya yönlendirmek olduğunu daha net görebiliriz. Ancak tarihteki gelişmeler, dini sadece bir inanç sistemi olarak değil, aynı zamanda güç olarak kullanıp insanları baskı altına alan bir manivela gibi görülmüştür. Bu, maalesef dini yozlaştıran en temel unsurlardan biridir.
Dostlar, gelin şu gerçeği hep birlikte kabul edelim: İnsanın özelliklerinden en önemli unsurlardan biri de hata yapmaya eğilimli olmasıdır. Bu, onun yaratılışının bir parçasıdır. Ancak insanın bu hatalarını düzeltmesi için içsel bir pusulaya ihtiyaçları vardır. İşte din, bu pusula görevini üstlenir. Ancak unutulmaması gereken bir şey var: O pusulanın doğru yönünü göstermesi, insanın onu nasıl kullandığına bağlıdır. Eğer insan kendi çıkarlarına alet eder ve onu bir baskı aracı olarak kullanırsa, pusula hiçbir zaman doğruyu göstermez.
Bugün, din adına yapılan yanlışları gördüğümüzde, bu yanlışların, dini metinlerde değil, bu metinleri çarpıtan ilişkilerde aramalıyız. Allah’ın dini; Adalet, sevgi, barış ve huzur üzerine kurulmuştur. Bu değerler evrenseldir ve insan için gereklidir. Ama günümüz dünyasında bu değerlerin yerini, ötekileştirme ve tahakküm almıştır. Bu durum, dinin yanlış temsil edilmesinden kaynaklanıyor. Oysa din, insanın temel ilkelerindeki ilişkileri beslemeli ve onun topluma uyum içinde yaşamasını sağlamalıdır.
Bir diğer önemli konu da din ile ideolojik ayrımcılığı yapabilmektir. Din, insanın Allah ile olan ilişkilerini düzenlerken, ideolojiler genellikle insanın toplumsal yaşamını belirler. boyuttadır Ne yazık ki, bazı ideolojiler dini kullanarak kendi güçlerini pekiştirme yoluna girmiş ve bu da dinin özünden uzaklaşmasına sebep olmuştur. Burada en büyük tehlike, dini bir ideoloji gibi algılamak ve onunla toplumsal yaşamı tamamen kontrol etmeyi düşünmektir. Oysa din, insanın iç dünyasını ve bu için yaşamdaki yansıma boyutunu düzenler. Oysa Toplumsal yaşam, adalet, hukuk ve özgürlüklere dayanmalıdır.
Birçok insan, dinin evrensel bir yönetim biçiminin olduğuna inanır. Ancak yönetim bir dinin emirlerine göre toplumu yönetmek ve o dini kabul etmeyenlere o dinin emirlerini dayatmak olamaz. Buna en güzel örnek Medine devletinde karşılığını bulmaktadır. Çünkü insanlık, farklı kültürlerin, inançların bulunduğu ve bir arada yer alan bir yapıdır. Bu çeşitlilik, insanlığın en büyük zenginliklerinden biridir. Dolayısıyla, bir dinin tüm insanlığı yönetmesi yerine, her inanç grubunun kendi yaşam alanında özgürce var olabileceği bir düzen kurmamız daha sağlıklı olacaktır. Bu düzenin bütünlüğü ise adalet, özgürlük ve insan haklarına sahip olmasını gerektirir. Medine devleti Adalet özgürlük ve Hukuka dayanan bir devletti ve her inanç kendi değerlerine göre sorumluluk taşıyordu. Ancak herkesi ilgilendiren konularda bağlayıcı herkes için gerekli olan hukuka uymak zorundaydı.
Değerli dostlar, dikkat edilirse bugün dünya üzerindeki en büyük sömürüler, maalesef din adına yapılmaktadır. Dinsel kurumsallaşmalar, insanları yönetme ve kontrol etme aracı haline geldi. Bu, dinin asıl amacına tamamen ters bir durumdur. Allah, insanların özgür iradelerine değer veriyor, insanlar ne yazık ki bu özgürlüğü kısıtlamayı kendilerine hak görüyor. Oysa din, insanın gelişmesi, doğruyu bulması ve huzurlu bir yaşam sürmesi için bir rehber olmalıdır.
Bu noktada şunu da ifade etmek isterim: Bir insanın dindar olması, onu otomatik olarak ahlaklı yapmaz. Aynı şekilde, bir insanın dine inanmıyor olması, onun ahlaksız olduğu anlamına da gelmez. Çünkü ahlak, insanın gidişatının getirdiği bir özelliktir. Her insanın genetik kodlarına yerleştirilmiş bir yapı vardır. Ancak bu verilerin korunması ve geliştirilmesi için sürekli bir çaba gereklidir. İşte din, bu çabayı destekleyen bir araç. Ama unutmayalım ki, aracın doğru kullanılması, sistemin planına bağlıdır.
Benim düşüncem şudur: İnsanlık, inançları ne olursa olsun, ortak paydada buluşmalıdır. Bu ortak payda ise insanlığın onurudur. Adalet, sevgi, merhamet, saygı ve ötekileştirmeme gibi değerler, tüm insanlığın kabul edilmesi gereken evrensel ilkelerdir. Eğer bir toplum bu değerlere sahipse, o toplum huzur içinde yaşayabilir. Aksi takdirde, kesintiler ve bölünmeler kaçınılmazdır.
Son olarak şunu ifade etmek istiyorum: Her insan, kendi doğrularını bulma ve bunlara göre yaşama özgürlüğüne sahiptir. Ancak bu özgürlük, diğer insanların haklarına zarar vermemelidir. Eğer bir insan, kendi doğrularını muhafaza ettiği gibi onları başkalarına dayatmaya çalışıyorsa, burada bir sorun vardır. Çünkü gerçek doğruluk, zararların azaltılması, herkesin huzur içinde yaşamasının sağlanmasıdır.
Sevgili arkadaşlarım, eleştiri ve farklı düşünceler her zaman bizi geliştiriyor. Önemli olan, bu kritiklerin ayrıştırıcı bir çerçevede yapılmamasıdır. Eğer hepimiz farklı düşüncelere açık olur ve bunları bir zenginlik olarak görürsek, dünya çok daha güzel bir yer haline gelir. İşte benim hayalim, böyle bir dünyadır. Herkesin birbirine saygı duyduğu, sevginin ve merhametin hakim olduğu bir dünya... Bu hayal gerçek olur mu bilmiyorum burada. Âmâ bu hayallerimin gerçekleşmesi için, bir kişi bile olsam, doğruluktan vazgeçmeden evrensel insani değerlere göre yaşamak için mücadeleme devam edeceğim...
Hepinize sevgi ve selamlarımla…
Erol Kekeç/05.12.2024/Sancaktepe/İST
YORUMLAR
“Din” analizinden çok kendi düşüncelerinizi, beklentilerinizi belirtmişsiniz . İnsan toplulukları hiyerarşik topluluklardır; düzen içinde yaşamak isterler. Tarım devrimi öncesinde bu düzeni topluluğun lideri sağlarken tarımla birlikte, yani özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla bu düzeni önce pagan dinler, süreçle Sami dinleri sağlamaya çalıştı ama binlerce parçaya( tarikat,vb) ayrıldı. Pagan dinlerde şiddet yoktu, oysa Sami dinlerin dayanağı şiddet idi ve hala öyle. Yine de gündeme getirdiğiniz için sağolun.