- 839 Okunma
- 12 Yorum
- 18 Beğeni
Irksız Ve Çıplak
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çocukluğumun piramitlerinde dolaşıyorum, sığınamadığım sığınaklarımda. Ne kadar güvenliymiş dünya ne kadar mavi. Bayatladı mı her güzel şey büyüdükçe ben.
Dama serili yataklarımızda uyurduk, yıldızlar mı korurdu bizi o zamanlar. Şimdilerde sokağa çıkmaya korkan bizler mi kirlettik dünyayı. Yoksa; o çocuk yüreğimizle mi dünyayı yaşanılası görmüştük.
Keşke hep çocuk kalsaydık deme lüksümüz var belki, lakin o yıllara dönüş yolumuz tıkalı.
Yazları üç ay kaldığımız şehirden uzak çok sevdiğim bağ evimiz vardı. Babam hafta sonları uğrayabiliyordu ancak, işinden dolayı. Bağdaki işleri yapan geçici isçiler oluyordu. Bir de her yazı bizimle geçiren Hıdır emmimiz vardı. Kimi kimsesi yoktu. Belki de onun kimi kimsesi bizdik. Onu çok sever aynı zamanda ondan çok çekinirdik. Bağdaki meyve ağaçlarının, bostanların sulamasını yapardı. Geceleri evin karşısındaki dut ağacının kökünde onun için serilen yatakta uyurdu. Çok konuşmazdı, arada sırada bizle sakalaşmasına her defasında şaşırsak da içimizde gizli bir sevinç ayağa kalkardı.
Hangi meyve olursa olsun olgunlaşmadan kopardığımızı gördüğünde kötü azarlardı, kendi bağımızda çok kez hırsızlık yaptığımızı biliyorum. Sanki; büyürken unutmuştu eriğin yeşilken ekşi ekşi, kıtır kıtır daha güzel tatta olduğunu.
Bir de Çomar adında bembeyaz tüyleri olan köpeğimiz vardı. Ağzını kocaman açıp esnese de çoğu kez, işe yaradığı zamanlar da oluyordu. Gelenler olduğunda uzun uzun havlayarak haberdar etmesi gibi...
Şimdilerde gülerek, imrenerek hatırladığım anılarla dolu o yıllar, âh!
Birgün, ablamla armut ağacının üzerine çıkmış, olgunlaşmış armut ararken, Hıdır emminin bizim olduğumuz yöne doğru sırtında kürekle geldiğini gördük. Tam üstünde bulunduğumuz ağacın altından geçip fındıklı havuzu salmaya(sebzeleri sulamaya) gidiyordu. Nefeslerimizi tutmuş, bizi fark etmesi endişesi duyarak hareketsiz beklemiştik. Çocukluk bu ya o bizden uzaklaşır uzaklaşmaz ağaçtan hızla atlamış, koşar adımlarla olay mahelinden uzaklaşmıştık. Yere atlarken çıkardığımız gürültü bize ele vermiş, arkamızdan seslenmişti Hıdır emmi. Arkamıza bakmadan kopardığımız armutlarımızla eve sığınmıştık çabucak…
Hafta sonları mutlaka misafirlerimiz olurdu. Hem de yığınla. Bazıları bir kaç hafta bizimle kalırdı. Kimileri de arabalarının bagajları tıka basa dolu olarak akşama doğru evlerine dönerlerdi. Ağaçlar kırılır, bostanlar zarar görürdü. Lakin; bundan dolayı hiç bir misafir azar işitmezdi. Herkes gittikten sonra Hıdır emmi kendi kendine söylenirdi, garibim.
Bağ evi üç odalıydı, yan tarafında da hayvanların kaldığı ağıl vardı. Annemler içeride uyurdu. Biz çocuklara dama yatak sererlerdi. Gökyüzünü seyrede seyrede dünyanın en tatlı uykusuna dalardık. Ayın ay boyunca incelişini ve yeniden dolunay olusunu izlemek çok güzeldi. Yazın en sıcak olduğu zamanlarda dahi geceleri çok soğuk olurdu, yün yorganlarımıza sıkı sıkı sarılarak sabahlardık. Güneş üzerimize doğardı. Güneşin doğuşu ve batışını çocukken doya doya seyretmiştik. Kayan her yıldızla dilek tutmak, en çok parlayan yıldızı sahiplenmek... Bazen “ o yıldız benim” diye kavgaya tutuşup, iç çekerek uykuya dalmak. Ne çok şeye içerlenmişiz safça. Ne kadar güvendeymişiz çocukken.
En yakın sınır komşumuz bağlarının bakımı için haftada bir kaç kez uğrayıp akşamları evlerine dönerlerdi. Evin hemen altındaki havuzu onlarla ortak kullanıyorduk.
Annemlerim evde olmadığı bir gün;
benden üç yaş büyük olan ablam, hayvanları dağın yamacına salmış, yanı başımda son ses radyo dinliyordu. Ben de küçük kız kardeşimi leğenin içinde yıkıyordum. Banyo sırası iki yaşındaki kardeşime gelmişti. Kardeşimi aradım, ortalarda görünmüyordu. Panik içinde sağa sola bakınırken ağabeyimin çocuklarına sordum. Parmaklarıyla havuzu gösterdiler. Ödüm koparak havuza doğru koştum, suyun üzerinde hareketsiz kardeşimi gördüm. Adımlarım kilitlendi, adım atamadım. Attığım çığlıkla yengem evden dışarı fırladı. Bakışlarımın kilitlendiği yöne doğru koştu. Havuzla ev arasındaki yamacı hızla inerken ben hâlâ şoktaydım. Kardeşimi sudan çıkarmışlardı, nefes almıyordu. Bağları bağlarımızla bitişik olan komşular bağırtılarımıza koşarak gelmişlerdi. O panik anında aklıma nasıl geldiyse, kardeşime sunni teneffüs yaptığımı hatırlıyorum. Bir kaç kez denedikten sonra, sonunda nefes almaya başlamıştı ama dişleri birbirine kenetlenmişti. Komşulardan kadın olan kardeşimin yutmuş olduğu suyu ters çevirerek boşalttı. Sonra; iki parmağını dişlerinin arasına zoraki yerleştirdi. Kardeşimin dişleri nihayetinde açılmıştı birbirinden. Lakin; komşu kadının parmaklarındaki eti kemiğine kadar sıyrılmıştı. Komşu kadının gıkı çıkmamıştı. Ne kadar iyi bir kadın diye düşünmüş, derinden minnet duymuştum. Kardeşim hastaneye kaldırılmış, uzun süre kalmış, eve geldikten sonra bir süre konuşamamıştı …
Bu sadece bir anı. Çok zaman mı geçti de dünya bu kadar değişti. Şimdi; var mı hiç bir kuşku duymadan evinin damında uyuyacak. Komşunun feryadıyla koşup, can acısı duya duya merhem olacaklar var mı ötekinin yarasına!
Şimdilerde, ülkem ayaklanıyor, sancısını tâ uzaklardan duyumsuyorum. Canım yanıyor anne, içim eziliyor. Gözyaşlarımı gurbet mendilleriyle siliyorum. Çocuk olmak istiyorum, sıcacık kucağında her şeyden habersiz. Türk, Kürt nedir bilmeden! Yeniden el ele yanyana, cam cama, sınırlar olmadan candan komşu olmak! Geceleri gözlerime yıldızları, ay ışığını yorgan yaparak uyumak ülkemin en ücra köşesinde. Yeniden bağ evimizin kapısı sonuna kadar açık, soframızdan nasiplenen yığınla ziyaretçiler gelsin. Bölüşecek rıskımız olsun anne!
Türk komşunun, kardeşimin hayata dönmesi uğruna elinin acısını duyumsamadığı gün gibi bir olduğumuz günlere yeniden güneş doğması çok mu büyük bir hayal…
Çocukluğumun piramitlerinde ırksız ve çıplak dolaşıyorum, insanı arıyorum anne!
Sude Nur Haylazca
(Vaha Sahra)
Not; yeniden düzenleme.
YORUMLAR
Efendim tabii ki içindeki çocuğu öldürmek doğru değil susturmak doğru değil bazen çocuklaşırız her yaşın kendine göre güzellikleri özellikleri vardır tabii ki onlar berrak temiz bir süreçti hayatta her şey geçici tabii geriye bakınca güzelliklere görmek daha da güzel Güzel ve akıcı bir yazı ele almışsınız Tebrikler
Tek bir ırk olmalı: İnsan… Diğerleri saçmasapan ayrımlardan ibaret… Harika bir yazıydı.
Öyle detaylı, hoş bir üslupla anlatmışsınız ki; bahsettiğiniz o yerlere gitmiş gibi hissettim.
Çok tadında, insanın içini ısıtan bir yazı olmuş.
Yüreğinize sağlık…
-Sude Nur Haylazca-
Bu evet insanız sadece ırk da yok aslında, düzenin uydurduğu birşey..
" İkilik kinini içimden atıp
İkilik kinini içimden atıp
Özde ben bir insan olmaya geldim
Taht kuralı ariflerin gönlüne"
Der ya türküde işte öyle...
Selamlar.
Eyvallah.
Mavilikler
Sevgiler...
"Çocukluğumun piramitlerinde ırksız ve çıplak dolaşıyorum, insanı arıyorum anne!" ifadesi, derin bir varoluşsal sorgulamayı dile getiriyor.
Piramitler, geçmişin ve medeniyetin sembolleri olarak, şairin çocukluk anılarına ve kimlik arayışına kapı aralıyor.
"Irksız ve çıplak" oluş, insanın özüne, saf benliğine, yani toplumsal kalıplar ve etiketlerden bağımsız bir varoluşa işaret ediyor.
Bu, modern Dünyada kaybolmuş, kendi insaniyetini arayan bir bireyin içsel yolculuğu gibi.
Anneye sesleniş ise, bu arayışta bir kök, bir güven arayışı gibi...
Belki de insan, saf haliyle annede bulduğu o koşulsuz sevgi ve aidiyetin peşinde.
Şiirsel bir çığlık, insaniyetin özüne dönüş arzusunu dile getiriyor.
Tebrikler,sorgulayıcı,düṣündürücü bir yazı..
Yeni umutlarla yeṣersin baharımız umuduyla,sevgiyle..
-Sude Nur Haylazca-
İnsan dışarıdan içeriye yolculuk eder en son... Dışarıdan içeriye kaçar...
İnsan insandan kaçarken bulur kendini, insanı...
Selamlar.
Eyvallah.
-Sude Nur Haylazca-
Çocukluk, düş evimiz.
Selamlar.
Eyvallah.
Ne güzel bir yazı böyle. Sıcak, özlem dolu, samimi. Çok benzer şeyleri yaşamış biri olarak cümleler içinde koşup durdum. Çocukken dedemlerin köyüne gider orada başka bir dünyadan gelmiş başka bir dünyada da yaşıyor gibi hissederdim. Hele hele o toprak damlarda uyurken gökyüzündeki yıldızları izlemek, ne huzurlu bir şeydi. Şimdi konforlu apartmanlarımızda gökyüzünü de yitirdik, göremez olduk. Şimdilerde insan özlemle bakıyor o günlere.
Her şey bitimli.
Neyse yazılacak çok şey var ama susup biraz anımsamak istiyorum.
Keleminize sağlık.
Selamlar.
-Sude Nur Haylazca-
Yıldızları izlerken uyumak ve ücra bir yerdeki evin damında dünyanın en büyük mutluluğu, büyüdükçe kayboldu güzellikler. Hayat telaşından yaşamayı unuttuk.
Ortak yaşanmışlıklardır insanların empati kurmasını ya da anlaşılmasını sağlayan...
Güzellikleri hatırlattıysa okuyana ne güzel, mutlu etti bu...
Selamlar.
Eyvallah
büyüklerin dünyasında büyümek, ellerimizin çocukken hissettiği o pürüzsüz kabukları özlemekle başlar. kendi bahçemizdeki meyveleri hırsızlamanın utancıyla süslenmiş, eski bağ evlerimizin tozlu köşelerinde saklı kalan gülüşlerin yankısı, hâlâ kulağımızda. belki de büyümenin yükünü bu yüzden taşırız. her seferinde çocukluğun saflığından kaçıp, yetişkinliğin karmaşasına sığınırız. oysa o eski dostluklar, o paylaşılmış ekşi erikler, suya düşen çocuk kahkahaları, zamanın bu sert yüzüne karşı bir kalkan gibiydi. şimdi, ellerimizde yalnızca boşluk kaldı. bizimle o eski bağ evinin göğüne bakan yıldızlar kaldı mı? şu an kaçımız başımızı kaldırıp yıldızlara bakabiliyor? kaçımız, bir çocuğun rüyasına dalan sakin bir geceyi özlüyor?
oysa ki en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, yeniden o günlerdeki gibi birbirimize sarılmak, komşunun derdiyle dertlenmek, bir yarayı birlikte sarmak. eskiden bir komşu feryadını duyduğumuzda, hemen koşardık yardıma. şimdi ise, o eski dostluklar nerede kaldı? belki de
🙏
-Sude Nur Haylazca-
Çocukluk çağlarımız en güzel anılarımızı saklar. Büyüzdendir ki bugünden bunaldıkça o günkü mutluluk dolu, saf dünyamıza çekiliriz.
Selmanlar.
Eyvallah.