- 464 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
UFKUMUZA DOĞAN GÜNEŞ-NECİP FAZIL
Ufkumuzda Doğan Güneş Necip Fazıl
Ufkumuzda Doğan Güneş Necip Fazıl
·
UFKUMUZA DOĞAN GÜNEŞ-NECİP FAZIL
1
Anı
Aylardan Mayıs..Doğum ve ölümü aynı ayda olan bir şair... Mayıs ayını şereflendiren şair... Büyük Doğu’nun bayraklaşan mücadelesinin adı...
Bu çağda; İslam’ın yakılıp yıkıldığı bir çağda İslam bayrağını alıp yücelten, küçüklükten büyüklüğe eriştiren, ona geçmiş günlerdeki onurunu kazandıran büyük dava adamı..
Said i Nursi gib, Mehmet Akif gibi bir dava ve ideal insanı... Sultan Abdülhamit’in küçülmesine mani olamadığı doğu dünyasını manada yücelten insan.
Yeni bir dirilişin ilk kıvılcımları. Doğuyu sarsan adam...Uzun süredir uyumakta olan bir devi uyaran uyandıran, müslümana, İslam insanına özgüvenini kazandıran insan.
İslam bayrağını yerlerde sürünmekten kurtaran’’ Doğsun Büyük Doğu benden doğarak’’ deyip doğuyu yeniden büyük doğuşa zorlayan büyük dev.
Onu ne zaman tanıdım? Yıl 1974 Erzurum. Bir konferans öncesi akşam namazını eda etmek için camiye gidiyor,.. Bir kaç üniversiteli elini öptük. "Hoş geldiniz." dedik.
İmamın arkasında duruyor. Kendinden geçmiş bir eda ile namazını kılıyor. Tam bir vecd hali. Tam bir cezbe. Allah kulunu namazda kendine çekiyor. Kendinden geçme hali... İşte namaz bu... lk örneğini onda gördüm... Onu Hasan Basri nin sahabe için söylediği ‘’Onları görseydiniz deli zannederdiniz, onlar sizi görselerdi bunlar Müslüman değil derlerdi’’. İşte tam bu anlayışın yansıması, tam bu yaşayış..
O gece dinleyiciler sinema salonunu hıncahınç doldurmuş onu bekliyor... Dinleyiciler arasında proflar., doçlar., muhtemelen siyasetçi ve bürokratlar... Erzurum’un medrese uleması ve daha niceleri... Üstad oturuyor... Elinde bir takım kağıtlar... inleyici coşuyor...Neler söylüyor... Tam bir şiir… Kelimeler ağzından akıyor mübarek... Dinleyici kılını kıpırdatmıyor... Tam bir huşu... Dönüşte Prof. Yusuf Ziya Kavakçı ileyiz... Hamidullah üzerine söylediklerini tartışmaya açıyorum. "O bizim meslekte biri değil "diyor. ’Hamidullah baidullah’ ifadesini doğru bulmuyor.
2
O Kimdi ?
Maraşlı bir aileden, Kısakürek oğullarından. Dedesi sultan Abdülhamid’in Paşası. Hakim, hem de Yıldız Suikasti davasının yargıcı. Bu yönüyle Nazım’la aynı... O da bir paşa torunu.
Çemberlitaş’ta bir konak manzarası. Tüm aile orada. Bir de Deli Fazıl; Ahmet Necibin babası.
Cılız bir çocuk; dünyaya gelen bu geleceğin çilekeşi, daha dünyaya gelirken bile nefis yönünden zaaf içinde.
Adını büyük babasının babasından alıyor. Daha sonra bu adı kendisi değiştirecek. İkinci adıyla babasının adını birleştirerek kendisine-Fuzuliye benzeterek Fazıl adını verecektir. Ama onun gibi alçakgönüllülüğe sapmadan. Necip ve Fazıl, asil ve faziletli
Dede Mehmet Hilmi, Salim Paşa tarafından Necip Efendi’den alınarak İstanbul’a getirilir. Bu Salim Paşa ilerde nazır(bakan) olacaktır.
Onu biz küçük yaşlarda ünlü konakta afacanlıklarıyla çevresini bunaltırken görüyoruz.
Dede bu zeki çocuğa bir çare bulur. Konağın kütüphanesi ‘’Al oku bu kitapları’’.Çocuk uçsuz bucaksız merakına bir mecra bulmuştur.
Onu kitapla baş başa, uykusuz sabahlarken görüyoruz. Konak ahalisi korku içinde... Kaybolan çocuğu arıyorlar. Onu kitapların içinde kaybolmuş buluyorlar.
12 yaşlarında anne hasta, çocuk onun ziyaretinde... Anne çocuğa seslenir; ‘’Senin şair olmanı isterdim’’. ‘’Ve oldum’’. Bu onun ifadesi.
İlk önce aruz denemeleri... Ve sonra hece.
İşte o coşkun ırmak mecrasını buldu.
18 yaşlarında onu bir dergi yazıhanesinde görüyoruz. Yakup Kadri Karaosmanoğlu bir dergi yönetmeni. Onunla görüşmek isteyen delikanlı masanın üzerine bir defter atar. Ve der:’’ İşte bunlar benim şiirlerim’’. Öylece çıkıp gider.
Ertesi gün dergi kapağında bir manşet’’ İşte Türk Şiirinin Bodleri: Necip Fazıl Kısakürek’’. Ve daha sonra övgüler sıralanır: ’’ Bir mısraı bir millete şeref vermeye yetecek büyük şair’’. Ahmet Haşim genç adama şöyle söyler.’’ Çocuk bu sesi nerden buldun’’? . Ahmet Hamdi Tanpınar :"Kop dağındaki dükkanında metaına müşteri beklerken görür şairi.
Bir askeri lisede öğrenci Nazım da aynı lisede. İki şairin şiirleri elden ele dolaşıyor.
Onu felsefe tahsili için gittiği fen edebiyat fakültesinde görüyoruz. Askeri okulu bırakmıştır. Bu okulda hocalarını etkileyecek kadar ileri gider. Mustafa Sekip Tunç onun hoca-talebesi.
Onu Avrupa’ya giden öğrenciler arasında görüyoruz. Vapur içinde başındaki fesi denize fırlatıyor. Demek henüz dava ve iddiasının ilk ışıkları yanmamıştır.
Paris Onun gündüzünü görmediği kent. Çünkü sabahlara kadar kumar oynayacaktır. Kumar onda bir illettir. O bu illeti kendinden kurtulmanın, nefsini yok etmenin bir aracı sayacaktır. Kötüyü kötüyle yok etme. Tasavvufta fena ve beka sırrı. O daha sonra bu hastalığı bu şekilde yorumlayacaktır.
Beş parasız ülkeye dönen öğrenci. Kısa zamanda işini bulur. Gazetecilik ve ardından yazarlık. İşte onun macerası.
Ve nihayet dergicilik. Dergi onun hayatında büyük bir yer tutar. İlk dergi Ağaç. Bir yıl, 12 sayı ve sonra Büyük Doğu. Aynı zamanda üniversitede hoca, ama büyük doğu öyle bir dergidir ki "ya hocalık ya dergilik" denince o dergiciliği seçmiştir.
Devrin siyasileriyle yolları kesişir. Bayar, Menderes, Demirel, Erbakan, Türkeş ve en son Özal. Bu son siyasi ile ilişkisinin ne derecede olduğunu bilmiyoruz. Ancak onu şairin cenaze merasiminde görüyoruz.
Ağaç dergisi Bayar’ın vasıtasıyla bir yıllık resmi reklam bedeli ile çıkar. Recep Peker görüştüğü ama teslim olmadığı muhaliflerden. Menderes hep ümidini koruduğu ama istediği sonucu alamadığı biri... Onu seviyor, ona inanıyor, onu uyarıyor ve beceriksizliğini yüzüne vuruyor. Ve bir kitap ihtiyacı yazıyor.’’Benim Gözümde Menderes’’
Ahmet Kemal
Kayıt Tarihi : 30.5.2013
·
·