Çanakkale de Savaşanlar Dediler ki.!
Hatırlayın.:
Ey. Anafatralar’ın şen dalgaları,
Siz o günler yine böyle kaderinizin gidişatına uygun akar,
Çağlardınız.
Fakat o zamanlar başlarınızda taşıdığınız zırhlı ejderler, karşınızda yükselen şu mübarek toprağı böyle bizcileyin bağrı dolgun,
Gözü yaşlı hasretliler gibi tavafa mı geliyordu?
Ey köpükleri gülümser dişler gibi şirin sular,
O zamanlar üstünüzde "ölüm"ün donanması aylarca kudurup çalkalanmadı mı?
Şahlanamaz mıydınız, dalgalar!
Kükreyemez miydiniz?
Onu derinliklerinize gömemez miydiniz?
Sen olmasan, güzel deniz. belki onlar buralara gelemezlerdi:
Şehitlerin senin hacmine yakın kan ve dullarla yetimlerden senin enginliğine yakın göz yaşı akmazdı.
Eteği ucunda ömür sürdüğün bu yiğit toprağa vefa göstermedin deniz!
O ecel şenliğine şu karşı tepelerdeki Türk çocukları göz kırpmadan bakmasaydılar, ya genç bağırlarını şahadetin nuruna açar gibi o kızgın aleve tutmasaydılar, encamın ne olurdu!
Şimdi eteklerinden yamaçlarına doğru beyaz mezar taşları uslu koyun sürüleri gibi tırmanan şu göz alımı yer,
Kim der ki o zamanlar cihan mukadderatının düğüm noktası olmuştur.!...
Zira o vakitler ışıkları ta kutuplara kadar vurmuş o kızgın alev meydanı şimdi artık bir derin düşünce gibi yapayalnız uzayıp gidiyor!...
Fakat dilediğin kadar durgun ol, ey yalçın ıssızlık, susuşun konuşma gibi... Çünkü senin üstünden yiğitler geldiler geçtiler;
Hayatlarının künyesini deftere bile geçirtemeden ecel berzahını aştılar,
Ruhları göğüne aktı, kanlarının rahmeti bağrına yağdı.
Onun için sen toprak iken can oldun, sınır değil, ülkü oldun, coğrafya bilgisi değil yurt ve inan dersi oldun!...
Sana artık dağ, saba taş, sana orman, sana ırmak denilemez.
Sen şanı ta haşre sürecek cihangir menkıbesin!...
Issız görünüşlü tepelerdeki uğultu, sadece rüzgardır sanmayın;
Oralarda, nöbet bekleyen yiğit tayfaları gülbank okuyor!...
Karası, denizi, ufku, göğü, gecesi, gündüzü alev, tayfun kesilen şu daracık yerlerde kızgın demirlere ve delinmez zırhlara. canlı saldırış kalelerine karşı boğuşan adsız fedailer onlardı!...
Çelikleri büken eriten ateş onların bedenleriydi;
Ateşten dağları söndüren, onların kanıydı!...
Cephanesi tükenen, o cehennem çığlıklarının içinde;
-"Cephaneniz yoksa süngünüz var!" diyen bir ses duyardılar.
Ecel saflarının üzerine atılacaklarken onlara bu ses:
-"Size ben taarruzu emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir."
diyordu.
O ses kulaklarına kâh:
-"Karşımızda bulunan düşmanı bire kadar hepimiz ölerek behemehâl denize dökmek kanaat-i vicdaniyesin deyim..." derdi.
Kâh:
-"Benimle burada muharebe eden bilcümle askerler katiyen bilmelidir ki, uhdemize tevdi edilen namus vazifesini tamamen ifa etmek için bir adım geri gitmek yoktur.
Hâbu u istirahat aramanın, bu istırahattan yalnız bizim değil, bütün milletimizin enediyen mahrum kalmasına sebebiyet vereceğini cümlemize hatırlatırım!..."
diye kükrer, soylarının bir uyarış gibi ta cengaverlerine ulaşır, hepsinin Türk ruhunu şahlandırır, o ruhu güllelerden bombalardan daha korkunç bir yıldırım haline kordu...
Üzerlerine en dayanılmaz öldürücülükte ölüm cihazlarıyla saldırır kıta aşırı renk renk ırklara şu bayırlarda yere seren iman gövdeli pehlivanlar onlardı.!...
Onun için burada cihana aşikar oldu ki, yeryüzünde her yaratılmadan, her silahtan, her azimden üstün bir tek güç vardır; Türk!... Zira bu tepelerden ölümü yenip diriliği kazanan Türk’tür!...
Yere serdiği dünyanın başına basarak sözünü ummanlara geçiren Türk’tür!...
O emeklerden bize bir yurtla bir tiğit bergüzar kaldı!...
Milletin altın talihi gibi sarışın başın, ey Anafartalar kahramanı, bize bu dağlardan doğdu...
Yaşatıcı hava ve aydınlatıcı ışık yeryüzünü nasıl kaplıyorsa, o günden beri senin hizmetlerin de yurdu öyle kapladı.
Türk ülkesinde ne yana baksak, gözümüzde ve gönlümüzde sen varsın ey Kemal...
Şimdi bana şu etekleri ve yamaçları ölü köyleri hâlinde bölük bölük dolduran şu beyaz mezarlar, şu yabancı anıtlar, yukarıki tepelerde Türk’le dolu manevi arşa secde etmiş tövbekârlar gibi geliyor...
Onun için bu gaza arşından bizim hâlâ göze görünür bir dikili taşımız yoktur diye gam yemiyorum.
Biliyorum ki, şayet burada gökyüzü ışıktan lisanını açsa, toprak bağrındaki cevheri saçsa, rüzgar çamlı türbenin ağaçlarını söyletse, kayalar dalgaları ililetse, bunların hepsi, ziyaretçi nesillere ta haşre kadar şunu anlatacaktır;
-"Bu gün bu geçitte Türk’ler durdular; düşmanlarının zorlu inadını kırdılar; dünyayı buradan öte aşmağa bırakmadılar!..."
Etrafını bir hilal gibi tavaf ettiğimiz Çanakkale!...
Sana bu mana yetmez mi: Sen ki iç ve dış denizlerin ortasında bir baştan bir başa göğe yükselen yekpare bir şehit kabrisin!... Gaza ditarı, kendi andın kendisisin!...
Kaynak: Çanakkale de savaşanlar dediler ki.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.