- 470 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Gurbet Sancısı
Bir sonbahar mevsimiydi;
İş için konakladığım otelden sabahın erken saatlerinde çıkışımı yapmış,
Nasıl olsa yolda bir otobüse binerim diyerek, en yakın ilçeye doğru yürümeye başladım.
Mis gibi bir havayı solumanın verdiği iştahla hiç arkama bakmadan yürüyordum.
Dünden kalma nemli toprakların üzerine yapışmış kavak yaprakları, ayaklarıma yapışıp duruyor,
beş adımda bir ayaklarımı yere sert basıyor, tabanımı dolduran yapraklardan kurtulmaya çalışıyordum,
Yol boyunca uzanan kavak ağaçlarının hışırtısı ise bu ıssız yollarda sanki bana yoldaş olmuştu.
İki günlük konaklamanın ardından, zaten baharın cenderesinde sıkılmış ruhum, ayaklarımı istediği yöne sürüklerken, yorgun dizlerim bir yerlerde dinlenmem için sızlamaya başlamıştı bile.
En yakın dinlenme yerinde bir çay molası verip içimi ısıtmak, yorgun dizlerimin sesine kulak vermek istiyordum. Sağıma soluma göz gezdirip bir vasıta bakmaya başladım. Geriye dönüp bakarken arkadan bir arabasının ağır ağır geldiğini fark ettim. Durdum ve araba gelene kadar rüzgardan dağılmış üstümü başımı düzeltiyor. Ayakkabılarımı temizliyordum, Minibüs iyice yaklaştı ve el ettim, baktım ki ilçeye yakın bir kasabanın minibüsü idi, Şoföre ilçenin arabası ne zaman gelir diye sordum. Şoför gözlerini kısarak ’’Ooo hemşerim sen de iki saat ben diyeyim üç saat belli olmaz onların işi, araba iyice dolmadan yola çıkmaz ’’dedi. Şoförün bu geniş zamanlı konuşması beni ürkütmüş, beni çaresizce o minibüsün içine çekip almıştı bile. Minibüsün koltuklarının rengi solmuş, tutunacak demirleri pas tutmuştu. Üç beş yolcu almıştı ve sanki günü kurtarmış gibiydi. Şoföre yakın bir yere oturdum ve ücretini uzattım. Şoför paranın üstünü verirken ona ,kasabaya, ilçe otobüsünün bu gün gelip gelemeyeceğini soruyordum ,Şoför Rahat bir dille ’’Hemşerim merak etme sen kesin gelir, gelmezse ben seni misafir ederim rahat ol ’’ diyerek tedirgin yüreğime su serpiyordu. İçim rahatlayınca dolmuştaki yolcuları gözlemlemeye başladım, İlk olarak hastaneden geldikleri çok belli olan yaşlı bir çift çarptı gözlerime, adam oldukça iri yapılıydı ama demirlerde asılı duran bastonu, zamana yenik düşmüş dizlerinin kadim dostu gibiydi. Yanındaki hasta kadının ise rengi solmuş, gözleri uykuya çoktan teslim olmuştu. Bir ön sırada ise kıpır kıpır bir çocuk ve annesi oturuyordu.
Çocuğun minicik ellerinde fileye sıkıştırılmış iki plastik top vardı.
Kadife pantolonun cebinde ise bir kabarıklık ,muhtemelen kutuda ciklet.
Üzerinde yünden örme bir kazak vardı ve o minik vücuduna küçük geliyordu, belli ki ya ninesi yada annesi o daha doğmadan örmüş ,al al olmuş yanakları ,bilinçsizce etrafı süzen ateş gibi gözleri. Yediği şekerlerden olsa gerek ki öndeki iki dişinin yerinde yeller esiyor...
O kadar masum ve tatlıydı ki görmeliydiniz.
Adını sordum,
Omuzlarını silkti,
Adını söylersen sana bir top daha alırım dedim,
"benim topum var bak babam aldı "dedi.
O kadar sevinmiş ki babasının aldığı o toplara,
fileyi sıkı sıkı tutuyordu ve ellerine filenin izi çıkmıştı.
Gülümsedim!
Sonra çocuk "amca benim adım Yasin" dedi birden bire.
"arkadaşlarımın topları var ama beni oynatmıyorlar,
bu gün babam İstanbul’dan geldi, beraber pazara (İlçe ye)gittik,
babama arkadaşlarımın beni topla oynatmadığını söyledim.
O da bana iki tane birden aldı"
Gülümseten ve içimi dolduran bir sahneydi, ’’r’’ leri ’’y’’ ile söyleyen o tatlı dilli çocuk,
anladım ki fileyi sımsıkı tutarken aslında gurbete giden babasının ellerini tutuyordu.
Arkadaşlarına topları gösterecek ve onları babasının aldığını söyleyecekti, babasının aldığı o iki top onun için o kadar değerliydi ki. Çocuğun gurbet sancısını hissetmemek elde değildi.
Bir kaç saat süren yolun ardından kasabaya giriş yaptık Şoför girişteki Kahvehanenin hemen önünde durdu.’’ Hemşerim sen burada in, ben yolcuları dağıtıp geleceğim, başıyla göstererek bak orada Muhtar Mahmut Emmi var onun yanına otur bir çay söylesin, ben de on yada on beş dakika sonra yanınızdayım’’ dedi ve devam etti.
Muhtara selam verip masaya oturdum, Muhtar hemen oğlum Süleyman ağabeyine bir çay ver diye seslendi.
Bu ak saçlı, alnı kırış kırış olmuş adam oldukça saygı değer birine benziyordu.
Beni baştan aşağı süzerek ’’merhaba evlat nasılsın iyi misin, nereden gelir nereye gidersin böyle? ’’dedi.
Merhaba iyiyim dedim, İş icabı ilçeye gideceğim, akşam üzeri buradan bir araba gelecekmiş, burada oturup onu bekleyeceğim dedim. Kaşlarını kaldırıp başını sallayarak ’’anladım evlat’’ dedi.
Çok geçmeden arabada gördüğüm çocuk Yasin koşarak yanımıza geldi ve Muhtarın kulaklarına bir şeyler fısıldayıp koşarak uzaklaştı. Muhtar gülümseyerek vay eşşoğlusu diyerek koşan çocuğun ardından baktı.
Zaten neyin nesi olduğunu merak ettiğim bu çocuğun, onun torunu olabileceğini düşünerek.
Muhtara sordum! Torununuz mu?
Gülümsedi ’’yok be evlat’’ ne gezer ’’Ama torunum sayılır’’ dedi.
Sonra çıkarıp bir sigara yaktı, bana da uzattı ’’sende içer misin evlat’’ dedi.
Teşekkürler ben içmiyorum dedim,
Ve ben daha sormadan anlatmaya başladı;
’’Bu çocuk var ya bu çocuk eşşoğlusu dedi’’ gülerek!
’’Bu benim Rahmetli en yakın arkadaşım olan Yasin Efendinin torunudur.
Yasin Efendi Rahmetli olalı belki de on yıl olmuştur,
Dedim ya benim en yakın arkadaşımdı diye,
yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi, birlikte mektebe gittik birlikte askere gittik, birlikte Alamanyalara gittik,
birlikte döndük,
Yasin efendi tez canlı biriydi hemen her şey olsun bitsin isterdi,
Bir keresinde Alamanlar Türkiye den işçi götürüyor diye bir haber geldi.
Bizim Yasin efendi nasıl heyecanlı geldi yanıma,
’’Aman Mahmut bizde gidelim, gidip işe güce yazılalım’’, bir heyecan ki görme...
İhtiyar sanki dostunu hatırlıyor o anları gözünde tasvir ediyormuş gibiydi, onu anarken sanki göz bebekleri parlıyordu ,O anlatırken merakımı kendisine iyice belli edeyim diye,
Eee Muhtar sonra dedim...?
Gülümseyerek eee si mi...?
Bizim ki bir gün geldi nasıl heyecanlı İstanbul’dan bir kaç bağlantı bulduğunu bizi kaçak yollardan Alamanya’ya götüreceklerini söyledi. Biner liraya anlaştığını, on gün sonra da bizi bir vasıtayla almaya geleceklerini söyledi.
Bin lira da güzel para o zaman bulduk buluşturduk tamam ettik.
Ettik ama benim içimde hep bir endişe, aman Yasin bilmediğimiz etmediğimiz adamlar, bize zarar vermesinler sonra dedikçe, ’’aman be Mahmut sende amma korkak çıktın haa!
ne yapacaklar bizi kesecek değiller ya’’ der.
Her seferinde beni sustururdu.
Neyse; on gün sonra bir gece yarısı koca bir kamyon geldi, kasabanın giriş yolunda bizi bekliyordu, herkesle vedalaşıp bindik arka kapalı bölümüne, içeride bizim gibi niceleri var. Umut yolcusu kalmasın der gibi acele acele hadi binin dediler, bavullarımıza sarılıp sıkıştık, onlarca kişi vardı içinde. Kimi Yozgat’tan Kimi Çorum’dan binmişler.
Herkes ekmeğinin derdine teslim olmuş bir bilinmeze.
Yer bilmeyiz, yurt bilmeyiz, bizim Vilayetten başka hiç bir vilayet bilmeyiz tedirgin tedirgin ne yaparız diyerek düştük bir bilinmeze. Arabadakiler bizim Yasin gibi hayal kuruyor kimi parayı kazanıp köye arabayla geliyor, kimi para kazanınca sevdiğini alıyor ohoo ne hayaller...
Derken herkes bavulunu yastık edip uyudu o gece, yol kaç saat, kaç gün sürecek bir bilen de yok. Ben de uyudum kaldım. Uyandığımızda Tilki suratlı bir adamın kapıyı açıp,’’ hadi hadi acele edin inin artık geldik, buradan ötesini siz yürüyeceksiniz’’ dediğini hatırlıyorum. İnerken de birisi ’’aman ha hep beraber girmeyin Alamana dağılarak girin yakalanmayın’’ diye tembih ediyordu. Herkes rast gele diyerek ayrıldı. Biz Yasin ile beraber yürüdük yolun geri kalanına. Saatler sonra bir Deniz göründü ki Masmavi sular üzerinde yüzen gemiler, Yasin ile birbirimize bakıp seviniyor ’’şükür geldik Alamana’’ diyerek coşkuyla hızlanıyorduk. Yaklaştıkça minareler görünmeye başladı ve sınır falanda yoktu bu işte bir gariplik olduğunu sezmeye başladım ,Yasin’e dedim ki Yahu Yasin bu Almanya’da ne kadar cami var, bunlar müslümanmıydı ki dedim. Yasin de durup şöyle bir etrafa bakıp ’’Vallahi Mahmut neredeyse Vilayete girdik sınır falan da yok, bende anlamadım, hele bir varalım da bir camiye varır, işin aslını astarını öğreniriz ’’ dedi. Bir gittik ki ; herkes Türk.
Meğerse Köpoğluları bizi Alamanya diye getirdikleri yer, bizim İstanbul muş.
Harcadığımız binliğe mi yanalım, cahilliğimize mi yanalım, yoksa beş parasız kaldığımıza mı yanalım. Başladım Yasin’e homurdanmaya hay senin ettiğin işe diye durup durup söyleniyordum. Yasin üzgün ağlamaklı bana döndü dedi ki ’’ Mahmut seni bu hale ben düşürdüm. Sen benim gardaşımsın yoldaşımsın, ben seni asla yolda komam, ne yapacağım edeceğim seni bu Alaman toprağına götüreceğim, sana söz veriyorum’’ dedi.
Neyse ; O geceyi bir Caminin odasında geçirdik. Sabah Ezan sesiyle uyanıp camiye gelen Cemaate meramımızı anlattık Caminin hocası bize bu işlere bakan bir kurumun adresini yazıp verdi. Bize de bir güzel tarif etti amma gel de anla yol bilmeyiz iz bilmeyiz, düştük yola, sora sora yaklaştık, bir kenara durup bavulumuzda ki yolluk yaptığımız peynirli dürümleri çıkarttık denize karşı oturup karnımızı doyurduk. Yasin bana karşı mahcup gözlerle, şöyle bir havayı koklayıp ’’İstanbul da güzel memleketmiş be Mahmut’’ dedi. Ben ise ona homurdanıyor güzel ya güzel , güzel olmaz mı diyordum. ’’Kızma be Mahmut bak şu Hocanın dediği adama bi gidelim hele ,bak bu işi kesin halledeceğiz’’ diyordu .Benimse hiç umudum kalmamıştı, kesin memlekete döneriz diyordum.
Neyse;...! Karnımızı doyurup düştük yola Hocanın bize verdiği adresi bulduk, Kurumda Rasim Bey diye biriyle görüşecektik. Birine sorduk Rasim bey birazdan gelir şurada oturun bekleyin dediler. Elimizde bavullarla bir yere oturduk derken, Siyah Foterli üstü başı güzel giyimli bir adam içeriye girdi. Herkes o gelince ayağa kalktı birbirlerine Rasim bey geldi diye işaret ediyorlardı. Doğrusu bu tedirginlik beni de ürkütmüştü. Memurlardan biri Rasim beyin kulağına eğilerek bir şeyler söyleyip bizi işaret etti. Oda bize şöyle bir bakıp başıyla onayladı. Memur içeriye girin diye işaret etti ben tedirgindim ama Yasin gözü kara bir şekilde odaya ilerliyordu.
Kapıyı çalıp içeri girdik, Yasin Selam verdi, Rasim bey ’’Aleyküm Selam oturun şöyle bakalım’’ dedi.
Yasin ’’Rasim Beye bizi Ali Hoca gönderdi beyim, bizim sizden bir istirhamımız olacak ’’ dedi.
Yasin daha lafa başlamadan ’’Almanya’ya mı gideceksiniz’’ dedi Rasim bey.
Biz şaşkın şaşkın başımızı sallayarak bakarken,
’’Öyle ya başka ne iş için olacak ki ’’ dedi.
’’Bakın siz temiz insanlara benziyorsunuz, sizi çok yıpratır bu Almanlar, köyünüzde kentinizde size ekmek yok mu ’’ ?dedi. Yasin’’ yok beyim, olsa neden yollara düşelim ki ’’dedi.
Rasim bey bir bana baktı bir Yasin’e baktı, ahvalimize acımış olacak ki ’’pekala siz bilirsiniz’’ dedi.
’’İki gün sonra Almanlar İnşaat ekibi toplamak için gelecekler, o halde kimliklerinizi verin, sizleri de o ekibe yazdırayım ’’dedi. Yasin; ’’Beyim bizim paramız pulumuz kalmadı, sahtekarların eline düştük.
Sizi Alamana götüreceğiz deyip kandırdılar, neyimiz var neyimiz yok onlara kaptırdık.
Size verecek kuruşumuz kalmadı’’ dedi.
Rasim Bey ’’Ah ah siz kaçıncı mağdursunuz bir bilseniz, neyse bakalım bugünün yarını da var beyler, sizde artık bana bol bol dua edersiniz olmaz mı’’? dedi.
Benim içim rahatlamıştı artık, hele Yasin sevinçten havalara uçuyordu.
Rasim beyden iki gün sonra geri gelmek üzere müsaade istedik. Sevine sevine çıktık kurumdan koşa koşa Caminin yolunu tutuk. Ali hocayı akşam namazında yakalayıp olanları anlattık, iki gün camide kalsak olur mu diye de izin istedik. Ali hoca Caminin hemen yanındaki imam evinde bizi misafir etmek için uzun uzun ısrar etti.
Biz de onu kıramadık. Sağ olsun bizi iki gün evinde ağırladı ve dualarla da bir güzel uğurladı.
Alamanlar kurumun önünden bizi bir dolmuşa bindirip istasyona götürdüler.
Hepimizi bir bir vagonlara yerleştirdiler.
Hey gidi Alamanya hey diyerek bir an duraksadı ihtiyar.
Ben ise meraklı gözlerle onu takip ediyordum.
Süleyman’a seslendi ’’oğlum bize çay getirsene illa ki söyleyelim mi’’ dedi .
Muhtar bir sigara daha yaktı,
o sırada bizim Şoför de dolmuşu yolun kenarına park edip geldi yanımıza, selam verdi ve oturdu masaya,
’’Süleyman çaylar üç oldu’’ dedi Muhtar.
Şoför ’’Mahmut Emminin Sohbeti hoş olur, sıkmaz adamı sabaha kadar dinle diyerek’’ gülümsüyordu.
Eee devam etsene Muhtar dedim.
Muhtar bu meseleyi daha önce şoföre de anlatmış olacak ki uzatmak istemedi.
Kısa keserek ’’Eee si Evlat onca sene Yasin ile Alamana hizmet ettik’’ dedi
’’Geldik gittik memleketten tarla aldık, biriktikçe birikti mal mülk, evlendik, barklandık derken geçti gitti ömür işte,
Benim hiç çocuğum olmadı, Allah nasip etmedi bir türlü diyelim.
Evlat ! ne demişler? ; malda yalan mülkte yalan var birazda sen oyalan demişler! bizde oyalanıyoruz işte.
Sen şimdi Yasin’i de merak ettin değil mi? dedi.
Bende meraklı gözlerle ettim Vallahi ne yalan söyleyeyim dedim.
’’Dinle o zaman evlat’’ ! dedi,
Şoförle gözlerimizi diktik onu merakla dinliyorduk,
Muhtar ’’Ah Yasin Efendi Ah’’ diye başladı yine söze;
’’Bizim Yasin Heyecanlı tez canlı adamdır dedim ya?
Kasabaya geldikten sonra oda evlendi, malı mülkü var diye Davut Ağanın çirkin, geçimsiz kızını aldı, birde oğlu oldu ondan. Kadın geçimsizin tekiydi, ikisi de öldü gitti arkasından kötü demeyelim de geçimsizdi işte. Yasin de çok pişman olmuştu bu kadınla evlendiğine de iş işten geçmişti ,yapacak hiç bir şey yoktu.
Çok zaman geçmeden Davut ağa Rahmetli oldu, bütün malı mülkü de bunlara kaldı, Yasin Kasabanın en zengini olmuştu. Neredeyse her gün dertleşirdik,
Rahmetli derdi ki; ’’Yahu Mahmut yıllarca Alaman gavurunun kahrını çektim de ,şu bizim karının kahrını bir gün bile çekemiyorum’’ derdi. Aradan yıllar geçmişti. Yasin’e yaşadığı hayat zehir olmuştu sanki. O heyecanlı tez canlı adam gitmiş yerine hayata küsmüş, adeta yaşamak istemeyen bir adam gelmişti. Her gün ölmekten bahsediyor bir an bile gülümseyemiyordu. Oğlu koca delikanlı olmuştu artık, ama kadın hala bin bir türlü bahaneyle kavga çıkarıyor adama bir türlü huzur vermiyordu.
Bir gün Yasin yanıma geldi, sabaha kadar uyuyamamış olacak ki gözleri kan çanağına dönmüştü.
Biraz suskun kaldı, sonra bana dedi ki ;
’’Mahmut ben sabaha kadar enine boyuna düşündüm, bu karı bana huzur vermeyecek, ya ben onu öldüreceğim ya o beni, en iyisi mi ben buraları terk edeyim, oda kurtulsun bende, yoksa kesin kafayı bozacağım’’ dedi.
Vallahi adama diyecek bir tek söz bulamadım, kal desem bir türlü, git desem bir türlü.
Yasin sen benim dostumsun yoldaşımsın sana ne desem zararı dokunacak, ben sana bir şey diyemem, en iyisini sen bilirsin dedim.
Bana ’’hakkını helal et Mahmut, geride kalanların malı mülkü onlara yeterde artar bile, hem sende göz kulak olursun onlara, ben çok düşündüm İstanbul’a gitmeye karar verdim’’ dedi.
Ve geceleyin ortadan kayboldu, karısı ertesi gün meydana çıkıp ahaliye sordu kimse bilmiyordu, bir ben birde Allah biliyordu, Kadın Kasabanın meydanında dakikalarca veryansın etti.
Cehennemin dibine kadar yolu var, bir gün gelirse onu kapıya bile bastırmam diye kasabalıya ilan ediyordu.
Ben ise asla gelmeyeceğini biliyordum zaten, Gittikten bir süre sonra beni aramaya başlamıştı, Beni arada bir arıyor oğlu ve karısı hakkında malumat alıyordu. Çalışmıyor hazırda biriktirdikleriyle geçindiğini söylüyordu. Bir süre böyle aramaya devam etti ,Bende numarasını aldım arada bir hal hatır soruyordum. Bir gün oğlu askere gidecekti, onu arayıp haber vermek istedim, aradığımda telefonu çok kibar tonlarda konuşan bir kadın açtı, Yasin’i sordum, bir kaç saat sonra ararsanız ulaşabilirsiniz dedi ve kapattı. Merak içinde bekledim, o kadın kimdi bana neden hiç söz etmemişti, hepsini soracaktım arayınca. İki saat sonra tekrar aradım, Yasin çıkmıştı bu defa telefona, hal hatır sorduktan sonra telefonu açan kadını sordum, bana ’’hiç bir arkadaş!! dedi sadece, sadece arkadaş mı dedim ’’evet ’’ dedi. Sonra oğlunun askere gideceğini söyledim. Sevinir gibi oldu ama sanki çok umursamamıştı bile bu durumu.
Neredeyse oğlu askerden gelecek olmuştu ama ne bir telefon nede bir haber gelir olmuştu Yasin’den
Aylar sonra merak edip aradım, telefona yine o kadın çıkmıştı, sizde kimsiniz dedim, ’’ben Yasin’in karısıyım, kendisi akşama gelir ,siz Mahmut Bey olmalısınız aradığınızı mutlaka söylerim’’ dedi ve telefonu kapattı.
Akşam üzeri yeni karısı haber vermiş olacak ki aradı beni. Hal hatır sorduktan sonra telefonu açan kadınla evlendiğini adının Aysel olduğunu ve onunla çok mutlu olduğunu, küçük çapta birde iş kurduğunu, anlatmaya başladı. Onun adına çok sevinmiştim. Mutlaka yine aramasını söyledim ama nafile buraları unutmaya başlamıştı bile, ben aramasam aramıyordu. Buralarda pek bir hevesinin kalmadığını anlamıştım ve böylece bende aramayı iyice azaltmıştım.
Artık Yasin ile bayramdan bayrama görüşür olmuştuk, aradan yıllar geçti, Yasin’in eski karısı amansız bir hastalığa yakalandı. Gitmedikleri doktor, çare aramadıkları bir yer kalmamıştı, elde avuçta ne varsa bu amansız hastalığa harcadılar ama yine de bir fayda etmedi. Hastalık iyice ilerlemişti, Doktorlar bu kadın çok yaşamaz bir kaç güne kalmaz ölür, çaresi yok bu amansız hastalığın diyorlardı.
Öyle de oldu; Kadıncağız bir kaç gün sonra dünyadan göçüp gitti. Oğlu ise bir başına kaldı koskoca evde. Kaç kere ikisini bir araya getirmek istesem de, bir türlü bir araya gelmediler. Yasin ya rahatını bozmak istemiyordu yada Aysel hanımdan çekiniyordu. Rıfat onun tek çocuğuydu ama bunun bir kıymeti yoktu. Bir müddet toprakla uğraşan Rıfat bu işi pek çeviremeyecek gibi görünüyordu. Bir kaç yıl sonra ansızın bir telefon geldi, arayan Aysel Hanımdı ,ağlayarak Yasin’in bir iş kazası geçirip yatalak kaldığını, oğlu Rıfat’ı yanına çağırdığını söylüyordu. Çok üzülmüştüm bu duruma, sabahı zor ettim, ne yapıp ne edip Rıfat’ı babasının yanına göndermeliydim. Ertesi gün erkenden, Rıfat’ın yanında soluğu aldım, babasının durumunu anlattım, ’’Bana ne Mahmut amca bana babalık mı etti ki gideyim’’ diyor, Nuh diyor peygamber demiyordu. Bir kaç gün sonra bir kenara çekip yine söyledim, Git oğlum şu babanın yanına ,belki önemli bir diyeceği vardır dedim ve daha önceden hazır ettiğim adresi eline tutuşturdum. Ne giderim nede gitmem dedi ama adresi cebine koydu. Bir kaç gün sonra ilçenin minibüsüne binerken gördüm. Anladım ki babasına gidiyordu, bu duruma çok sevinmiştim. Rıfat bir müddet kasabaya gelmedi .İstanbul’a yerleşip babasına baktığını, babasının yarım kalan işine Rıfat’ın devam ettiğini, Aysel hanımın da evi terk ettiğini öğrendim.
Çok değil bir yıl sonra da Yasin’in ölüm haberi gelmişti. Üzüldük üzülmeye de! garibim hasta hasta çok çekti yaban ellerde, çok şükür kurtuldu da dedik. Rıfat köye geldi bir gün helal süt emmiş biriyle evlenmek istediğini söyledi. Babası gibi hata etmekten çekindiğini söyledi. Biz de hanımla onu öksüz bir kızla everdik. Rıfat bir İstanbul bir kasaba, ikisi arasında yıllarca mekik dokuyup durdu .Sonra bu bizim kerata Yasin doğdu, onca şeye rağmen oğluna Yasin ismini koyabilmişti. Helal olsun Rıfat’a herkes yapamaz haa! Koca çocuk oldu Yasin de, bak zaman ne çabuk da geçiyor. Biraz önce de gelmiş kulağıma Vilayet de gördüğü bir elbiseyi sipariş ediyor kerata. Allah var hanımda bende sahip çıkarız, Yasin’in emanetlerine, ara ara gider erzaklarını dizer ,eksikleri varsa tamam ederiz.
Gurbet sancısı nedir çok iyi bilirim Evlat!
Tam her şeye sahip oldum derken bir de bakmışsın ki sahipsiz kalmışsın,
Gurbet demek hep yarım kalmak demek,asla tamamlanamaz sın, ya ömürden ya gönülden, çoktan gitmiştir giden.
İhtiyar derinlere daldı ve sustu,bir sigara daha yaktı saatine baktı,’’Ooo saat de epeyce geçmiş evlat ! senin vasıta gelmek üzeredir, sen Süleyman’la beklersin,evde hanım beni bekler, hadi bana müsaade sana da iyi yolculuklar’’dedi ve kalktı masadan.Yorgun bedeniyle ağır ağır karanlığın içine doğru yürüyerek kayboldu.
Süleyman’a dönüp sohbeti iyi geldi dedim.
Süleyman; ’’ben sana demiştim sıkılmazsın diye Mahmut Emmi görmüş geçirmiş, hoş sohbetli adamdır.
Bir müddet sonra karanlığı delen bir ışık süzmesi belirdi,
Süleyman; ’’hadi gözün aydın hemşerim ilçe arabası geliyor’’ dedi ve bizde kalktık masadan.
Süleyman’a her şey için teşekkür edip bindim arabaya.Arabada cama başımı yaslayıp yol boyunca Yasin’i ve Muhtarın anlattıklarını düşündüm.Yol gidiyor ben gidiyordum derinlere.
Üstelik uyku da çökmüştü gözlerime, içimden bir an önce ilçeye gidip konaklayacak bir yer bulmalıyım diyor,,yavaş yavaş uykuya teslim oluyordum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.