- 660 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
523 – BİÇARE
Onur BİLGE
“İlham Kaynağı’m,
Bugün sana telefonda bir şiirimi okudum. Sessizce dinledin sonuna kadar. Ben de senin nefesini, duraladıkça… Etkilendiğini ve beğendiğini anladım. Heyecanlanmıştın çünkü. Sık ve kuvvetli nefes alıp vermeye başlamıştın. Bir ara da iç çektiğini işittim. Maksadım hem şiir okumak hem de nabzını tutmaktı. Duygularımın seni ne kadar alakadar ettiğini öğrenmek istiyordum.
“Ne kadar güzel bir şiir bu böyle!..“ dedin, neşe ve beğeniyle. Son dizeyi tekrarladığım için bittiğini anlamıştın. Biliyordun benim her şiir okuyuşumda son dizeyi ikilediğimi ve son sözümü bu şekilde vurguladığımı. “Tebrik ederim. Muhatabı ben değilimdir İnşallah! Aksi halde gerçekten çok üzülürdüm!”
“Hayale sınır yok. Kim üstüne alınırsa onun olsun, ne çıkar? Farz et ki senin için yazılmıştı. Ne değişecek ki! Umursayacak mıydın? Kimsenin kimseyi umursamadığı bu zamanda… Ebu Zer… Yalnız gelmiş, yalnız gider!” dedim.
“Evet, bu doğru! Kimsenin kimseyi umursadığı yok.”
“Umursasak ne olur, mazi geri mi gelir? Geçmiş, geçmiş gitmiş… Kader diyelim! Yazan neye hükmederse… O’nun dediği olur hep. Hasretin de farklı bir tadı vardır. Vuslat, özlemin sonunu getirir. O buruk, o acımsı eşsiz lezzeti bitirir. Hakkımızda neyin doğru neyin yanlış olduğunu da biz bilemeyiz. Biz neyi bilebiliriz ki zaten? Doğruyu, ancak Yaratan bilir.”
“Vuslat mı?”
“Yani kavuşma… Dünyadaki kavuşmaların da sonu ayrılık değil mi! Ha önce ha sonra… Ne fark eder! Değil mi ki sonu firkattir! Çoğu şeyi ahrete bırakmaya alıştık. Başka çaremiz de yok zaten. “Umarsız aşka düşen, Mecnun olur, çöle vurur! Geze, geze yorulur. Farkına bile varmaz yorulduğunun. Vurulduğunun farkındadır o! Acizdir. Acize kul olmuştur. Allah’a kul ol!” diyor Kaptan, kaşlarını çatarak. Sanki kolaymış gibi… İnsan görmediğini nasıl ya da ne kadar sevebilir! Yarattıkları çok güzel! Hele biri var ki bütün güzelliklerin tamamına bedel! O kadar göz kamaştırıcı ki gözümü de gönlümü de ondan alamıyorum!”
Neler anlatıyor neler… Bin dereden su getiriyor, gönlümün rotasını değiştirmek, Hakikat’e çevirmek için. Hakikat dediği, yalan olmayan, yok olmayan, hayatı ve ölümü yaratan, ezeli ve ebedi olan Allah… Tek gerçeğin O olduğunun altını çiziyor, her konuşmasında. Neyden bahsetsek, neye baksak, neyi düşünsek O’na dikaâtimi çekiyor. Elinden geldiği kadar bana Allah’ı göstermeye çalışıyor.
“Sen görüyor musun?” diyorum. “Her yerde görüyorum. Her şeyde hem de…” diyor. Ben de bakıyorum. Bir şey göremiyorum. Sadece yarattıkları var. “O’nu yarattıklarında ara!” diyor. Ben seni aramaktan bir an boş kalamıyorum ki! Ben Leyla diyorum, o Mevla diyor! “Ben: “Allah Allah…” diyorum. Sen: “Yallah yallah!..” diyorsun, Necmettin! Olmuyor bak, bozuşacağız artık ha! Ne zaman aklını başına toplayacaksın? Bırak elin kızını karısını!” diyor. Hiç susmuyor. Başımın etini yiyor ama garip bir zevk alıyorum onun azarlarından, nutuklarından ben! İnsan iyiye de kötüye de alışırmış ya zamanla… Aşk acısına, çeke çeke alıştığım gibi… O acıyı hissetmiyorsam, yaşadığımı anlamıyorum!
Bunaltıcı yaz günlerinin en sıcağında, ağustosböceği gibi zır zır da zır zır… İnanır mısın, ona da alışıyor insan. Önce sinirleniyor parazitinden ve tekdüzeliğinden ama zamanla kabulleniyor, yazın o bölümünü onunla bütünleştiriyor, o sesin olmadığı yerde eksikliğini hissediyor. Tuhaf ama gerçek… Ben de Kaptan’ın anlattıklarını dinlemeye alıştım. Sustuğunda etraf, suyu çekilmiş değirmene dönüyor. Boş konuşmuyor adam, hoş konuşuyor.
Ne mi diyor? Neler demiyor ki! “Seninki havanda su dövmek, birader! Tutturmuşsun bir İzmir masalı… Başı belli değil sonu belli değil… Yılan hikâyesi… Ne olmuşluğu var ne olacağı… Topla artık kendini yahu! Şu haline bak! Kelli felli bir adamdın, Kaleiçi’ne geldiğinde. Darılma gücenme ama bu hali sana hiç mi hiç yakıştıramıyorum. Hakikat’e ulaştıracak yola çıkmak için daha ne bekliyorsun?” diyor mesela. Ya da:
“Faniye gönül verme. Kovaladıkça kaçar, başına dert açar o! Baki’ye dön, O’na doğru yürümeye bak! Sen bir adım atarsan, on adım atar O! Sen yürüyerek yaklaşmaya çalışırken sana doğru koşarak gelir O! Şahdamarından yakındır O’nu an, O’nu andır!! Sürekli “Allah!..” de! O’nu kalbinle beynin arasında, şahdamarların boyunca ara! Yaratılanlara bak, Yaratan’ın sanatını gör, Sani’yi aklınla anlamaya çalış, idrak edebildiğin kadar, sevgisini gönlünde hisset! Şahdamarların dilinin gırtlağının hizasındadır, o damarlar, kalbinle beynin arasındaki yollardır. O’nu zikrederken fikret, idrak et, sevgisini yüreğinde hisset! Şahdamarlarındaki kan nasıl kalple beyin arasında dolanıp duruyorsa, zikri de dolandır. Beyne çıkar, kalbe indir, ruha sindir! İbadete başla artık! Şefkat tokadını mı bekliyorsun?”
Dediklerini hafızama kaydediyorum. Çünkü tekrar tekrar aynı şeyleri söylüyor ama ne dediğini tam olarak anlayamıyorum. Güya çok iyi anlamışım gibi ben de cevap niteliğinde bilgiçlik ederek bir şeyler söylemeye çalışıyorum:
“Bugün sabah düşündüm ve anladım ki her şey ama her şey milimi milimine planlanmış. Kafa yormaya gerek yok. Her şey vaktini beklemekte… Ben de beklemekteyim.” gibi…
“Elbette Allah’ın tasarrufunda tesadüfe yer yoktur. Her şey vakt-i merhununu bekler. Kâbe kapısından girme anıyla mutfak kapısından girme anı arasında fark yok. İkisi de zamanlaya bağlı. İkisi de tercihe bağlı değil. Hayat, zaman ve olayla ağ gibi örtülü... Yaratılışın yapısı o kadar sağlam işte! Olaylar taşsa, zaman harç... Olaylar nesnelerse, zaman zamk...”
“Olaylar insan iradesine bağlı görünse de her şey O’nun takdiridir. Evet, zaman her derde çare… Dert devasız ise zaman biçare…”
Biçere”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 523
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.