- 490 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
0027 – AMASYA MEKTUPLARI – DÜNYADAN UKBAYA MEKTUP
AMASYA MEKTUPLARI
"nasıl tanınabilir yüzüm seninle
böyle bırakıp gittin ya beni
dalgın bir kuğuydum, oyalanmadın
sesinin rengine hapsettin beni.
ve şimdi bir büyük anısın sokaklarımda..."
Cafer TURAÇ
DÜNYADAN UKBAYA MEKTUP
Amasya’dayım. Senin memleketinde… Çok fazla değiştiği söylenemez. Yollar yenilenmiş, evler yapılmış, o kadar.
Birlikte yaşadığımız mahalleye gittim. Sokağımıza… Karşılaştığım tanıdıklara selam verdim. Aldılar almasına ama beni tanıyamadılar. Ne kadar değişmişim! Resmen çökmüşüm! Halbuki o kadar çok zaman da geçmedi göçümüzün üstünden.
I.
Böyle bırakıp gittin ya beni… Üzüntümden yüzüm ne hale geldi! Onun için hiç kimse tanıyamadı beni buralarda. En yakınlarımız, komşularımız… Hiç kimse…
Dalgın bir kuğuydum, avladın beni. Hiç vakit kaybetmeden sesinin rengine esir ettin. Fakat terk ettin! Şimdi, büyük ve acı bir anı olarak kaldın sokağımızda.
Nasıl tanınabilir yüzüm senin derdinle?
Itır kokan toprağındayım. Senin memleketinde… Fakat artık sen yoksun ve bir daha buralarda olamayacaksın. Burada oturamayacağız bir daha birlikte. Kapımızı açmamız imkânsız. Kilidi pas tutmuş.
Evimizi sarıya boyamışlar. Sarmaşıklar duvarı sarmış, ağaçlar büyümüş. Neredeyse ev görünmez olmuş.
Sanki bir güvercinsin, ben de senin kanadındayım. Öylesi bir bütünlük içindeyiz. O kadar yakın! Ha uçtuk ha uçacağız! Benim de ecelim yakın… Ölüm, ensemde gezmekte… Azrail, turuncu bir kandil gibi takip etmekte beni de…
Acından bu hale gelen yüzümle nasıl tanıyabilir yöre halkı beni?
O kış… O beni koyup gittiğin kış günü sonum oldu benim! Ölümüm oldu! O odada en ağır darbeyi yedim kalbime, kucağımda can verdiğinde!
Bu yara, o yara işte! Bu kalbime musallat olan… Kahrından açılan, biteviye kanayan, kalbimi hasta eden yara…
Hayat zehir zemberek!.. İşte, gidiyorum ben de… Ağular içerek… Cehennem çiçeklerine, zakkumlara doğru… Yavaş yavaş açıyorlar…
Yüzüme baktıkça… Yüzümün bu halini gördükçe çağırıyorum seni. “Ey sevgili! Gel, al götür beni de yanına! O diyarlara…”
II.
Sesin yankılanmaz olmuş bu sokakta. Şimdi her şey ne kadar sessiz, gidişinle! Her şey masum ve dilsiz… Biz de öyle… Birlikte çıkıyoruz bu dünyadan. Beraberce yükseliyoruz bulutlara… O âleme… Burada sesini duymam imkânsız, biliyorum ama sen orada konuşacaksın. Ötelerde şakıyacaksın. Çavlanca çağlayacaksın.
Çok genç yaşta ayrıldın bu dünyadan. Saçına ak düşmemişti daha. Daha ne istiyorsun? Baksana bana! Saçım sakalım ağardı. Haydi, ver elini! Al beni de yanına! Bırakma buralarda!
Sesini duyar gibi oluyorum. Su gibi çağıldayan pürüzsüz sesini…
Her şey seninle şimdi… Sana boyanmış. Rengine… Her şeyde sen varsın. En son, matemli bir kış günü duymuştum iniltini… Yanık bir veda türküsüydü, kalan son gücünle, en acıklı sesinle.
Al, al götür beni akşamlarına! Senin diyarına… Ötelerin karanlığına… Hem oralar yabancı değil ki bana! Gideceğim adres belli, yol belli, iz belli… Asırlardır yaşanan bu! Dünya kurulalı beri… Yeni değil ki! Şu servilerin altı işte! Nihayetinde… Üstümüzde ot, çevremizde birkaç yabani menekşe…
Ey benim ak gerdanlı yârim! Nasıl da ihanet ettin aşkımıza! Beni buralarda sensiz bırakıp gittin! Her sırrımız açığa çıkıyor. Bu zamana kadar sakladıklarım, yazdıkça dağılıyor… Şama şark oluyor… Ah! Ne yazık ki her şey ortaya çıktı! Açıklanmayan sırrım kalmadı artık!
Yüzünle sınandım ben, senin yüzünle! O güzel yüzünü gördüğümde başladı imtihanım. Sen gittin, ben bittim! Geride, dayanılmaz bir acı bıraktın! Uçup gittin hafifliğinden!
Bir su kenarında ağlıyorum şimdi. Sense biteviye acıklı ayrılık türküleri söylüyorsun en yanık sesinle…
III.
Derler ki: “İmlası kırıktır kaderin. İçinden Ferhat’ın kahrı geçer.” Bir kış günü bizim mutluluğumuz da kırıldı ortasından. Arasından en kötü ayrılığın acısı geçti. Benim kaderim de Ferhat’ınki gibiymiş.
Ya ben sana nasıl gelirim şimdi? Bulutların içinden geçerek mi? Rüzgâr olup eserek mi? Oralara nasıl gidilir? Ey güzel yüzlü Şirin! Bana yol göster!
Ya ben sana nasıl gelirim Ferhat, kalbimdeki bu güçsüz ve bozuk ritimle? O güç hiç kalmadı bende.
Bir zamanlar bu kalp nasıl da atardı! At kalbi gibiydi… Atlet kalbi gibi… Ya şimdi?
Derler ki: “Goncası açmaz bir aşkın kapıları örtük olurmuş.” He mi? Gülmedik başa gül soksan gülmezmiş. Nasibimiz kesikmiş, öyle mi? Cennette gülümüz açmış açmasına da açar açmaz solmuş mu yani?
Ne yalanmış bu dünya! Her şey fani… Birer birer yok olup gidiyor her şey… Dağlar aşınmakta, taşlar ufalanmakta… Her şey süratle yalan olmakta… İnsandan geriye, iki tarih arasına sıkışıp kalmış bir tire kalıyor. O bile zamanla silinip gidiyor…
İşte böyle omuzları düşermiş eşini kaybeden adamın. Kolları çaresiz iki yanında… Yağmur olurmuş gözyaşları… Böyle sızım sızım sızlanırmış benim gibi…
İşte! İşte ben böyle bekliyorum bu kahrolası hayat yolunda seni! Böyle perperişan yollarına bakıyorum, gülüm!
Şu ayarı bozuk kalbimle bekliyorum seni. Ölüme ayarlı vaziyette…
Ne olur… Ne olur, daha fazla bekletme!
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0027
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.