- 549 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
tufan ve el-ham
sorsaydın,
hiç bir cevap dillenmeyecekti
alt dudaklarında aklının
ve es tadında bir günah,
bir gece çöreklenecekti ki
suçluda değildin,
savururken rüzgar
tel tel saçlarının kırıklarını
kayıpsın...
beklediğim en kalabalık yolculuklarda/
tabelası çıkmazlara çıkan yollara,
hiç bir işaret konulmadı
geri dönmen için ki
kaviminden kovulmuş ruh gibi
ilk tövbeni duyuyorum şimdi..
sus emrinde bir biad yutkunuyor
bezleri tükürüğümün,
sol göğüsümün altında ince bir sızı
vakitsiz ötüşüyle başlarken horozun
en eski ahitler ezberimde sana
tufan ve el-ham..
sorsaydın,
geride kalan tüm kelimelerini
bir cüzamlı gibi yakıp
en sevdiğin canı bırakıp
kirlerini arındırır gibi hücrelerinden
su dilinde yıkayarak adımı
seni dilsiz
ve dinsiz bırakan
tüm suçlarına
tanıklık eder gibi zamAN
sürüklenirken bir SONbahar
hüneriyle kurumuş bir yaprağın
soyunurken renklerinden mevsimsiz
ve bırakarak herşeyini geride
huzurunda yaşamadığın günlerinin
huzursuz günler dilerken bana
uçlarını dilinin
ve ipuçları sokulmasın/
bulmasın seni diye
bıçağın keskinliğine sürtünürken
kAN
asla içilmiyordu yutağımda kördüğüm olan
bir bakış ki
hederan
en uzak köşelerinde aklımın...
sorsaydın,
asla söylenmeyecekti hiç bir şey
ve sende
sormamıştın
bir ANsızlık ve zamansızlık
karaıydı
ki ölümünün hatırlayacağı
kaçışın
repliksiz en erken provasıydı
yarı açık omuzlarındaki
sarnıçlardan düşerken sesin
ki dileğin kuyularındı
düştüğün kuytularında
sakladığın sahipsiz bakışlarının
ardında
kimse görmedi
gizli kalmış bir şeydi sesin
en eski olan
ve hiç olmayan kimbilir
sadece hissedilen bir şeydin
görülemeyendin
sürgün edilmiş ıslak bir beden
ve bunu en son
sen öğrenen....
(...)