- 1232 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
2/5 Temmuz 1993; Dinmeyen Sızısıyla Madımak ve Başbağlar
Madımak’ tan yükselen kan rengi dumanlardı
kızıl bir yorgan gibi sarılan Başbağlar’ a
ala bir don içinde güvercin çığlıkları
duyuyor musun Tanrı’m?
kanattı pençeleri kara cüsseli devin
canhıraş çığlıklarla çınladı senin göğün
kelebek kanatları… yanık koku genizde
kuzular sessiz sessiz...turab olmuştur gayrı!
en çok
kuzuların sessizliği ürkütür benliğimi
bu yer, bu gök ve deniz…
hangi boya hangi fırça… silinir mi ki bu iz?
Bu vahşet bu hâl yaman…
duydun mu sesimizi? sesimizi duy Tanrı’m! ah…
değil misin ki zaten gören, duyan ve bilen…
ağıtlarım ki siyah...
çığlıklar şivan oldu Sivas’ ta, Erzincan’ da
ses vermez mateminden hüzünbaz ayla yine
yıkıldı üstümüze
-niyedir-
gök yıkıldı
döküldü yıldızlarım
-hangi-
yerin dibine…
umut ki paramparça…
kaç okka edecekti tene dikilen tenim
Hallac-ı Mansur gibi
Dar’a çekilen benim
Kıssadan hisse...
Allah’ ı sevmektir insanı sevmek
insan ki, özüyle nadide çiçek
insandır dala can suyu verecek...
marifet budamak değildir, yeşert
bezenmiş aynada görünür gerçek...
Refika Doğan- Antalya Mart 2012
Buruk, hüzünlü, utançla dolu bir Temmuz’ u daha geride bıraktık. Geride bıraktığımız diğer Temmuz ‘ lar gibi. Ardımıza bakmadan, ardımızla birlikte aynalara… Tamı tamına on dokuz Temmuz geçti aradan!
Her yıl aynı kısır döngüyü, aynı kısır tartışma ve kıyaslamaları yaşayıp dursak da bu isli utanç yolunda;
2 ve 5 Temmuz’ larda yine de insanların biraz daha aydınlandığını, insanlık paydasında biraz daha tek ses olup birleşildiğini hissedebilmekteyim.
Başta Madımak olmak üzere, geldiği yön ve gerekçesi ne olursa olsun; insanlığa kalkan her elin kırılması, her karanlığın yırtılması, bunun için de akli selimde buluşulması;
Ve insanlıktan bin kere nasibini almamış bu insan görünümündeki yaratıkların yaptıklarıyla inançların sorgulanamayacağı, dinin böylesi bir vahşete alet edilemeyeceği gerçeğine inanmaktayım.
Bir gerçeği kavramak demek aynı zamanda anlamak demektir.
Kendi aramızda Başbağlar’ ı Madımak’ a nispet gibi göstermek, olayın/olanların gerçekliğinin, vahametinin tam olarak kavranılamadığının, anlaşılamadığının işaretini verir. Mesele ne Madımak ne Başbağlar ne şu ne bu isimden ibaret, içeriksiz bir boşluk değildir!
Zulmün, kıyımın, vahşetin şusu busu, akı karası olmaz! Sivas Madımak Oteli’ nde yakılanlar da, Başbağlar’ da katledilenler de insanı insanlığından utandıran, vicdanları kanatan ve insanlığın en kanlı yüzünü gösteren ayıplar üstü, vahim iki olaydır!
Birincisi, gerçek dindarlıktan uzak, kendi karanlığına dini alet eden bağnaz bir kesimin türlü gerekçeleri dayanak yaparak ve devletin başkentinin burnunun dibinde vukuu buluyor.
Ve bu ülkeyi yöneten dönemin yöneticileri ne yazık ki unutuyorlar; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ nin, bütün Türk Halkı’ nın, bütün vatandaşlarının tek ve biricik Devleti olduğunu! Kendi kendisini inandırdığı basit ve hiç bir ele alınacak yanı olmayan gerekçelerle suça karşı -inanılmaz bir laçkalıkla- seyirci kalıyor, müdahale etmiyor olanlara! Bu da; siyasetin/siyasetçinin kendi yüksek menfaatleri(!) uğruna nelerden vazgeçebildiğinin, vatandaşları arasında ne kadar ayrımsız, adil (!) olabildiğinin, hatta yakılan o insanların atalarının ortak çabasıyla elde edilen cumhuriyet kazanımlarını yeri geldiğinde kendi çıkarları için uçurumun kenarına koyabildiğinin işaretidir!
Devletin burnunun dibinde seyredilen, planlı ve bilinçli yapılan bu insanlık ayıbının aktörleri ne yazık ki tepedekiler tarafından korunup kollandılar. İşte, Madımak’ ı bu derece önemli kılarak gündemde tutan, yanıtı alınamayan sorularla kamu vicdanında tutuklu bırakan ve asıl, sorgulanması, eleştirilmesi, ayıplanması gereken de bu kör nokta, bu yaklaşım, bu anlayış ve tutum değil mi?
Vicdanların sustuğu, aklın tutulduğu bu vahşet; gerçek dindarların asla tasvip etmediği/etmeyeceği bir inanç terörüdür!
Bu vahşetin akabinde -üç günlük bir ara ile- olagelen bir başka vahşet, bir başka terör ise, beklenmedik bir baskınla ve yine hunharca bir planla tertiplenen BAŞBAĞLAR katliamıdır!
Madımak’ ta olagelenleri fırsat bilen illegal terör örgütü PKK, tam bir gözü dönmüşlükle -kısmen de olsa- bu durumu kendi lehine çevirmeyi başarır. Olayı bir inanç ayrımıymış gibi göstererek olası bir Alevi-Sünni çatışması ile ülkeyi iç savaşa sürüklemek ister. Böylelikle kendi menfaatlerine zemin oluşturulacaktır. Bu nedenle Erzincan Kemaliye’ ye bağlı bir Sünni köyü olan Başbağlar’ ı hedef seçer. Buradaki -hiçbir suçu günahı olmayan- masum insanları, çoluk çocuk, yaşlı genç demeden- katlederek bir nevi misilleme yapar; durumdan vaziyet çıkararak kendi pis çıkarlarına alet eder bu acı ve dehşet anlarını. Olayı bambaşka yerlere sürüklemek, kardeşi kardeşe düşürerek kardeşkanıyla bir yerlere gelmek, bir şeyler elde etmek, kargaşa ortamı yaratarak iç savaşa ortam hazırlamaktır elbette ki bütün amaçları.
Birinci olay 2 Temmuz 1993 günü devlete rağmen, devletin gözü önünde göstere göstere gerçekleşir. En küçük biriminden tepedekine kadar Devlet, hiçbir aklın mantığın almayacağı gerekçelerle adeta bir dehşet filmi izler gibi seyirci kalır olaya! Bu da yetmez; sahne önündekileri bilmesine rağmen, sahne ardını bir devlete yakışır ciddiyetle, kararlılıkla, samimiyetle araştırıp soruşturmayarak ve üstüne gitmeyerek koruyup kollar, örtbas eder!
Madımak olayından üç gün sonra, yani 5 Temmuz 1993 günü gerçekleşen ikinci olay ise; akıl tutulmasına yakalanan devletin, vicdanı susan dönemin yöneticilerinin acz’inden yararlanmak isteyen terör örgütünün ani ve beklenmedik baskınıyla yeni bir vahşete sahne hazırlama çabasıdır. Akla vicdana sığmayacak bir fırsatçılıkla, Madımak’ ta yaşanan acının, ürküntünün, nefretin aynısını yaratmıştır kamu vicdanında.
Her iki olay da göstermiştir ki; böyle bir vahşet karşısında devlet taraf olamaz, acz’ e düşemez! Devlet -kendi düşünce yörüngesi içinde de olsa- suçluyu ve suçu koruyup kollayamaz, örtbas edemez! Böyle bir zaafa düştüğünde bilir ki; birileri kalkıp bundan cesaret alarak kamu düzenini, toplum huzurunu, barışçı yaşamı bozarak genel yapıya, daha da ötesi rejime zarar verir.
Nitekim PKK, Madımak’ a seyirci kalan devletin yönetim zaafından yararlanarak; alâkasız ve zaten canı yanmış bir kesimi diğer bir kesimle ilişkilendirerek karşı karşıya getirir, bileyerek tahrik eder, ikilik yaratır! Ki, böyle bir ikiliğin kimseye hayrı olamaz! Bilhassa ülkemiz kaybeder, insanımız / insanlık kaybeder! İşte asıl tehlike de budur; toplum şüphe ve ikircemelerle örselenir, bilenir, bölünür! Peki, bu mu istenen? Elbette terörün ve bağnazlığın istediği, beklediği budur!
Bugüne gelirsek…
Bugün, MADIMAK’ a karşı BAŞBAĞLAR’ ı kısas göstermek son derece yanlıştır! Zaten Madımak’ ta yapılan yanlışın acısından yararlanarak Başbağlar katliamını gerçekleştiren insanlıktan çıkmış ayrılıkçı yaratıkların amacı da halk nezdinde böyle bir kısasın yapılarak olayın gerçekliğinden, ciddiyetinden uzaklaşılması, ikilik yaratılmasıdır.
Her iki olayda vahşettir, sorumsuzluk, acizlik örneğidir! Ayrımcı ve bu toplumun barış içinde yaşamasından hoşnut olmayanların kolaylıkla elini kana bulayabileceğinin örneğidir.
Tarihte yaşanmış onca gerçeklere ve vahim olaylara rağmen halkımız o gün de itidali bozmamış, sabır ve dostluğun gereğini elden bırakmayarak devletine güvenmek, sonucu görmek istemiştir, ama... Aması üç noktalı bir boşluk, o gün bugündür!
O kısacık ve kanlı iki günün ardından toplumdaki itidali kabul etmeyen karanlık eller, kazdıkları o karanlık kuyuya Madımak’ la birlikte Türk Halkı’ nı da düşürmek isteyerek; Başbağlar’ da yaptıkları katliamla bu acılı insanların acısını daha da arttırıp zan altında bırakmak ve olası bir kargaşa ortamından, kardeş kavgasından medet umarak hedeflerine varmayı amaçlamışlardır.
Her iki olayda da devleti yönetenler değil; akli selim, sağduyu sahibi ve gerçekten kardeşçe yaşamı isteyen (her düşünce ve inançtan) Türk Halkı kazançlı çıkmıştır, lime lime edilen ciğeriyle… Bir tek bu güzel insanlarımız doğru ve düzgün bir duruş sergileyerek kışkırtmalara, tahrik ve dedikodulara kapılmamış, değiştirmemiştir barıştan ve kardeşlikten yana tavrını. Siyasi ve inanç tellallarıyla terörün tuzağına düşmemiş, hiçbir şekilde buna fırsat vermemiştir! Fakat tabii ki bağrı yanmış, insanlık adına - birilerinin yerine- utanmıştır! Bu topraklarda bin yıldır çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş bir halkın başı eğilmiştir MARAŞ’ la, ÇORUM’ la, SİVAS’ la, Erzincan ve daha niceleriyle!
Zincirin ilk halkasının vahşetle koparılmasına göz yuman, seyirci kalan yönetenler; zincirin diğer halkalarının kopuşuna da zemin hazırlamış, fırsat vermiş oldular ne yazık ki! Bu tür vahşetler karşısında verilen her ödün, gösterilen her tolerans bir diğer vahşetin önünü açarak Madımak ve Başbağlar gibi toplumu kökünden etkileyerek yaralayan ve kapanılması zor gedikler açan ciddi olayları yarattı. İçimizi kanatsa da bu tespit ne yazık ki gerçektir!
Her ne ad ve gerekçe altında olursa olsun; lanetimiz, bu tür vahşetleri yapanlara ve yaptıranlarla seyirci kalanlaradır!
Sosyal Devlet olmanın ağır sorumluluğu, bütün vatandaşlarına aynı mesafeden işleyen/işlemesi gereken değişmez kuralları, olmazsa olmazları vardır.
Toplum ve devlet olarak, bu yaşanan vahim olaylardan dersler çıkarmalıyız! Farklı inanç ve düşünce sahibi her vatandaşımızın bu topraklarda barış, huzur ve kardeşlik içinde yaşama ve yaşatma hakkına sahip olduğunu unutmamalıyız! Sorumlu ve duyarlı davranarak fırsat vermemeliyiz orta çağ zihniyetiyle beyni sulanmış bu tür gözü dönmüşlere!
Aynı YARATAN’ ın Yaratılanları olarak; farklı yol ve yöntemlerle, farklı dil ve söylemlerle, farklı inanç ritüelleriyle yine aynı YARATAN’ a yani yüce ALLAH’ a (cc) ellerimizi kaldırıp dua ediyoruz, sitem ya da şükranlarımızı duyuruyoruz; O’ na kavuşmak, O’ nun iyi bir kulu olmak için çabalıyoruz. Yani KABUK (biçim) farklı, ÖZ(mana) aynı! Önemli olan da bu ya! Beşerin şaştığı kör nokta da burası!..
Hem; O değil miydi kâinatın sahibi, O değil miydi türlü renk ve çeşitlerde canlıları, otu böceği yaratan?
Peki; kim kimi ne ile nasıl kandırarak ve -zorbalıkla, vahşetle, Hakk’ a karşı gelerek- güç sahibi olmaya çalışıyor?
Hani, O değil miydi her şeyi gören, duyan, bilen? O halde, kendi içindeki şeytana kapılan böylesi insanların başka şeytan’ lar yaratmasına neden seyirci kalalım ki?
Yıkmak çok kolay, nefret de... Ama yapmak, inşa etmek ve sevmek!..
Unutmayalım ki; Hz. Mevlâna, Pîr Hacı Bektaş, Yunus Emre, Mustafa Kemal ATATÜRK ve sevgi ve kardeşliğin, dostluğun mimarı daha nice ulu şahsiyetler bu topraklardan, bizim bağrımızdan çıktı; yine bağrımızdan çıkarak yeşeren zehirli bir kaç yaban otu gibi!
Bu zulmü, bu zulmün müsebbiplerini nefretle, lanetle kınarken; bir kez daha rahmet ve utançla anıyorum vahşete kurban giden insanlarımızı ve aziz ruhları önünde saygıyla eğiliyorum!
Diliyor ve umuyorum ki; her kesim ve her düşünceden - vicdanıyla - İNSAN, uyanarak gerçeği görür ve ne yapıldığının/ ne yapılmaya çalışıldığının idrakine varır; başka kıyımlara fırsat vermeden!
Bir daha yaşanmasın Madımak’ lar, Başbağlar ve niceleri...
Yürek telim titrerken, insanlık çıtasının yükselmesi dileğim…
Bir yanımda Madımak’ ın isi var,
Bir yanımda günahımla şer benim!
Bir yanımda Başbağlar’ ın yası var,
Bir yanımda baş eğdiren ar benim!
Bir yanımda parça parça ciğerim,
Bir yanımda alev almış her yerim!
Bir yanımda kendi kendimi yerim,
Bir yanımda ağu benim çor benim!
Bir yanımda Pir Sultan’ım erenler,
Bir yanımda defterimi dürenler!
Bir yanımda Hakk’ a yüzün sürenler,
Bir yanımda Şah’ a giden yâr benim!
Bir yanımda tarikatım, irşadım,
Bir yanımda Kutbül aktap, mürşidim!
Bir yanımda gönüllerde arş idim,
Bir yanımda usta benim tor benim!
Bir yanımda ağalar beyler durur,
Bir yanımda yokluğun örsü vurur!
Bir yanımda düşmanlarım kudurur,
Bir yanımda kale benim sur benim!
Bir yanımda marifetin zaferi,
Bir yanımda vicdanımın neferi!
Bir yanımda bakar durur bir peri,
Bir yanımda nazar benim fer benim!
Bir yanımda mayalandım süzüldüm,
Bir yanımda peynir olup ezildim!
Bir yanımda dilim dilim dizildim,
Bir yanımda şüjüğünden lor benim!(**)
Refika Doğan
2Temmuz 2012-Antalya
(*) : Gülce-Buluşma şiiri
(**): Âşık Kazanoğlu’ nun “Bir Yanımda” şiirine Nazire
YORUMLAR
Değerli Arkadaşım.
Temmuz ayının başından beri girebildiğim tüm sosyal paylaşım sitelereinde sanki hep bir ağızdan söz verilmişçesine ortak bir slogan vardı '' Madımak'ı unutmadık, unutturmayacağız'' işte b slogan tabii ki 2 Temmuzda had safhaya ulaştı....Bekledim....5 Temmuz geldi...Hiç kimseden tık yok.....7 Temmuz....Yeni bir slogan ''Rıfat Ilgaz'ı unutmadık, unutmayacağız''
Ne yazık ki on dokuz senedir hep bunu yaşıyoruz...Madımak hatırlanıyor, Rıfat Ilgaz unutulmuyor ama Başbağlar hep es geçiliyor...Niçin?
Bu yıl hiç olmazdsa bir tane de olsa Başbağlarda da bir katliam yaşandığını hatırlayan birilerini görmek, onun nefis tespitlerini ve yorumlarını okuyabilmiş olmaktan dolayı çok mutluyum.
Konu ile ilgili ben de yazdım ( Ali Osman'dan Âl-i Osmana 35 ve 36. bölüm. ) Ama ne yazık ki kakara kikiri yazılarım kadar ilgi çekmedi. O da işin bir başka acı tarafı.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları tarafından 7/11/2012 12:15:54 AM zamanında düzenlenmiştir.
RefikaDoğan
Duyarlı, samimi yorum ve katkılarınıza teşekkürlerimle, saygı ve dostlukla...
KINAMAYSA EĞER
Sivası’ ı kötüle.
Başbağlar’dan söz etme.
Bir insanı öldürmek,
Tüm insanları öldürmektir..
Nasıl acı duymam.
Canlar orada kıyılırken,
Diri diri yakılırken.
Katliam yapılırken.
Dünyanın bir yerinde de olsa,
Yatağımda rahat uyuyamam.
İnsansam eğer,
Şiir de yazıyorsam.
Canileri niye alkış tutayım.
Katliamı savunayım.
Oyun oynanırken yurdumda..
Niye figüran olayım.
Tek gözle bakmam olaya.
Sazınız tek taraflı çalmasın .
Aydınlar , yazarlar..
Başbağlar ’ı da kınayın.
Ben ikisine de yanarım...
Ayni duyarlığı , hassasiyeti umarım gösterirler 5 Temmuz Başbağlar katliamı için de
yazarlar şair arkadaşlarım.
ikisi için duyarlı yüreği tebrik ederim saygılarımla.
RefikaDoğan
Ne yazık ki bir türlü anlayamadığım garip bir kıyaslama ve tarafgirlikle bu iki olayı da birbirine karıştırarak sağlıksız ve basit ayrışmalara yelken açıyor yazın dünyasındaki insanlarımız. Anlayabilmiş değilim!
Duyarlı ve dost sesinize teşekkürlerimle, saygı ve dostlukla...