- 3104 Okunma
- 18 Yorum
- 1 Beğeni
SÖYLEŞİ - k.İskender
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Küçük İskender (gerçek adı Derman İskender Över) (d. 28 Mayıs 1964), Türk şair, eleştirmen. 1964 yılında İstanbul’da doğdu. Kabataş Erkek Lisesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi son sınıfında okulu bıraktı. Ardından İstanbul Üniversitesi sosyoloji bölümüne girdi, 3 yıl sonra bıraktı. 1980’li yıllardan başlayarak günümüze kadar çeşitli dergilerde şiirler, eleştiriler, denemeler yazdı. İlk şiiri Milliyet Genç Sanat Dergisi’nde, İskender Över ismiyle çıktı. Profesyonel olarak 1985’te Adam Sanat Dergisinde şiirleri yayımlanmaya başladı. Küçük iskender, Mustafa Altıoklar’ın yönettiği iki filmde de oynamıştır: 1997 yılı yapımlı Ağır Roman ve 2003 yılı yapımlı O Şimdi Asker.
Şiir
Gözlerim Sığmıyor Yüzüme ( 1988 / Adam Yayınları )
Erotika ( 1991 / Adam Yayınları )
Yirmi5April ( 1994 / YKY )
Periler Ölürken Özür Diler ( 1994 / Gendaş )
Suzidilara ( 1996 / Adam Yayınları )
Güzel Annemin Hayal Gücü ( Tek Baskılık Kitap ) ( 1996 / Hera Şiir Kitaplığı )
Ciddiye Alındığım Kara Parçaları ( 1997 / YKY )
Papağana Silah Çekme! ( 1998 / Om Yayınları )
Alp Krizi ( Tek Baskılık Kitap ) ( 1999 / Çalıntı Yayınları )
Gözyaşlarım Nal Sesleri ( 1999 / Adam Yayınları )
Bir Çift Siyah Deri Eldiven ( 2000 / Adam Yayınları )
İpucu Bırakma Sanatı ( 2000 / Om Yayınları )
Bahname ( 2000 / Om Yayınları )
Teklifsiz Serseri ( 2001 / Om Yayınları )
Kahramanlar Ölü Doğar ( 2001 / Om Yayınları )
Çürük Et Deposu ( 2001 / Adam Yayınları )
Eski Kral Deposu ( 2002 / Adam Yayınları )
Siyah Beyaz Denizatları ( Toplu Şiirler I ) ( 2003 / Gendaş )
Barudî ( Kürtçe Çeviri ) ( 2003 / Piya )
Dicle ile Fırat ( 2004 / Gendaş )
Bir Daha Bana Benzeme Angel! ( 2004 / Varlık )
Sarı Şey ( 2010 / Sel Yayınları )
Serbest Metinler
Dedem Beni Korkuttu Hikâyeleri ( 1992 / Parantez )
İkizler Burcu Hikâyeleri ( 1993 / Parantez )
666 (1994 / Gendaş )
Galileo’nun Pergeli ( 2009 / Sel )
The Kırmızı Başlıklı İstasyon Şefi ( 1996 / Parantez )
Belden Aşağı Aşk Hikâyeleri ( 1996 / Parantez )
Pop H’art ( 1997 / İnkılâp )
Balık Burcu Hikâyeleri ( 2000 / Parantez )
Made In Hell ( 2001 / İnkılâp )
Insectisid ( 2002 / Stüdyo İmge )
Necronomicon / Ölüm Kitabı ( 2004 / Turuncu Medya )
Romanlar
Flu’es ( 1998 / Parantez )
Cehenneme Gitme Yöntemleri ( 1999 / Parantez )
Zatülcenp ( 2000 / İnkılâp )
Özel Derlemeler
Kanlı Lağım Fareleri’den küçük İskender’e ( 2001 / Stüdyo İmge )
Aşk Şiirleri Kolonisi ( 2004 / Everest )
İnceleme / Eleştiri
Şiirli Değnek ( 1995 / YKY )
Eflatun Sufleler ( 2002 / Gendaş )
Rimbaud’ya Akıl Notları ( 2004 / Alkım )
Günce
Cangüncem (1996 / Gendaş )
Bu defa çok fena ( 2011/ SEL)
Küçük yaşlarda yazmaya başladın, henüz 11 yaşındayken şiirlerin dergilerde yayınlanmaya başladı. Edip Cansever hayranlığın arttıkça şiire daha çok yöneldin. Sonra şiirlerin büyüdü ama sen hep küçük kaldın. Büyümek istememeyişinin nedenleri nelerdir? Neden k.İskender hep küçük kalmak istiyor?
Pek küçük kaldığımı iddia edemem; yaşadığımız coğrafya küçük kalmaya, küçük olmanın lezzetine karşı. Bir an önce büyümeni ve yok olmanı arzuluyor. Amaç, sisteme uymuyorsan sistem için mücadele edip ölmen. Kendinden söz ederek bir yere varanlardan olmak, her zaman tehlikelidir ama galiba en doğru ipuçları kişisel hayata gizleniyor. Bir hedef peşine düşmeden, ideolojilere mahkum olmadan “saf” diye nitelendirdiğin ana krokinin korunması için mücadele: Belki “küçük” kalmak bu. Hırsız nedir diye düşünürken hırssız olmak.
Her çocuk annesinin hayal gücüdür biraz’ dedin ve 96 yılının Mart ayında ’Güzel Annemin Hayal Gücü’ isimli bir kitap yayınladın. Tek baskı yapılan ve gelirini Hayvanları Koruma Derneği’ne bağışladığın bu kitapla ailenin yazılı olarak da yaşamasını istedin. Bir şairin evi neresidir?
Bir şairin evi, yarattığı gövdesidir. O gövde yeryüzüyle ölçülüyorsa saçmalıyordur. Sözünü ettiğim gövde, tasvirden çok, sahiplendiği değerler, o değerlerle birey olmaktır. Şair, farklı bir canlı değil çünkü. Sıradan. Olağan. Ne yukarda, ne uzakta. Şair, duygunun itidir. Nedensizce canı yanar, bundan da gereksiz bir haz alır. Bakın, bu doğru. Ev, güvence demekse şairin Allah’ı da, devleti de, kabarık hesap cüzdanı da, kendini iyi hissedebileceği hiçbir yer, hiçbir şey yoktur. Boşluktadır. Gezegen gibi.
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi son sınıfında okulu bıraktın. Ardından İstanbul Üniversitesi sosyoloji bölümüne girdin, 3 yıl sonra orayıda bıraktın. İki üniversite okuyup son sınıflarda ayrılan tek örneğimizsiniz. İnsan gereksinimlerini içgüdüleriyle mi yoksa bilinçli ve istençli eylemleriyle mi daha iyi giderir? Daha sonra gelen daha iyi midir?
Ben eğitimimi meslek edinmek için değil yetişmek için aldım; yettiği zaman da ayrıldım o okullardan. Keşke hukuk ve sinema da okuyabilseydim biraz. Şimdiki aklım olsa onlara da girerdim. Çünkü yazdıklarım için gerekli donanıma oranın da alt bilgileri lazım. Dışarıdan gidermeye çalışıyorum şimdi. Beni farklı görmenizin nedeni dürüstçe kendimi yetiştirmem, sürüye katılmayı reddetmemdir. Burada ego değil, normal bir canlının içgüdüsü var. hangi ağaç ben büyüyünce ormana katılacağım diye boy atar ki.. Saçma. Meyvene bak sen. Mesele orada.
Lirik şiir geleneğinin en iyi şairlerindensin. Sevgili Ataol Behramoğlu’na da aynı soruyu sormuştum. "Lirik" şiirin çekirdeği midir?
Lirik antredir. Şiirden insanı yok edebilirsen o salt şiir olur da sen artık şair misindir? Bu sarsıcı soruyla yaşamalı yazanlar. İntiharların çoğu bu antrede olur zaten.
Tarihi etkileyen asla sanat değildir. Şiir hiç değildir. Politika, hukuk, ahlak, bilim, din ve felsefe tarihe yön verirler. İnsanları etkisi altına alan bu oluşumlardır, bu yüzden insanların belli bir kesmin korkmasına yol açar. Divan ve halk şiir geleğine baktığımızda hoşgörünün hakim olduğu dönemler olarak görüyoruz. En ahlaksız dediğimiz şiirler divan şiirlerin içinde olduğu halde, neden şimdi bir heykelden, sinemadan, tiyatrodan, şiirden korkar hale geldik. Bir insan k.İskender şiiri okuyunca neden utanır?
Yüzleşme kurdu diyorum buna. Zavallılığımızı kendi yüzümüze vurabiliyorum. İroni dışlanmamalı. İroniyi ötelersek çözümsüz kalırız. Benim en duygusal şiirim bile alay içerir aslında. Dikkatli okumak lazım. Meselemiz hayvanla. Hayvanın güdüleri, refleksiyle. Basit olduğumuzu kabullenebilirsek korkularımız fobi kılıfından çıkacak. Etiz. Hareket edebilen etiz topu topu. Buna mana yüklemek, yasaklar koymak, disiplinler yaratmak çok acemice ve komik; aynı zamanda içler acısı. Karşılıksız aşk da aynı, faşist liderin telaffuzu da. Neden? Kendini üstün görmekle ilgili sıkıntı. Ben kendimi üstün görmüyorum. Benden üstün de yok. Ne bu gezegende, ne evrende. Tozum, kıymığım, bokum. Şiire ve hayata böyle bakarsak zaten akışa katılabiliriz. İnsan kendinden utanıyorsa sanatın her dalından utanır; yargılar onu. Kitap yasaklar, heykel yıkar, resim parçalar, tiyatroları kaderine bırakır.
Eserin bir kağıda yazılması, bastırılması, sonunda bir kitap halini alması, sanat yönü tamamlandıktan sonra başka amaçlara girişilmiş bir iştir. Duvarda asılı resim, elle tuttuğumuz kitap, şiir, sanat eseri değildir. Sanat eseri bunları yapanın kafasındadır. Ve bir de bunları gören, duyguları kendi dilinde çeviren, anlamlaştıranın kafasındadır. Her şiir yapıtının dünyası, ahlaki yargılarla hesaplaşmak zorunda mıdır?
Ahlaki yargının adının, hükmünün geçtiği yerde zaten sanatın resmi ideolojiden kopması şarttır. Fakat, halk da resmi ideolojiyi içselleştirmişse o zaman felakettir. O coğrafya tamamen kamplaşmıştır. Siz eğer oranın kuralları dışına çıkmaya çalışıyorsanız, sizi aforoz etmezler. Yok ederler. Töreyle yüzyüzesinizdir. Benden olan benim gibi değilse ortadan kaldırın. Gerçek acı budur. Kurtuluşunuz ölümdür. Biz ölümle değil potansiyel katillerle mücadele etmekten dolayı yorgunuz. Bu da bir taktik elbette. Yorgun düşürmek.
Gerçek ahlak, doğada mı gizlidir; ahlakın temeli, özü doğada mı saklıdır? Hem tıp, hem sosyoloji okuduğun için özellikle soruyorum.
Ahlak yoktur ki; doğanın vahşeti hangi ahlaka uyar. Ahlaksızlık’ı öğütlemiyorum; ahlak’ın dayatılmadığı bireylerin olgunluğuna sığınıyorum sadece. Onlar doğruyu zaten bulurlar. Ezberletilen hiçbir şey bireyin kişilik kazanmasına neden olmaz. pratiktir önemli olan. Ben Tanrı’ya inanmayı seçtiysem, hayatımı böyle şekillendireceksem örneğin, beş vakit namaz kılar, Pazar günleri de kiliseye giderdim. Ahlak, algıdır. Ahlak, yorumlamaktır. Trafik kuralları gibi ahlak kuralları olmaz. Her şey neden orada olduğunu, orada durduğunu biliyorsa öğreneceği kalmamıştır. İşlevini yerine getirir.
"yorgun ve huysuzum-sevgilim öldü. sevgilim perşembe günü öldü. günlerden salı, ben martım. kimliğimi polise, ellerimi cerraha, kalbimi toprağa bıraktım." Bu Defa Çok Fena. Hayata ağırlaşan bir senaryoyu yaşıyoruz bu kitapta. Evet, salonda yerimizi alıyoruz. Işıklar sönüyor. Bilmeden neyi izliyoruz? Acılar bir insanın buluşu mudur?
Acı, geçicidir. Efkara yani fikirlere nüfuz etmiş hüzündür aslolan. Hüzün kanserojendir. Bunun tedavisi için herkesin çaba harcaması gerekir. Kurallara gömüldükçe hüzünleniyoruz. Özgürleşme, bağımsızlık hüznün bertaraf edilmesine bağlı. Bu Defa Çok Fena dediğim de o zaten. Hasta masada kalmak üzere. Elektrik verilmeli.
Birçok şair dostlarınla biriken anılarını biliyorum senin. Ama en çok İlhan Berk ile anın müthiş. Sabaha karşı neydi seni uyandıran şey?
“Bu ülkede şairler müezzinden önce kalkmalı” demişti sabahın köründe arayıp. Sanırım, atasözü olabilecek denli kuvvetlidir bu laf. Çok uyumaktan korkmamım sebebi oldu. Oğuz Atay’ın “biz aydınlar devrimi çok sonra duyarız; çünkü sabaha kadar içip memleket meselelerini konuştuğumuzdan uyuyup kalmışızdır” anekdotunun başka bir versiyonu belki de.
Ağır Roman filminde rol aldın, çok başarılı performansını izledik orada. Geçtiğimiz günlerde de Tüm zamanların en iyi 100 Türk filmi soruşturmasında 7.seçildi. Ekip arkadaşlarınızla birlikte müthiş bir eser bıraktınız geleceğe.
Sinemayı her zaman çok sevdim. Ölene kadar da seveceğim. Son nefesimde sormalarını isterdim: Sinema mı, şiir mi diye. Herhalde o zaman karar vereceğim. Ağır Roman, müthiş bir romandır. Yıllarca çalışıldı o filme; ben son anda dahil oldum. Şiirin dışında yaptığım en önemli iştir belki de. Bana Atıf Yılmaz’ı kazandırdı. Atıf Hoca’nın gülümseyerek bakıp “çok iyiydin” demesi yetmez mi birine?
Sakman’da düzenlediğim bir şiir etkinliğinde, aynı ekiple birlikte canlı bir performansını izledik tekrar. Bu sefer karşında şair ve sanatçı dostların vardı. Hangisiydi k.İskender’i daha çok heyecanlandıran, daha çok neydi birbirinden ayıran özellikler?
Sinema oyuncusu değilim; ancak çocukluğumda, lise-üniversite yıllarında bir çok kez sahneye çıktım. Harbiye Şehir Tiyatrosu’nda kısa süre eğitim aldım. Sanırım ukde deniyor buna. Ben, sanatçı dostlarımla, inandığım insanlarla aynı sahnede, aynı projede, aynı mekanda olmaktan haz alıyorum. Mesele budur. Her şeyi mükemmel yapmak değil, hepsinde katkım olduğunu düşünen bir nefer hazzı.
’Kaknüs’ isimli şiirin ’Yara’ ismi ile bestelendi ve Sertab Erener’in en özel şarkılarından biri oldu. Yine Rashit’in bir albümünde bir şarkıyı grupla birlikte yorumladın. Rint’in albümünde de ’Bir Martıyı Ağlattın Sen’i dinledik. Müziğin ritmi şiirlerinle bir başka buluşuyor her seferinde ve o notalar kalbimizi bir başka sarıyor. Bunu düzenlediğin gecelerde de yakalıyoruz. Bu buluşmalar sana neler katıyor, nasıl bir birliktelik oluyor dünyanda?
Şiirden önce müzik vardı. Herkes şiir yazdığını iddia edebilir, ama kim bir enstrüman çalabiliyor? Gerçek sanat, belki de sadece müzik. Biz onun kopyalarını yapıyoruz kağıtta, tuvalde, seramikte, vesairede. Nâzım da demedi mi: Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum diye. Üstelik Sol Anahtarı varken bana neye inanıyorsun diye soranlara da yanıtı hayat kendi veriyor.
şubat 2012
zeki çelik
www.kadrikarahan.net
Ve sanatçılarımıza ve dostlarına sorduk: En sevdikleri k.İskender şiiri hangisidir diye? ...
Altay Öktem - Şair Paris
Bahadır Tanrıvermiş (Yeni Türkü) - Müzisyen Bir Martıyı Ağlattın Sen
Birol Namoğlu (Gripin) - Müzisyen Sacrifice
Cem Şancı - Yazar Retorik
Deniz Durukan - Şair / Müzik Yazarı Şehsuvar
Dilek Dallıağ - Gazeteci De Gülüm
Ece Dorsay - Müzisyen Sadakat
Engin Turgut - Şair / Ressam Sacrifice
Ertan Mısırlı - Şair türkiye - Allen Ginsberg’e
Gonca Özmen - Şair Paris
Gülseli İnal - Şair Bütün şiirlerini seviyorum
Haydar Ergülen - Şair Uzun
Hüseyin Alemdar - Şair Paris
Kadri Karahan - Şair / Müzik Yazarı Sacrifice / Abi
Kenan Kalecikli - Şair Ante Mortem Şarkısı
Mabel Matiz - Müzisyen Bir Martıyı Ağlattın Sen
Melisa İclal Gürmen - Oyuncu Bir Nedeni Yok Yalnızca Öptüm
Mustafa Altıoklar - Yönetmen Ağır Roman filmindeki üç şiiri
Muzaffer Özdemir - Şair / Müzisyen Şiir olarak İskender’i severim
Remzi Çakın - Şair Paris
Sevtap Ünal - Müzisyen Ümit
Sevtuğ Kasapbaşoğlu - Sunucu / Müzisyen Anneler Oğullarını Affetmez
Suzan Kardeş - Müzisyen De Gülüm / İhmal
Şerafettin Kaya - Şair Azra
Tuğba Altıntop - Oyuncu / Manken Çin Lokantası
Zeki Çelik - Şair Paris
Zeynep Gülmez - Oyuncu Ben Seni Seviyorum Bunda Bir Kasıt Yok
YORUMLAR
Yağmura Çok Teşekkür Ederim
yağmura çok teşekkür ederim
bu gece yalnızca cesedime yağdı
bana bir şey olursa diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
düşünürken üşürsem diye korktum
oturup siyah portakallar yedim
oturup korkunç kitaplar okudum
içimde bir sıkıntı gibi cinayet
içimde bir sığıntı gibi telaş
içimde felaket gibi bir merak
hislerimin uzağına düştüm, şimdi çok üzgünüm
şimdi çocukluğumun uzağına da düştüm
daha da düşersem diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
ay kıvrılırsa diye
kan kıvrılırsa diye
can sıçrarsa ölürken bir yerlere,
daha da ölürsem diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
sessem, sersem bir heceysem eğer
seni bir kelime edersem diye korktum
seni kötü bir cümlede kullanırsam
adını söylerken takılırsam, yanlış telaffuz edersem
böyle bir günah işlersem
tanrı affeder diye korktum
yağmura çok teşekkür ederim
bu gece yalnızca bu şiire yağdı
sağol aşkım
sağol kırık kolum, kesik bileğim, kırık yüzüm,
kesik geleceğim, kırık sonsuzluğum
her şeye rağmen
yağmura bulanmış, güzel bir yazdı
Küçük İskender –
https://www.youtube.com/watch?v=zLT6NbeY5Vw
.
YAŞAYANKELİME tarafından 8/29/2015 4:04:59 PM zamanında düzenlenmiştir.
Yine okumaktan çok haz aldığım bir söyleşi.. k.İskender ne söyleyeceği çok tahmin edilemeyen bir şair, her an dilin damarı kanayabilenlerden..
Güne gelmeyi fazlasıyla hak eden güzel çalışmanızı kutlarım. Ve
"bir atlıkarınca yangını sonrası
isli, sıcak kemikleri çocukların.
-- çok tanrılı yalızlıkların
son akşam yemeği sofrası -- Toy siyah!"
diyorum:)
Saygılar
Şiire severim ancak öyküler kadar değil, K.İskender'i duymuştum ama ben de itiraf ediyorum ki, şiirlerini okumuş değilim. Bu söyleşiden en çok aklımda kalan kısım ise,
-“Bu ülkede şairler müezzinden önce kalkmalı” cümlesi ve
-Oğuz Atay’ın “biz aydınlar devrimi çok sonra duyarız; çünkü sabaha kadar içip memleket meselelerini konuştuğumuzdan uyuyup kalmışızdır” sözleri.
Çok doğru söylemiş dedim. Çünkü Atı alanlar da Üsküdar'ı geçti şafak vakti...
Bir Nedeni Yok Yalnızca Öptüm
Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. Evet, bilmiyordum. Bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. Sevişirken sözlük kullanıyordum hala. Ama, seni seviyordum. Ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. Sana yaklaşamıyordum. Yasaklanmıştın adeta. Çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. Küçük bir ateş. Küçücük bir ateştin sen. Sönmekten ürken bir ateş. Bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. Aşkın mecali kalmamıştı. Sessizce sokuldum yanına. Acıyla irkildin. Gülümsedim. Gülümsememe anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. Fuzuli bir beden, karşındaki. Usulca uzandım,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. Uzayın adını ben koymadım. Uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. Rahatlatır beni o. Bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. Yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. Romantizme uyum sağlamak için de değil. Öyle. İşin gerçeği budur. Yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. Bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. Lekesiz bir yalnızlık. Lekelenmeye müsait bir yalnızlık. Tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. Pişmansın. Pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. Elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. ‘Neyim ben? ! ’ diye haykıracaksın. Olmuyor tabii. Olmuyor. Sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. Beni anlayacağın günler gelecek. Beni de göreceksin. Benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. Korkma lütfen,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. Bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. Kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. Çay pişiririz. Çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. Sonra da sen anlatırsın: Sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. Ben sıkılmam. Ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. Seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. Bir insan, bir insanı sıkamaz. Bir insan canı isterse sıkılır. Hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. Hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. Endişelenmen gereksiz,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. Endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. Başkalaşmaya çalışıyorum. Gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. Değişmek, hiç de zor değil. Yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. Anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. Evet, tıpkı bu. Sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. Birlikte dansedebilmek gibi. Sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. Arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. Bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. Ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. Ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. Ve ciddi. Ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. Bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. Ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. Masallarla geliyorum. Efsanelerle geliyorum. Herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. Artniyetsizim. İnan,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. Soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! Bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. Aklıma yayıldın. Ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: Ortadaydım işte! Bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. Hayır! Melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. Her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. Kusura bakma, kafam biraz dağınık,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. Aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? Demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. Dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. Beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. Bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! Gerçekten kırıyorsun beni,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. Sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. Düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. Yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. Onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. Onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. Bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. Cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. Bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. Hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. İnsanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. Bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. Yapacak çok işimiz var. Dövüşecek çok düşmanımız var. Kucaklayacak çok arkadaşımız var. Bizim sebebimiz bu. Bizim fazlalığımız bu. Belki de iksirimiz. Kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. Yalan söylemiyorum
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “Rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. Bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. Hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. Kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Çikolata bile kurtlanabilir. Dondurma erir. Çiçek solar. Galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! Birer hatıraya dönüşseler bile! Kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? Sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.
Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . Hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. Hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . Yüzüme öyle bakma nefretle,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. Kimbilir, doğrudur belki de! . Adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin esrarı büyüleyici! Romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı!
Ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. Maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. Ynni, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. Özveri denebilir buna. Evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. İnsan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. Bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. Sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . Sakın ha üstüne alınma,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Ben seni kırmak için yaratılmadım. Uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! Belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! Beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? Seni kaybettim. Bunu biliyorum. Seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. Ortadaydı. Bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! Sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. Hala da saygıyla ağlıyorum. Büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: Tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. İnadıma öfkeleniyorsun. Seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. Bu da aşk işte! Bu da entrika! Bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! Peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! Dur, dur, bağırma,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Bunlar da geçecek şüphesiz. Seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. Yaralandım. Bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. Çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. Bir gerçek aramıyorum felakete. Bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. Ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. Ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. Eğer hissediyorsan,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. Ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. Şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. Dokunamadım sana. Parmakuçlarım neşterdi çünkü. Kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
küçük İskender’i en çok, kitapçılarda gezinirken,elime bir kitabını alıp okumayı çok seviyorum. Bilmiyorum ama öyle.Eline al ve oku şiirlerini.Ve neden büyük değil de küçük?’’ diye merak ederdim hep.Aslında, az çok tahmin ediyordum;ama hep ‘’şair ne demek istemiştir burada’’sorusunu düşündüğüm için kendisinin ağzından duymak istiyordum.Ve geçenlerde katıldığı bir programda sebebini açıkladı bunun.Üç sebebi vardı.Tek tek açıkladı bunları.
Ben söylemem…
Aynı programda bir hayranı telefonla bağlanıp bir anısını anlattı.Ve aldığı kitabın giriş sayfasında çok hoşuma giden şu sözü yazmış: beni öldürenler senin de peşinde’’diye.O kadar çok şey anlatıyor ki bu söz… Bir şairi dinlemek kadar güzel bir şey olamaz bu memlekette, bu dünyada. Konuşmaları şiir gibi değil; şiir çünkü.
Ve Zeki Çelik,
o kadar güzel oluyor ki bu paylaşımlarınız…
Devamı nerede’’ diyesim geldi…
Varolunuz hep…
...
Hangi şiir mi?
''Bir Ayrılığın Anatomisi''
zeki çelik
İskender'in İlhan Berk ile arasında geçen hikaye şöyledir. O tam anlatmadı ama ben anlatayım size ))) Ayrıca, Edip Cansever ile hikayesi de var bir gün paylaşırım sizlerle.
Bir sabah 6, 6.30 civarında beni İlhan Berk aradı. Napıyorsun sen dedi. Uyuyordum dedim napabilirim. Kalk dedi. Kalktım hocam dedim bir şey mi oldu. Kalk, kalk Türkiye'de şairler müezzinlerden önce kalkmalı dedi bana. Hocam nerden çıktı bu dedim. Sana bir iş bulmamız lazım dedi hemen. O yıllar evet ekonomik sıkıntılarım var ama sabahın 6.30 u, yatıp kalkıp beni düşündüğünü hiç sanmıyorum. O zaman anladım ben şairlerin ruh hastası olduğunu.
Ben tekrar çok teşekkür etmek istiyorum...neden dersen; çünkü Küçük İskender'le olan bu söyleşin sayesinde, Şairimizin 'Bu Defa Çok Fena*' başlıklı şiir kitabını baştan sona tekrar okudum...uçakta okuduğum o günden sonra ara ara okumuş ve forumlarda paylaşmıştım birkaç şiirini...bu sayede tekrar beynime hücum etti sanki o kitapdaki bütün şiirleri...tekrar tazelenmiş oldu ruhumda...tekrar tebessümler serpişti yüzüme...zaten bir şiir adını düşeceğimi de söylemiştim önceden...atlaya atlaya bir şiir kitabı okunmaz kanımca...diğerlerine haksızlık olur bu...bu kitap 62 şiirden oluşuyor...bu rakama ayrıca sevindim çünkü doğduğum toprakların kokusunu bana veriyor...ben ilk başta 44 şiirini ayıkladım...sonra on sekiz tane şiiri ile başbaşa kaldım...çok zordu gerçekten tek bir isimle kucaklaşmak...sonra on sekizden altıya düştük...ama bunu yaparken de hayli terledim...ben şiirleri aynı zamanda nefes alan canlı gibi görürüm karşımda...ha bire eledikçe 'beni affedin' dedim kendi kendime...ve sonra üç şiir arasında gidip geldim..."pis","fil kurukafası" ve "hüzne elden teslim"...kitaba başlığını veren şiiri "bu defa çok fena" ise sondan üçüncü şiiri...bu şiiri yalnız nesire kaçmış gibi biraz ama yine de dikkati çeken bir şiir...ve aklıma bir soru geldi şimdi...acaba şairler en çok sevdiği şiirin adını mı başlık koyarlar sence..? yani acaba bu kitapta Şairin en sevdiği şiiri bu mudur? merak ettim açıkçası...gelgelelim ben hangi şiiri seçtim..?
dedim ya seçmek zor oldu ama "hüzne elden teslim" i ayrı bir sevdim sanki...tabi bununla kalmadım...yukarıda adı geçen şiirlerini de merak ettim ve okudum...itiraf etmeliyim ki 'Paris' in ayrı bir havası var...'Bir Martıyı Ağlattın Sen' başlığıyla zaten büyülüyor insanı...'Azra' da çok sevdiğim bir isimdir...şiir de ayrı bir güzel...ama 'Anneler Oğullarını Affetmez' çok etkiledi beni...
bugüne Küçük İskender adını taktım...yarın daha da büyüyeceğini düşünüyorum bu adın...
zeki çelik
Kitap isimleri genelde oluşturulan dosyanın adıdır, bir konsept şeklinde ilerler. Edebiyat defteri "şemsiye" ismi altında toplarken şiirleri, şemsiye şiirlerin peşine düşmemişti. Herkesi bir "şemsiye" altında toplamaktı amacı, ya da ben öyle yorumluyorum, öyle olduğunu düşünerek. İskender'de durum biraz daha farklı her an her şey olabiliyor. Ama yine de merak ettiğin bir kitap ismi varsa neden diye sorabilirim adına.
Gule
ya ne bilim şimdi kafam allak-bullak oldu açıkçası...kendimi fazla zorlamiyim...ya da hepsini bir güne tıkıştırmayayım diyorum...kaldırmıyor sonra...yavaş yavaş bütün yap-bozları biraraya getireceğim nasıl olsa:)))
zeki çelik
Şiirin okulu yok maalesef. Tabi ki yazmak için iyi bir donanım gerekiyor, hayat felsefeni oluşturmadan değil şiir mail bile yazamazsın. Tıp şiirleri diye bir şey yok, şiir yazmak için tıp okumaz insan oradan başka donanımlarla ayrılıyorsun. Onun için geçmişte yada bugün en iyi kahramanlık şiirlerini yazan şairlerimiz bir savaşa katılmamış ama o duyguyu en üst aşamada hissederek yazmışlardır.
Gule
haklısın tabi ki...'şiirin okulu yok' dediğin gibi...
Tereddüt
radyo oyunlarına benzer insan hayatı
hep arkası yarın! arkası yarın! arkası yarın!
sanki hep arkalarda kalmışçasına yarın!
sanki hep arkalarda kalması gerekirmişçesine yarın
bölük pörçük yaşanırken aşklar, acılar, nefretler
başka insanların dillerinde, başka oyuncuların yeteneğinde
radyo oyunlarına benzer insan hayatı
efektler kimin elinden, seslendirenler kim, konu ne
bir dinleyici gibi oturursunuz kendi hayatınızın önüne
meraklanırsanız, heyecanlanırsınız, sinirlenirsiniz de
oysa kahramanı olduğunuz oyunda
habersizken olanlardan, olacaklardan
ağlarken ince ince siz, titrerken yarım yarım..
radyo oyunlarına benzer insan hayatı
hep
arkası yarın!
arkası yarın!
arkası yarın!
Küçük İskender
Ay
Yürek kemiğiyle lades tutuşan iki çocuk!
misafir oyuncu bir terkediş biçimi
ile ellerim vücudunun prömiyeri!
Aynı ahır adına koşan acılarımız var bizim!
amatör balıkçının leğeninde iki istavritiz seninle
ölüme beş kala ölümle canlı telefon bağlantısı kuran!
dibi senin aşkında gizlenen kırılgan bir aysberg bu tufan.
Küçük İskender
Küçük İskender'in en sevdiğim şiirlerinden biridir "Ay" ...
Sevgili Zeki emek Edebiyatın anahtar odasıdır... Sana bu anlamda ne kadar teşekkür etsek az...
Sevgiler...
"Nasıl bir cinayettir ki bu kan gruplarımız farklı, parmak izlerimiz aynı çıktı"...K.İskender...
Ben Küçük İskender' i geç tanıdım...hâlbuki birçok kitabı yayınlanmış...tabi kendi adıma; şiire ve edebiyata gönül vermiş biri olarak bu büyük kayıp ve eksikliktir...bunu itiraf ediyorum...bunun nedeni belki de şiir kitaplarına değil de, daha çok romanlara ağırlık vermiş olmam...ve daha önemlisi de yabancı yazarlardan yola çıkmam...oysa yazdığımız ve konuştuğumuz ortak bir dilimiz olduğu halde ve köklerimiz aynı toprakta budaklanırken neden şiirdeki bu açığımı başka bir şair kapatamadı o zamanlar bunu da anlamış değilim...
elbetteki şiir evrenseldir...bütün dilleri, kültürleri kuşanır öyle gelir ama eğer bu işi ciddiye alıyorsanız; ( ki aslında bu bir iş de değildir aslında bir eylemdir...kulvarını terli koşan bir eylem...nerde soluklanacağı, nerde patlak vereceği ve hangi hücrede tutulup, hangi denize boşaltılacağı şüpheli bir nehirin coşkusu ) ilk önce kendi topraklarınızın sesine kulak vereceksiniz...şimdi Yılmaz Erdoğan'ın bir şiirinde geçen sözü geldi aklıma "...bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı...bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı"...ben de kendi kendime diyorum ki; bizim Nâzım Hikmet' lerimiz vardı... Ahmed Arif' lerimiz...
benim ilk okuduğum şiir kitabı hangisi biliyor musun, Orhan Veli' nin bütün şiirlerini kapsayan kitap...ve bugün kendime soruyorum neden başka bir şair değil de Orhan Veli..?..sanırım bunu liseli arkadaşım Rıfat' a borçluyum biraz ...lise yıllığımız çıkarken arkadaşımız Orhan Veli'nin 'Kitabe-i Seng-i Mezar' adlı şiirini çevirip sınıfımızı anlatan bir şiire dönüştürmüştü...bunu gür sesiyle de çok güzel okumuştu...ve ben de etkilenmiştim...o zamanlar amatörce şiirler yazıyordum...çok ciddiye de almıyordum açıkçası...çoğu kısa dörtlükleri aşmayan (daha doğrusu ötesine geçemeyen) ve kafiye tutturmaya da gayret ettiğim, yazıp karaladığım şeyler yani...şiir demek bile gülünç...ben de bu şairimizin kitabını alıp okumuştum...çok da beğenmiştim hatta birkaç şiiri de beni güldürmüştür...ne ilginç yani benim şiir dünyamda sanki bir tek Orhan Veli varmış...ondan başka da şiir kitabı filan alıp okumadım uzun bir süre...ta ki şiiri ciddiye alıp önemseyene kadar...ayrılmaz ikiliyi oluşturana ve bir bütün olana dek...bu son iki yıldır şiirlere kafayı takmış bulunmaktayım...neyse ki araştırma yönüm ağır basıyor da bu sayede gerek yerli gerekse yabancı şairleri ve yazarları alıp okuyorum...
Yılbaşında İstanbul' daydım...bu da benim için kaçırılmaz bir fırsattı...bir çanta dolusu kitap aldım ve ağırlığı en çok bizim şairlere verdim...uçakta elimde Küçük İskender'in son çıkan şiir kitabı 'Bu Defa Çok Fena*' yı okuyorum...itiraf etmeliyim ilk sefer bir uçak yolculuğunda hiç sıkılmadığımı ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım bir gezinti oldu...ve böylelikle Küçük İskender' e hayranlığım arttı...hatta birkaç şiirinde zaman zaman gülümsediğim de oldu...Yolcular olmasa kahkahayı basacağım ama dikkatleri üstüme çekmemek ve kimseyi uyandırmamak için ( gecenin bir körü uçuş ) kendimi zaptettim zor bela...
Yani ben Küçük İskender' i böyle tanıdım...ilk başta böyle forumlarda birkaç şiiri dikkatimi çekti ve kitabını aldım...tabi tam anlamıyla hâlâ tanıyor değilim...merak ettiğim diğer şiirlerini ve kitaplarını da okumak istiyorum...o yüzden yazıyı çok sürükleyici buldum...hiç sıkılmadan hatta nasıl bittiğini bile anlamadan okudum...
Kısacası söyleşilerini genel anlamda söyleyebilirim ki hiç sıkılmadan okuyorum...kendim de bazen dikkatimi çeken yerleri not düşüyorum...şunu araştır...bu kimdir, bu nedir?..diye...o yüzden benim için hep yeni bir sayfa...tanıdık ama bana çok şeyler öğretecek ve bilgilendirecek bir sayfada olmanın keyfini çıkarıyorum...çok konuştum, çok uzattım cümleleri biliyorum...en sevdiğiniz şiiri diye sormuşsun ama şimdi o kitabı bir daha okuyayım ki tek bir isim vereyim sana...çünkü birçok şiirin altını çizmişim...elemem gerekiyor birkaçını...ya da en iyisi bütün şiirleri deyip sıyrılayım işin içinden:))))...sanırım bir daha geleceğim bu sayfaya...en azından beni en çok etkileyen bir şiirinin adını düşeceğim...
Çok teşekkür ediyorum bu güzellikleri paylaştığın için...ve arayı çok açma lütfen...özlüyoruz seni!..
sevgimle...
Yaralım tarafından 2/13/2012 8:20:15 PM zamanında düzenlenmiştir.