- 2137 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Vargel'den Emine'nin Şalvarına (1.2.3.4.bölüm tekmili birden bir öykü)
1.bölüm
İşçi olmayı ne kadar çok istiyordu.Toz toprak içinde,ter pas çalışıp yorulmayı,adı daha önceden işçi olanlarla bir arada bir süreliğine de olsa yaşamayı,onları anlamayı,haklarına sahip çıkmaları için evrensel manifestoları anlatıp içindeki isyan duygularını aktarmayı, mutlaka uygulamaya kalkışmalıydı.Üniversite kapılarında dirsek çürütmekten canı çıkmıştı.Babaya mahcup,annenin her günkü desteğiyle ezilir olmuştu bir yıllık bekleme süresinin ardından.Hem, çalışmak suç azaltacak,hem gelir sağlayarak hiç değilse kendi giderlerini karşılayacaktı.Kahveciyle beraber ocağı açar olmuştu neredeyse her sabah.Sigaranın ziftini sabahın ilk saatlerinde çekip akciğerlerine,zehir gibi acımış ağzının tadını kekre kaçak çayların şekeriyle gidermeye çalışırdı.Sabahın bilinen işlerini izler,silinip süpürülen kahvehanenin tozuna toprağına karışıp,kağıt oyunlarının neredeyse bir yıldır değişmeyen karesinin tamamlanmasını beklerdi kuşluk vaktine kadar.Sümkürülen,tükürülen
,dökülen şekerli çay , kahve ve meşrubatların yerdeki izlerini dalgın dalgın izlerken,radyo haberlerinden dün gecenin öldürülenlerinin ve tutuklananlarının isimlerine kulak kabartır,fraksiyon,grup ve dernekler arasında gidip geldiği yüzünün hareketlerinden belli olurdu.Gençliğine karşın pos bıyıkları dökülmüş dudağından aşağılara,saçının favorisi neredeyse yarı yüzünde,yakışıklı ve asi bir taraftardı grubunun içinde.
Gün yükselirken karşı duvarlardaki kireç badanalarda,yavaş yavaş ihtiyarların öksürükleriyle birlikte yoğunlaşmalar başlardı sigara kokulu kahverengileşmiş tül perdelerin ardındaki kirli,koyu renkli okey masalarında.Allahtan taze demlenmiş çay kokuları, zahter (kekik) kokuları uçuşurdu da ocakçıdan bu yanlara ,olumsuzlukları burun yoluyla bir tarafa iterdi gözlerinin gördüklerinden,evindeki temizliğinden.
Ekip tamamlanmıştı.Tetirbe(çıkmaz sokak) Mehmet,Kambur Mamet,Çiçek Kadir’de geldiler ve Sabo(Sabri)’nun bu sabahki yalnızlığına pişti kağıtlarını isteterek son verdiler.Ekipteki üç kişi okullu,Kambur Mamet ise yarı çoban yarı ayakkabı boyacılığı yapardı o çevrelerde.Oyun bazen kesilirdi.Kulağa gelmiş bir haber olurdu birinde ve fısıltıyla anlatılırdı;”Gece şoo gahveyi basmış faşolar lan!”.”Oğlum onlar bir gomonist biliyler başka bişey bilmiyler,emir geliy böyük yerden,garardıp gözlerini vuriyler”. ”İktidarımıza az kaldı.Dinine gurban Eco’nun.Garaoğlanım depe depe geliy.Az galdı”…
Yıl bindokuzyetmişdört.Konuşmaların merkezinde her yerde bunlar vardı.Her ağız bu lafları yapardı ve,kimse esas olanı öğrenmeden fikir sahibi olup,fikirlerini çatır çatır satmaya çalışırdılar.Bir dergi veya bir kitaptaki birkaç değişik anlatım,o o yıllarda “sağ-sol” nitelendirmelerinin ana eksenlerini oluştururdu.Denmezdi ki ”biten biziz,ölen gençlerimiz ve giden ülkemiz”..Akşam karanlığı ölüm korkusu salardı yüreklerine anaların babaların.Kapılarda kalırdı gözler.Her yer,her gün ölüm kokardı.Yine bilinen oyunlar,yine bilinen nedenlerdi gençliğin ayağına dolaştırılan...Ayağında donu olmayanın,cebinde beş kuruşu olmayanın başvurduğu kişilik kimlik kazanma yolu,bir iki günlük ciğer dürümüyle ayranın midelere indirildiği bir zamanıydı hızlı çöküşün.
Sabo kafasına işçilerle işçi olmayı takmıştı bir kere.Deli gibi çalışmayı..İnşaat olur,fabrika olur,hani şöyle biraz gözlerden ve çevreden uzakta bir iş olmalıydı.Baba memur,aile hatırlı bir aileydi.Hoş ona göre hatır matır da ne olurdu ki evrensel düşüncede.Ama baba korkusu,azıcıkta anaya olan hoşnutluk bu tarz bir işin yolunu gösteriyordu Sabo’ya.İş bulmakta öyle kolay değildi!Bir de öğrenciye her kapı açık değildi.Eli yüzü temiz insana ne işçi ne işverenin şüpheyle bakmayacağı da ne malumdu.
Toparlak bir adamdı Mustafa.Güleç yüzlü birisi.Yürürken sanki sağa sola yatardı.Her sabah erkenden kahvehanenin önünden geçerek işine gider,her akşam aynı yoldan evine dönerdi.Şu koca şehirde belki bir tek mutlu olan oydu.Onda fikir mikir yoktu.Arada bir kahvehaneye takılır,onların masadaki muhabbeti severdi.Sadece dinler ve gülümserdi.Kesinlikle yorum yapmazdı.Onlar bazen ona”Öyle değil mi Mıstık” dediğinde,”ben anlamam o işlerden”diyerek bulaşmazdı onların” memleket kurup ,memleket yıkmalarına”…Bir akşam Mıstık sevindirici bir haberle döndü mahalleye.Daha da güleç bir suratla,Sabo’ya patronun “vargel”e bir işçi aradığını söyledi.Eski yünlerin tiftiklenip,makinalarda iğrilerek kaba ham yün haline getirilip boyanıp kınalanıp kilim dokuma sanayinde kullanılmasına yönelik orta ölçekli bir fabrikada ki işti bu.Çok sevindi Sabo.Heyecanla üst dudağından dökülen bıyıklarını klasik derneksel davranışıyla dişleriyle kemirerek heyecanını dile getirdi. Uzun zamandır düşlediği hem eylem,hem para,hem görgü alacağı işin sevinciyle evin yolunu tuttu.Babası sevindi ama ana yüreği,oğlunun pis bir işi kabul ettiğini, bu işe girmesine gönlü elvermese de çaresizlikten ses edemedi.Sabo annesinden eski bir gömlek ve eski bir pantolon hazırlamasını isteyerek sabah erkenden Mustafa’yı yakalamak üzere salonda ki divana kıvrılıp çarşafı üzerine çekti ilk akşamdan.Babasıyla annesi örtü altındaki büyük oğullarının bedenine şöyle bir bakınıp sonra göz göze gelerek sessiz hüzünlerini paylaştılar.Baba siyah beyaz televizyondaki trt kanalının paket yayınlarından birini seyre koyuldu.Anne dolu gözlerle dudak kıpırtılarına başladı elinde doksan dokuzluk tesbihiyle ve yatsı namazını kılmak üzere, uyuklamaya çalışan Sabo’nun ayak bileğine hafifçe basarak yerinden doğrulup yan odaya geçti.Bir yerde elini değdirmesi,ona yarın için şans dilemesiydi.Namazı erkene alması da ona dualarını bir an önce yetiştirmesi içindi.Maneviyat işte.Güç kazanmanın diğer bir yolu.
Sabahı zor etti o gece Sabo.Yine sabah namazına kalkan annesi seslenerek uyandırdı onu.Epey erkendi.Zorla bir iki lokma ekmek ve peynirin çörekotlu tarafından ısırıkla bir bardak çayı midesine yolladı.Kahveci Hanifi ocağı yakmıştır düşüncesiyle çabucak giyinerek eski giysilerini caddeye bakan kapılarından sıyrılıp,bir sokak içindeki kahveye doğru kıvrıldı.Yaz günü sabahının ilk serinliğinde hafiften ürpererek kısa kollu gömleğin altında,kahvehanenin açık olduğunu gördü.Bazen zıpır Memik usta açar kahveyi,güğümün altını yakar,çayı demler ve ilk çayını da içerek çekip giderdi.Her gece sarhoş gelir,bazen bir köşesinde kıvrılıp yatardı kahvehanenin.İyi dost,iyi arkadaştılar sahipleriyle.Öyleki müşteriler çekip gittikten sonra kapıları kapatıp mum ışığında rakı sefaları sürerdi sabahın ilk ışıklarına kadar.İlk girenler bu kokuları hissederlerdi.Bazı geceler de polis minibüsünü görürdük,devriyeci.Park halindeki araçtan inip içeri süzülen,sonra yeniden minibüse binen polislerin Memik usta’nın halini hatırını sormadıkları besbelliydi.
Mustafa’da bu sabah erken gelmiş onu bekliyordu.Birer çay içtiler.Sabo elli kuruşu bırakıp masaya yola koyuldular kısık sesle konuşmalar arasında.Sokaklar bitti.Demiryolu raylarını yan adımlarla geçerek istasyon meydanından ve toprak top sahalarından sonra briketten yığma yapıların arasındaki dev demir kapılı fabrikanın önünde durdular.Onbeş yirmi dakikalık bir yoldu yürüdükleri.Bir sürgülü demir kapı önünde,iki insanın çok ayrı kulvardaki
İdealleri ile kahverengi şapkalı,gri ceketli ve siyah şalvarlı fabrika bekçisinin soğuk gülümsemeleriyle küçük kapı açıldı girdiler içeri…
2.bölüm
Girişte hemen soldaki camekanlı yönetim odasının yanından, gri boyalı dar basamaklı demir merdivenlerden kıvrılarak indik .Nerdeyse ucu bucağı belli olmayacak kadar büyük bir yarı bodrum katıydı fabrikanın iş yapılan yerleri.Müthiş bir makine gürültüsü,küflü yün kokuların kesif hissedildiği toz bulutu içinde bir yığın insanın dolaşması ilk dikkat çeken görüntüydü.Bu vardiya yarım saate kadar gidecek ve yeni vardiya gelecekti yerlerine.Mustafa ise Makina ustalarından olduğundan onun işi sabahtan akşama kadar sürüyordu.Sabo’nun omzuna el atarak onu bir boşluktan karşı uçlarda bir yerdeki patoz makinasına götürdü.Hemen kısaca anlattı:”Şoo yığılı paçavraları kucahlayıb kucahlayıp şo böyyük huniden makinanın içine ahdarıcın tamam mı?Şimdilik işin bu.Aha ustan şo gadın ablan”.Sabo işini ciddiye alan bir edayla hemen işe koyulacaktı ki,zayıf ve kuru dal gibi olan kadın bağırarak sesini duyurabildi:”Şincik deel,şincik deel,hele on dakka daha bekle!”.
Evet istediği bir fabrika ortamıydı bizimkinin.Hızlı bir propaganda planı hazırladı kafasından.İnsanlara şöyle bir baktı.Ağırdan dolaştı gözleri toz ve pislik içindeki insanların üzerinde.”Evet” dedi,”İnsanları bu şartlarda çalıştıran sermayenin bu faşizan baskısı yakında sonaerecek!Eylemsizliktir onları bu hale getiren.İyisi mi onlara molalarda güzel güzel anlatmalı işçilik ve çalışma şartlarını,sendikal hakları,grev,direniş filan…”.Gençliğin vermiş olduğu bıçkınlıkla yerinde duramayan Sabo’nun bu derin dalışına yine bir işçi eli dokunarak onu kenara çekti ve bir süre sonra birer birer tanıştılar sıkıca tokalaşarak.İşçilerden bir kısmı da kadın ve çocuk yaştaki kızlardan oluşuyordu.Onlarla da uzaktan gülümseyip baş sallayarak tanışma yolunu seçti.O yörenin geleneklerinde öyle yabancı bir erkeğin her önüne gelen kadınla tokalaşması uygun olmadığından gözleri yarı yerde,yarı yüzlerinde gezinerek selamladı kadınları.Ama ,birisine öyle bir takıldı ki;bir süre sonra yeniden aramaya başladı gözleri onu.İnce dalak,başı beyaz neçek ile yarı saçları görünür enseden bir düğümlü bağlı,yüzü sanki bir avuç ,iri kara gözlerin altında düzgün bir burunla ona eşlik eden etli pembe dudaklar bir genç kadın.Bakışları içtendir ki Sabo’yu kısa bir sürede bu denli yakıp kavuran.Ama hayır,olamaz!Olamazdı,misyonu belliydi burada.Bu işi araştırıp usulüne uygun bir ortama taşımak gerekirdi.Kesin olan bir şey vardı ki genç kadın da Sabo ile aynı frekanslarda gezinmişti.Şu işe bak!Allah verdiyse çifterden verir,kişi muradına erer duygularıyla sersemliğini atamadan patoza eskimiş askeri yün giyecekler ile evlerden ve işletmelerden toplanan balyalanmış paçavraları kucak kucak atanların arasında buldu kendini.Bir süre sonra boğazının ve genzinin tozdan tabaka kapladığını hissederek diğer işçilerin yaptığı gibi çaresizce yerlere tükürüp sık sık temizlemeye çalıştı burnunu boğazını..Bu bölüm iri çuvallar ve preslenmiş dev balyalarla doluydu.Bir kısmı tavana kadar uzayıp gidiyor,bir kısmı küçük tepeler ve arasında boşluklarla yığıntı görünümü veriyordu.Patozdan çıkan eski yünler,yeni atılmış gibi tiftik halinde çıkıyor ve oradan büyük varile sarılıyordu.O düzenin başında da demin ki güzel kadın çalışıyordu.Gözleri onu fark edince ayıramaz oldu üzerinden.Bir yandan da etrafı kolaçan ederek kim ve neyin nesi kimin fesi olduğunu bilmediği bu afetin başına iş açmasından kaçınıyordu.Gülümsediler karşılıklı.Kadın da temkinliydi etrafa.Kimselere çaktırmadan derin bir dostluk başlamıştı öğrenci kaçağı yakışıklı yeni işçiyle,bir yıl önce kocası Fırat’ta balık avlarken girdaba kapılıp boğulan Emine arasında….
Acaba beynine hükmeden duyguları mı,yoksa gözlerinden midesine kadar inen açlığı mıydı?Okudukları ona “işte su,işte toprak.Yoğurdukça olur çamur.” diyordu.Bu kadar açık bir gerçekte, insanlar niye bölük bölük olmuşlardı.Ne kadar iş,o kadar para.Ne kadar para,o kadar refah demekti.İyi de neden açtılar insanlar?Kimse söylememiş miydi bu insanlara bu zor şartlarda çalışılmayacağını.İnsan olmak bu kadar zor muydu?Günün sıcağı bodrum kattaki serinliği silip süpürmüş,çalışmanın da vermiş olduğu ısınmayla içerisi yapışkan küflü paçavraların kokularıyla insanların tenine ağda gibi yapışmıştı.Sabo ,bir anda Mıstık’ı ,“Mustafa ustayı” yanıbaşında gördü.Bir ılıklık hissetti iş bulan mahalle arkadaşı için yüreğinde.Gülümseyerek baktı yüzüne.Kucağı eski yünlülerle dolu olduğu için biraz da gururlandı.Hani arkadaşını mahçup etmemenin vermiş olduğu bir güvenilme duygusuydu ne de olsa.Mustafa kulağına yanaşıp,”Ağam, devrimcilik dışarıda kaldı,burası fablika. İleriden geriden,gahvedeki gibi söz etmeyesin.Patronun oğlan seni pek hazzetmeyi!. Bana; bıyıkları ney lan bu adamın!”dedi.”Ben de bakma ona abi!İşsiz garibanın teki.Yıllardır danırım,kötü bişşeyine denk gelmedim.” Dedim.”Hanı dikgatlı ol Sabo,gözünün yağını yiyem eğam”...(!)”Allah Allah!.Dur hele!Daha gün dolmadı len!” diye içinden geçirdi Sabo.
Bir yandan da bıyıklarından korkulduğu için,yani sınıfsal ağırlığının baskınlığı için mutlu oldu.Daha bir güven gelerek insanları gözlemlemeye,etki alanını genişletmeye çalıştı.
İlk öğlen molası verildi.Ne tuvalete gitmiş,ne de su içmek için izin istemişti gezinen kontrolcu kadından.Aslında susamıştı da.Biraz feodal yapının kadından emir almama,biraz da ilk günün ayıpsallığı gerektirmişti bu garip davranışını.En kötüsü yiyecek hiçbir şey getirmemişti...Erkek işçiler iki lavabonun başında temizlenip, balyaların beri yanındaki ıslatılıp süpürülen yere birer mukavva parçası atarak üzerine bağdaş kurdular.Kadınlar ve genç kızlarla kız çocuklar da , bitişiğinde ki eski püskü kilimlerin L biçimindeki yayılışına sıralandılar.Zayıf,kuru ,ama ince dalak ,bıyıkları ağarmış,saçlarına kır düşmüş ,sivri bakışlı ,kara Antep şalvarlı adam geldiğinde,herkes şöyle bir kalkar gibi yaparak ona saygı gösterdiler. Hiç şüphe yok ki ,daha önceden boş bıraktıkları mukavva üzerine serilmiş bir bez parçasının oluşturduğu daha itinayla hazırlanmış yeri biraz daha geniş tutarak saygıda kusur etmediklerini göstermiş oldular.”Haydin,buyurun “ dediğinde ise besmeleyi çeken,önce iri bir parça ekmeğini koparıp,ardından kendi getirdikleri ne ise yiyeceklerinden parmaklarıyla ağızlarına dürterek lokmalamaya başladılar.Mıstık’ın himayesi bu günlük işe yaramış, Sabo’yu yanına alarak azığını bölüşmüştü.Aslında nolur nolmaza kalmamış,tecrübeden kaynaklanan bir iç güdüyle yarım misli fazladan koymuştu sefer tasına yiyecekleri. Her iki gruptan birer kiş,i plastik sürahi ve teneke bardaktan oluşan sakalık işlerini yaptılar alelacele. Çıkınlardan ve sefer taslarından ortaya koydukları yiyecekleri için birbirlerine “buyur” ettiler.Kimse pek kimsenin yiyeceğine karışmadı.Ama, karşıdaki kadınlar sofrasından bir tabak iri etli acı biber turşusu geldi ki,Sabo’yu telef eden de bu oldu.İlk günün en sıkıntı verici olayı böylece belleğinde yer bulmuştu. .Çünkü acının tiryakisiydi.Hem yaşayarak,hem yutarak yaşıyordu acıyı.
3.bölüm
Böyle iki gün geçti ömürden.Üçüncü gün yemek sonrası herkes bir yana çekilecek iken Sabo seslendi ;”Ağalar,hanımlar.Az durun hele.Biliyorsunuz ben okuyorum.Yardımınız için sağolunuz.Vereceğim bir tek şeyim var,onu vermek isterim.Huylanmazsanız?.” Herkes “başefendi” konumundaki Müslüm ağaya doğru baktı.O da babacan bir tavırla,”yeğenim,burada herkes gendi için çalışıy.Yardım ne ettik de ,senden ne istiyik.” Dedi ama,Sabo’nun da ne diyeceğini merak ederek biraz durduktan sonra “E,de bakalım,neymiş vereceğin” diye üstten gelen bir ağır reislikle ünledi..”Sesim güzeldir,kasetim de var.Yorgunluğun üzerine bir türkü söylesem,(yukarıyı gözleriyle işaret ederek)ayıp olur mu?” dedi Sabo.Hemen herkes bir şeyler konuştu,arayıp ta bulunamayan bu teklif için çemberler daraldı,kadın işçilerde örtülerini daha yakına çekerek sessizce gözlerini Sabo’ya diktiler.Sabo türkülerini kaç zamandır hazırlamıştı.Derken yanık yanık hoyratlar,yoksulluk ve sefillik kokan yaşamların türküleri,arada bir, küçük öyküleri de ekleyerek birkaç günde müthiş taraftar kitlesinin biricik sahibi olmuştu böylece.Ve gördü ki insanları etkilemenin en etkin silahlarından biri müzikti.Özellikle o halkın yöresel müziği.Oluşan sevgi bağının en büyük ürünü, kendini göstermeye başlamış,sorular sorulmaya başlanmış,kafasında tasarlanan heyecanları bu iş yerindeki işçi arkadaşlarıyla yaşamış oluyordu.Alacağı paranın hesabını yapmamıştı.Sonuçta bir para alacaktı.İdealleri kusursuz işliyor,dernek ve kuruluşlardaki emsalleri hatırlayınca bu işin herkesin yapamayacağı bir iş olduğunu,yetenek isteyen,bilinç ve akıl isteyen bir iş olduğunu ,kendine en büyük payları çıkararak böbürleniyordu.Üstelik,okuduğu bir kitaptaki gibi İtalya’da geçen,bir devrimci militanın dağ, bayır, ova ,köy,insanlara nasıl eriştiğini anlatan öyküsüne tıpa tıp uyan ve bir de her dakika gözünü kendisinden esirgemeyen , her geçişlerde ki dişi kokusuyla gücüne ayrı bir güç katan kadını vardı.Kitapta şaraba banılıp yenen ekmekte vardı kendisini etkilemiş olan ,ama olsundu,bu kendi kültürü,kendi geleneğiydi...İkinci haftanın sonunda “vargel” e verdiler onu.Daha temiz ve daha teknik bir işti.Bir yığın bobin dönüyor,kaba iğrilmiş yün,daha da iğrilip incelerek bobinler dolusu ham boyanmamış yün ip oluyordu.İşini öğretmek için Müslüm ağa bir süre eşlik etti ona.Kopan kaba yünün makarasını durdurup,ipin ucunu kopan diğer uca tutturup öyle bir zamanda çalıştırıyordu ki ,iki uç kopmamış gibi birleşip bobinin üzerinde çizgiler oluşturarak bir aşağı,bir yukarı dolgunluğuna eriştiriyorlardı bobinleri.“Aman Allah’ım,ne ince sanat” diye geçiriyordu içinden Sabo.Yalnız işin kötü tarafı,balyalardan uzaklaşmış,Emine ile olan her an ki yakınlığı uzak bakışlara bırakmıştı yerini.Ancak yemek sonraları el yüz yıkamaya gidip gelirken,ya da kapı giriş ve çıkışlarında sürünerek günlük özlem ve kabarıklıklarını dindirebiliyorlardı iki genç insan.Kızgın,öfkeli sıkça soluyan gencecik göğüsleri, her ikisinin de şu kapalı ve kısıtlı ortamdaki duygu özgürlüğünün kilitlenmesine isyan edercesine, körük gibi inip kalkıyordu.Sabo her günkü sözlerini,türkülerini uyumadan önce yatağında ince ayar planlıyor,Emine’nin çağırgan vücut yapısını hayallerle dalıyordu uykucuklara.
Ay sonuna doğru paranın ucunun görülmesiyle birlikte propagandanın ağırlığının yerini eşit bölüşüm olarak kadın ve para almıştı düşüncelerinde.Ayıplıyordu kendini zaman zaman.Ama, demeden de edemiyordu. Sigmund Freud okumuştu.Psikoloji kitaplarında; fareden söz ediliyordu olanca çıplaklığıyla.Önce açlık,sonra cinsellik,en son da annelik dürtüsü müydü neydi.Kendiside haksız değildi hani!Yani para,cinsellik ve sonrası babalık gibi uyarlayabilirdi kendine.Herkesin gözünde,gönlünde çok iyi bir yer edinmişti Sabo.Bir tek Müslüm ağa bazı bazı soğuk bakıyordu yüzüne.Ama o ,oranın usta başı,çavuşuydu.Olabilirdi herhal diye geçiriyordu sürekli içinden.Aylık alınacak günden iki gün önceydi.Patozcuların gözetmeni kadının başıyla Emine’yi ters taraftaki tepeleşmiş balyalardan yana çağırdığını gördü.Bütün makinalar çalışıyordu.Zaten kendiside son kerte saklanan bir zaman limitinde görmüştü ki, ikisi birden kayboldular balyaların arasında.Bir iki dönüp baktı onlardan yana.Birkaç dakika geçti,görünmediler.O bölüme yakın yerde tuvaletler vardı.Ama ters taraftaydılar tuvaletlerle.Ağzında acı bir sıvı hissetti Sabo.Vargelin diğer kırklığına bakan arkadaşına tuvaleti işaret ederek çöker gibi yaptı.Gecikeceği izlenimi vererek oyana çaktırmadan ilerledi...
Göz ucuyla bakındı sağ yanına.Kuruca kadının başını gördü.Beyazdan hayli kirlice tülbent benzeri bir bez örtüsüyle.O da bu tarafa dönüyordu ki, ani bir atakla tuvaletin küçük holüne attı Sabo kendini.Usulca kafasını çıkarıp sol yanında kalan balya yükseltilerinden tekrar taradı o tarafı.Kimseleri göremedi.Merak ve endişeydi içini kemirip bitiren.Makinalar yeni gürlediğinden kimsenin bu yana gelişi yoktu.Herkes ilk hızını almak üzere yoğunca işinin başındaydı.Uzakça karşıdaki vargellerin şakırtıları,gözlemci kadınla Emine’nin kayboldukları yerin tuvaletlere göre sol çaprazındaki hallaç makinasının patırtılarından; nefes, ayak, hafif öksürük gibi sesleri duymak olanaksızdı.Ani bir kararla ,o yana doğru adımladı tiftik dolu pis yerleri.Bir iki hamlede çuvalların üzerinden atlayıp,her şeyi göze alarak ,Emine’nin, şu işin ilk yoğun saatinde o kadınla orada ne yaptığını,ya da başına kötü şeyler gelebileceği varsayımı ile kalbi gümbürdemeye, heyecandan ağzından fırlayacak kadar kasılmaya başladı..Bir gören olup sorsalar;
-Ne arıyorsun buralarda?
-Üzerine çuval düştüğünü görüp koşarak geldim birilerinin!
Diyerek savunma planını da oracıkta yapmıştı
Orta yaşlı kadının olduğu yerin daha da engebeli tarafını seçerek hızla balya ve çuvalların üzerine tırmandı.En üste vardığında,aşağıya doğru yarım baş göstererek loşlukta ne olup bittiğini görmek istedi.Ve silüetleri seçmeye çalıştı.Kaşlarını kaldırıp gözlerini irileştirdi.Ve önünde olup bitenleri görünce yutkundu.Bir ağrı hissetti yüreciğinde.Bir de inceden bir sızı.Olağandışılık,çaresizlik...
Gördükleri nefesini tıkadı.Donup kaldı kısa bir süre.Aman Allah’ım!Bir iki adım ileride de,gözetmen kadın makinaların olduğu bölümden yana etrafı kolaçan ederek işine uygun gözcülük yapıyor,Emine ve Müslüm ağa ,alt alta üst üste ,üstte adam olmak üzere kendilerini kaybetmiş ,debelenip tepişiyorlardı..İnanamadı.
-Ne bu ya!
dedi elinde olmadan.Donup kalmışlığı sürdü öylece.Bir anlık dalgınlığın ardından ,başını o yandan çekerek kusmak istedi.Ağzı,dudaklarının içi salyalanmıştı mide salgılarından. Acaba,essahtan mıydı gördükleri.Emine’nin zorlanması,Emine’ye şiddet , nüfuz kullanılması,baskı yapılması tehdit filan?.. Dayanamadı.Biraz daha tırmanıp eski yerinden,loşluğa alışmış gözleriyle daha da dikkatli bakmak istedi.Manzaraya gerekçe ararcasına taraf tutan bakışlarla.
Hayır hayır!.Gördükleri ilk gördüklerinden daha aşkındı hareketlerdi.Kendini kaybetmiş kadının ve bir ton ümitlerinin dibine dinamit lokumları yerleştiren erkeğin; çuvalların üzerinde şehvetle sevişmelerinin tanığı oluyordu.Hiçte kimsenin zoru yoktu görünen tabloda..Eminenin üzerindekiler sağa sola savrulmuş,puşt Müslüm’ün üst tarafı giyinikti.Gözcü kadın sadece tek yöne bakıp gözlerini onlardan sakınıyordu.En azından görmeyi istemeyecek kadar sahibine itaat eden sadık bir köle gibi figüranlığını yapıyordu apaçık,ulu orta cinselliğin kudurduğu şu ortamda.Anladı ki bu ilki değildi gördüğünün.Rahattılar ikisi de.Emine’nin, o güzelim; her gün salına salına kendisine küçük davetler gönderdiği ve gözünde sembolleşen “gizli ve derin sevgilinin”, murada erilecek sevgilisinin, bütün arzularının sembolü saydığı kahverengili,yeşilli,koyu kırmızılı küçük çiçekli şalvarı, ne yazık ki ayak uçlarındaydı, tepilmişti ve küçülmüştü.Onlar hâlâ tepiniyorlardı ve yüreğine bıçaklar saplanıyordu.Bakakaldı bir süre daha.Çekinmeden ve dimdik bu kez.Dişleri yanaklarında dalga dalga vuruyor birbirine ve, küçük kas tepecikleri öfke ve nefretini anlatıyorlardı şu anki yalnızlığında..Yapabileceği hiçbir şey yoktu.Kafası,duyguları ,idealleri karmakarışık ve delik deşik olmuştu bir anda. İstedi ki görsünler kendisini.Bilsinler, bütün hayallerin bir anda nasıl yıkıldığını.Aldatmanın,oyalamanın acısını inim inim inleyip çekseydi Emine...
Durgunlaştılar ...Adam yığıldı kadının üzerine.Kısa bir süre sonra panikler gibi birden ayrılıp yana yattı.Ve,istediği o andı işte.Göz gözeydiler ikisiyle birden.Vücudunun beyazlıklarının şavkı vursa da yüzüne,o inatla gözlerine kilitlendi Emine’nin.Dik ve gülümser bakıyordu kadın.Meydan okur bir ifadeyle.Okunuyordu yüzünden,ve yandan kaçamak bakışlarından.Sadece göğüslerini kapamıştı kollarıyla.Oysa ,her şey donuk bir tablonun sisli havada seçilebildiği kadar görünüyordu az ötesindeki derinlikte.Buğular arasında doğum yapan masum bir anne gelip geçti gözlerinin önünden.Belki de olmasını istediği eylem öyle olmalıydı şimdiki tabloda.Hatta koşarak kucaklamalı ve bir örtüye sarıp yetiştirmeliydi bir hastaneye.Bir ara, açığa çıkan oluk oluk saçları takıldı gözlerine...Adam hızla (namusunu kurtarmak için herhalde) donunu bacaklarına geçirmenin telaşındayken,Emine yarı doğrularak şalvarını çekmekle meşguldü narin gövdesine doğru. Gözcü kadın hâlâ olduğu yerde mum gibi oturuyordu.Sabo,gözleri dolu ve yüreği parçalanmış biçimde Emine’ye kalbinin üzerini gösterdi sağ elini göğsüne götürerek.Müslüm ağanın suratına da bir lapa tükürdü iyice abartarak.Sonra,yuvarlanarak indi aşağıya ve geldiği yerden hızla tuvalete kapandı.Tuvaletin kesif sidik kokan duvarına başını dayadı bir süre.Kaybetmişti orada olan her şeyi.Duygusallık, beraberinde ideolojik yapılanmasını da silip süpürmüştü.Daha ne yapabilirdi ki? Bu ortamdaki yaşadıkları bir anda fantastik bir macera gibi gelip geçti gözünün önünden.Kahvede arkadaşlarıyla olmak istedi.O kadar sevimli ve yerli yerindeki ilişkiler yumağından,lanetlenmiş şu haram ortama neydi sürükleyen sebep ve nedenler diye geçirdi içinden.Türküler,barak havaları,hoyratlar,uzun havalar,iltifat ve sürtünmeleri,konuşmalar.Pısss.Sönmüş buruşuk balon gibiydi her şey şimdi.
Göz göze gelişleri Emine ile.Sessiz anlaşmaları..Aşkları..Dışarıya taşmadan daha,ilk buluşma olmadan henüz,fabrikanın ustabaşına en ucuzundan satılan kurduğu tüm birliktelik, düşleri, tuvaletin kokusuyla beynine bir yıldırım gibi düşmüştü.Nefes alamıyordu.Göğsünün içi yanıyordu.Bu duygu kötüydü.Toparlanmalıydı.Öyle de yapmaya çalıştı.Çıkıp elini yüzünü yıkadı.Birazcık ta pantolonun yanını önünü ıslattı,tuvaletteymiş gibi.Hiçbir yere bakmadan,hiçbir şey olmamış gibi makaralarının başına döndü.
-Dönün bakayım makaralar!Dönün dedi,hiç kimseyle hiçbir şey konuşmadan.İş bitimi de Mıstık’ı beklemeden evin yolunu tuttu.
4.bölüm
Bir gün sonrası para günüydü.İşe yine tek başına gitti.Yiyecek götürmedi.İki paket birinci sigarasını,benzinli çakmağını ceplerine tıkıştırıp kahırla fabrikaya gitti.Derin düşüncelerle öğleni yakalamaya çalıştı.Hoş, kimse de kendisine pek yanaşmamıştı.Aldırmadı bu duruma.Gözü hiçbir şeyi ne aradı ne de gördü.Kilitlendiği tek şey kalmıştı,alacağı bir aylık para.İşe gitmeme olasılığı ağır basıyordu.Gerçi bu küskünlük işçi sınıfını boş bırakacaktı ona göre,ama diğer insanların ne kusuru vardı ki? Emine ve istemeden de gözüne ilişen çıplak bacakların ucunda ki tepilmiş küçük çiçekli bolca şalvarı ,kar yağdırmıştı bir anda dağlarına.Aklına geldikçe üşüyüp titriyordu.Namusun şalvarda olmadığını düşündü.Bir takıntı olmuştu o güzelim giysi düşüncelerinde şimdi.Ergenlikte içinde çok önemli şeyleri gizleyen düş torbasını...Namus,kafada mı,şalvarın içinde mi diye düşünerek başını olumsuzca birkaç sağa,birkaç sola salladı aklı bozuklar gibi.
Vargelin kısa sürede ustası olmuştu.Şakır şıkır sesler,toz toprak,yün partikülleri arasında öğlen geldi çattı.Herkes yemeğine oturdu her zamanki formlarda..O, arkadaki sahanlığa çıkarak bir saatlik süre içinde sigara üzerine sigara yaktı.Ağzının içi berbat oluncaya değin çekti zehiri zifti içine.Zehirlenmecesine sanki.Midesinden kıvranarak döndü işinin başına ve , aynı hırs ve aynı dalgınlıkla akşamı etti.Yaz ayları olduğundan,iş bitimi ile akşam gün batımı arasında üç dört saatlik gün ışıklı zaman vardı.Parayı alıp bir lokantada alinazik yiyecekti.Üzerine de kuru baklava.Babasına bir gömlek,annesine de boncuk işlemeli tülbent baş örtüsü alacaktı.Sonrasını evde düşünecekti.
İş bitimi herkes kuyruk oluşturdu demir merdivenlerden yukarıdaki yazıhaneye doğru.En ustalar önde,diğerleri sırayla arkada.Kendisinden iki gün sonra gelen vasıfsız işçi de önüne geçerek çaktırmadan sırasını aldı.Önemsemedi.Ne fark ederdi ki?Yaklaşık bir saate yakın bir süre geçtikten sonra,içeriyi görebilecek duruma geldi.Emine gitmişti.Diğer kadın ve çocuklarda.Müslüm ağa, dış kapının aralığından arada bir içeridekilere bakıyordu.Mıstık’ta görünürlerde yoktu.O da gitmişti.Ondan bir önceki kapkara,kupkuru kendisinden iki gün sonra işe giren adam girdi içeriye.Sayılıp uzatılan üç tane elliliği görebildi Sabo.Diğer bozuklukları kaçırdı.Daha doğrusu hareket eden adamın gövdesinden göremedi.Sonra kendisi girdi.Kapıyı çalmadı.Öncekiler kapı açık olduğu halde saygıyı betimlemek için olsa gerek gürültülü tıklatarak belli ediyorlardı girdiklerini.Oysa odadaki iki adamın da gözü onları takip ediyordu.Bir an bütün devlet dairelerinde aynı hareketlerin yapıldığını hatırladı.O zaman, niye kapı açıktı?..
Bir adım berisinde durdu masanın.Genç olan birisi,muhasebecileriydi herhalde.Bir tek ellilik çıkarıp ,patronun temsilcilerinden olduğunu kasılarak belli eden ,sol masadaki gerneşen genç adama uzattı.O da parayı Sabo’ya uzatıp,
-Al delikanlı bu parayı ve bir daha da buralara uğrama dedi.Parayı almak istemedi Sabo.Az olduğunu,kendisinden sonra giren ve daha az işler yapabilen arkadaşının neden kendisinden daha çok parayı hak ettiğini ,sert bir söylemle sordu alaylı bakan karşısındakilere.Parayı uzatan adam ayağa kalktı ve
-Çok konuşma lan!Ve de s..tir git
deyince kanı beynine sıçrayan Sabo, masanın üstüne çıkarak, iri yarı besili adamın yakasını tutmak istedi. Ne olduysa o zaman oldu.Bir ses duyuldu dışarıdan içeriye yakınlaşan.
-Vurun lan gomoniste!Vurun,gaçırmayın lannn!...Yahalayın!
Müslüm ağa’nın sesiydi haykıran.Bir ara dış kapının arkasındaki küçük mutfak rafı gibi ,yere yakın bir tezgahın altına başını soktu.Halat parçası ,ince nar sopası,tekme,tokat ne varsa, yığınla insanın şiddeti sağnak gibi yağıyordu üzerine.Dış kapının aralık olduğunu fark etti bir ara.Mor benekler oluşuyordu gözünün önünde kafasına aldığı her darbeden sonra.Yaradana sığınıp ,bir nara patlattı ki,gerçekten canı yanan tehlikedeki biri ,ancak bu kadar belalı bir ses çıkarabilirdi..Sıyrılıp aralarından,bir iki yumruğu da yüzlerine oturtup rastgele,fırladı aralık kapıdan dışarıya.Ağzı burnu kan içinde.Koşarak uzaklaştı oradan.Bir caminin şadırvanında aldı soluğu.Polis bekçi görmeden aceleyle yıkadı yüzünü ,burnunu ,gözlerini.Gömleğini pantolonunun içine dürttü.Taş yapılı caminin taşları kayıyordu sanki gözünün önünden.Azıcık su içti.Açlıktan ,su,boğazında düğümlendi.Sonra öğürdü bir iki.Kimsecikler yoktu.Sırtını dayamak için karşıdaki bankın kenarına ilişti.İyi olmadı.Uzanmak istedi.Sırtının ağrısından uzanamadı.Kaybeden hırslı bir dövüşçünün ağıtı çöktü şakaklarından gözlerine,ama ağlamadı.Toparlanıp camiden çıktı.Bir aydır çalıştığı işten dayak yiyerek ayrılmış ve beş parasız biçimde kahvenin yolunu tutmuştu.Böyle eve gidemezdi.Hırsından tren vagonlarını omuzlayıp devirecek kadar öfke soluyordu burnundan.Canının her tarafı yanıyordu.Kahvede görülmesi de onurunu kıracaktı.Ya da cıngar büyüyecek,kendisinin yüzünden bir grup arkadaşının başı adi bir olaydan ötürü derde girecekti.Olmaz!Yapamazdı.Ahlaklı bir devrimci kendi kişisel çekişmesine ,kitaplar deviren ilkedaşlarını kurban veremezdi.Tren istasyonun kuytularında boş bir bank bulup ,ağır ağır oturdu.Her şeyi yeniden gözden geçirmeliydi.O idealleri olan çağcıl ve ilerici bir insandı.Acaba, bir kadının varlığı için bilinç dışı erken davranıp ,yanlış bir atak mı yapmıştı?.Sonra, henüz karnı doymadan boyundan büyük işlere mi kalkışmıştı?.Karnı doysaydı böyle yapar mıydı?Sırtı ve kaburga kemikleri fena ağrıyordu.Oturunca farketti ki kaba etinden de darbe almıştı.Akşama her tarafı yanıp sızlayacaktı.Bir haber gönderebilseydi eve.Bu gece kambur Mamet’lerde kalacağını haber verebilseydi evine.Annesi ve babası onu böyle görüp,böyle bilmemeliydiler.Yıllardır yediği baba dayağından gına gelmişti.O büyüdükçe ,dayağın yerini ağır sözler almıştı artık.O da yetmezmiş gibi,kesin olarak annesi suçlanıp,
-Bu hayvan herifi sen bu hale getirdin
denilecek,evde en az iki haftalık bir dargınlık ve gerginlik yaşanacaktı.Dalmıştı yine zehir zemberek düşlere.
Uzaklardan gelen sesle irkildi.Dernek arkadaşlarından Bekir sesleniyordu;
-Şşşt Sabo,ne oturuyın yorum orda!.
Seslenemedi.Eliyle işaret ederek çağırdı Bekir’i.Bekir yaklaştığında çok şaşırdı ve şiddetle ayırıp gözlerini patlak patlak ,öfkelenerek bunu kimin yaptığını sordu.Gözleri dolu dolu,iç çekerek anlattı olayı baştan sona.Hâlâ karar verememişti.Suçlu olan düzen mi,işçiler miydi?Ya da evindeki ortam mıydı asice davranmasını gerektiren.Hak aramanın yolu mu yanlıştı? Yoksa suçlu kendisi miydi,tarlayı sürmeden dikmeden hasada erişmeyi isteyen?..Ama kesin olan bir şey vardı ki;iş ile aşk ;mıknatısın ters uçları gibi aynı bedende ama ters uçları kadar itendiler birbirini.
Eve,arkadaşlarda kalacağı haberini Bekir ile yolladı.Akşam geç vakit,karanlıkta konuk olacağı eve vardı.Ağıl ve koyun kokularını yaygın olduğu odada,mukaşşerli(kırık kabuksuz nohut),salçalı bulgur pilavını kaşıkladı şarap rengi ,has sirkeli, iri, etli biber turşusuyla birlikte.Avurdunun kimi yerleri yandı.Ama,hiçbir yangı yürek yangısına erişemezdi..Yorgun ve üzgün yatağa uzandı.Birkaç damla yaş süzüldü zehir zıkkım yastığa yanaklarından.Tavandaki söğüt direklerini saymaya çalıştı.Gözünü kapadığında aklına ilk gelen; her şeye rağmen, salınırken Emine’nin şalvarı ve vargelin fır fır dönen, sanki zamanı anlatırcasına ipi kıran dönek bobinleriydi.
Hemen uyudu...
26 kasım 2007 İzmir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.