- 1229 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ADI KADIN
Ülkemin batısında bulunan ve herkesin rüyalarını süsleyen, o büyük şehrin hastanelerinin birinde görev almak, milli piyangonun büyük ikramiyesini kazanmak gibiydi o yıllarda. Benim de bu şehirdeki hastanelerin birine tayinim çıkmış ve göreve başlayalı iki ay olmuştu. Şehrin, başka semtlerinde memleketlim olmasına rağmen, bu hastane de bir tane bile tanıdığım yoktu. Kendimi çok garip hissediyordum. Kendi bölümüm de, benden daha önce çalışmaya başlamış diğer hemşire arkadaşlar ve Doktorlarla iş ilişkilerimde, sıcak, candan olmaya çalışıyor, saygı da kusur etmeden, hangi görevi verseler yapıyordum.
Gülü,de, orada tanıdım, benden bir ay sonra da o gelmişti hastanemize. On üçüne yeni basmış, yanakları (tabir edildiği üzre) Amasya elması kırmızılığın da, yuvarlak çehreli, oldukça sempatik, iyi niyetli, oldukça doğal, samimi ve saf, güzel mi güzel, tipik bir köylü kızıydı.Dedesi, Gül’ün boğazındaki neredeyse 2 kg kadar( ameliyat sonrası sorduğumda öğrenmiştim ağırlığını) büyüklükteki guatrını aldırtmak için getirmiş ve tez zamanda ameliyat olamayacağını öğrenince Gülü, tek başına hastaneye bırakıp köyüne dönmüştü. Fakat, tam bir ay olmasına rağmen, ameliyatı sürekli erteleniyor, en basit ve acil olmayan ameliyatlar yapılıp, tedavileri edilip çoktan taburcu oluyorlardı.
Hastane prosedürlerini bilmeyen Gül ise, her şeyin normal olduğunu sanarak ameliyat olacağı günü bekliyordu.
Nöbetçi olduğum bir geceydi, hastalarımın tansiyonlarını ölçüp, iğnesi olanların iğnelerini yaptıktan sonra; her zaman olduğu üzere, malzeme odasına sargı bezi, yara pamuğu hazırlamaya geçmiştim ki... Bir ağlama sesi duydum, bu saat de herkesin kan uykuda olması gerekirken, bu ağlama sesi kimden gelebilirdi diye, sesin geldiği yöne doğru, hastaları da rahatsız etmemek için parmaklarımın ucunda yürüyerek wc nin önünde durdum.
Ağlayanın Gül olduğunu görünce sormadan yapamadım:
“Ne oldu, Gül niçin ağlıyorsun?” dedim.
“Yok bir şey abla,” dese de, yüzü sapsarı kesilmiş, tüm bedeni titriyordu, belki bir şeyden çok korkmuştu. Onu, o durumda bırakamazdım ve sorularımı sormaya devam ettim:
“Köyünü mü özledin yoksa”dedim.”
“Evet özledim, ama onun için ağlamıyorum, Seher abla” deyince. Ben bu sefer daha çok merakta kalmıştım ve:
“O zaman seni biri üzdü,bak bana söylemezsen olan biteni, daha seninle konuşmam, ablan olmam” dedim.
Gül de, bende oraya yeni gelmiştik ve ikimizde kimseyi tanımıyor, kendimizi yalnız hissediyorduk. Onu en iyi ben anladığım için ona yalnız olmadığını hissettiriyor, benim onun yanında olduğumu davranışım ve samimiyetim anlıyordu. Merak ettiği ve bilmediği her şeyi, sadece bana soruyor benim görevde olmadığım gün beni sabırsızlıkla beklediğini, kimsenin benim kadar ona ilgi sıcaklık göstermediği söylüyordu.
Onun içindir ki “bir daha ablan olmam”dememden etkilenmiş, gözleri nemli ve tedirgin, gözlerimin içine acı acı bakmıştı.
Gül, O bölümdeki hastalar koğuşunun iyilik meleğiydi sanki. Herkesin yardımına koşuyor, eli titreyen yaşlı teyzelerin sularını içiriyor, kollarına girerek lavaboya götürüyordu. Bazen de, malzeme odasına yanıma gelerek, bana yardım ediyordu. Bu koğuşta onu, kim üzebilirdi ki? demiştim aklımdan ve cevap almak için ablan olmam demiştim.
“Şey abla” dedi ve sustu, gözlerime bakarak yeniden başladı ağlamaya.Dilinin ucuna gelip geri dönen bu “şey” ne idi? İçime kurt düşmüştü ve Gülü de alarak malzeme odasına geçtim, bana hiç bir şeyi gizlemeden anlatmasını, resmen emri vaki söyledim:
“Şey abla, aramızda kalsın olur mu, şu adam var ya hani kel kafalı,kocaman göbekli buraları temizleyen, işte o adam.Hep beni takip ediyor, ne zaman lavaboya çıksam, beni sıkıştırıyor, sağıma, soluma, ellemeye çalışıyor” dedi.
( O zamanlar “taciz” kelimesi bu kadar yaygın değil, yaygın olsa da, bir köylü kızının lügatın da henüz yerini almamıştı. Bahsettiği kişiyi çok iyi tanıyordum. Adı Remzi idi
“ Peki; ne zamandan beri yeni mi?”diye sordum:
Gül.
“Geldikten bir hafta sonraydı sanırım, O adam sapık gibi bakıyor abla, ondan çok korkuyorum gördüğüm yerde elim ayağım titriyor, bir de,her gördüğü yerde kaş, göz hareketleri yapıyor. Nöbetçi olduğu geceleri bana saldırıyor”dedi.
Güle inanmak istemedim o an, içimden yalandır belki diyordum fakat kızcağızın ağlamasına şahit olmuştum.Remzinin o tür bir adam olacağına hiç ihtimal vermiyordum. Torun tosun sahibi olmuş bir adamın, çocuğu denecek yaşta ve kimi kimsesi yok, köy yerinden gelmiş garip bir kıza, nasıl böyle bir şey yapardı, doğrusu kafam almıyordu...
Remzi, Doktorları ve bizleri gördüğü yerde önünü ilikleyip selam verip, hal hatır soran, saygılı bir adamdı. Gerçi ben o hastaneye geleli kısa bir süre olmuştu, tam da detaylı tanımıyordum ama izlenimlerim bunlardı. Demek ki insanların bir başka yüzü daha vardı dedim içimden.
Şimdi ne yapmalıyım dedim kendi kendime. Remzi’yi takibe almalıyım mutlaka gözümle görüp emin olmalıyım diyordum. Ona göre doktorlara ve yönetime şikayet etmeliyim,yoksa yok yere ekmeğinden etmekte vardı sonuçta. Eğer böyle bir şey yapıyorsa cezasız da kalmamalıydı diyordum içimden. Fakat bu fikrimden Güle hiç bahsetmedim. Güle sadece:
“ Bir daha öyle bir şey yapamaz sana, rahat ol”dedim. Kızın yüzüne bir sevinç ve gülümseme gelince de; odasına yatmaya gönderdim. O gece Remzi başka servise indi ve bir daha yukarı çıkmadı. Ben hemen hastane çalışma cetvelinden, Remzinin hangi günler nöbetçi olduğunu çalışanlar çizelgesinden not ettim.Çünkü gündüz mesaisinde Doktorlar ve hemşirelerin göz önünde olacağı için cesaret edemezdi kıza dokunmaya.Bir yandan da kızın ameliyat işlerini öne aldırmak için doktorlarla konuşacaktım. Sanırım ya kızı unutmuşlar, ya da zavallı kızcağız, hakkını aramayı bilmediği için, başkalarını araya almışlardı.
Remzinin üç gün sonraya tekrar nöbeti vardı, benim de dört gün sonraya olan nöbetimi arkadaşımla yer değiştirerek, aynı güne aldırttım.
Üç gün sonra, başka hemşire arkadaşım, bir bayan hasta bakıcı, ben ve Remzi nöbetçiydik.Hastane de yeni olduğum için, olur ya beki bana da inanmazlar diyerek birlikte görev yaptığım hemşire arkadaşıma da olayı anlattım ve benimle birlikte lavaboya yakın olan malzeme odasına sargı bezi yapmaya gelmesini söyledim. Arkadaşımla gizlenip Gülün odasından çıkmasını bekledik. Gül neredeyse yarın saat sonra, ürkek sağına soluna bakarak koridora çıktı ve sessizce lavaboya geçti ve peşinden iki üç dakika geçmedi ki, nerede gizlendiği, nereden çıktığı belli olmadan Remzi de parmaklarının ucuna basarak sessizce lavaboya süzüldü, az bekleyip arkadaşımla beraber bizde peşine girdik ki ne görelim,kızcağızı öyle bir kıstırmış ki köşeye,bağırmasın diye de, bir eliyle ağzını kapatmış, diğer eliyle de kızın dokunmadık yerini bırakmıyor, zavallı kız bağırsa bağıramıyor. İçeriye nasıl dalıp Remzi’ye nasıl saldırdım hatırlamıyorum. Arkadaşım zor aldı elimden.Remzi af diliyor elimize eteğimize yapışıyor bir daha böyle bir şey yapmayacağına yeminler etse de, Nöbetçi doktora olanları anlattık. Bir kaç gün sonra yönetimden, arkadaşımla beni çağırıp olayın gerçekliliği hakkında gördüklerimiz ve bildiklerimiz soruldu. Gülün ameliyatı derhal yapılıp taburcu edildi. Sonradan duyduğuma göre, Remzi kimselerin yüzüne bakamaz olmuş ve başka bir hastaneye tayin istemiş.
ALİYE UYANIK /BOZOK KIZI
21 ŞUBAT 2016 PAZAR
YORUMLAR
Toplumun çirkin bir yanını ve olayını güzel bir anlatımla
dile getirmişsiniz. kadınlarımızın eğitilmesinin önemini bir kez
daha ortaya koyan bu yazı için tebrikler..
Sevgi ve saygılarımla...
Yazıda şu şeyin vurgulanması güzel olmuş. Şundan beklenir, şundan beklenmez diye bir görüş insanı yanılgıya götürür.Toplumda böyle bir önkabul var. Bu tür ahlaksız, menfur davranışlar inançsızların tekelindedir, saygın insanlar öyle davranışta bulunmazlar gibi... oysa aynı nefs herkeste var. Aynı vicdan ise herkeste yok malesef. Tebrik ederim.
Ah arkadaşim, adı olmayan kadinın çilesini ne güzel anlatmızsin. Günümüzde bile hala devam ediyor taciz olayi. Hem de hiç ummadığimız torun torba sahibi insanlar yapabiliyor bu işi.
Olay çirkin olduğu kadar anlatim güzel.
Tebrik ederim, sevgilerimle.
(Bir cümleyi iki kez girmişsin, klavye hatası var düzeltir misin.)