- 372 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MEZAT
Bindim mazi gemisine…
Vardım Kâhta ilçesine… Kulak verdim güzelliğin sesine… Film şeridini geri sardım, baktım o gün ki Kâhta’mın resmine…
Tanrım güzellik vermiş buradaki dağ, taş, toprak, ağaç, hayvan ve insan kısmına…
İnsanlarda vefa, sevgi, saygı, dostluk, komşuluk, vicdan, merhamet duyguları çok gelişmiş…
Adım başı burada rastlarsınız insanın hasına…
Hoş geldin dediler mertler sofrasına…
Sevgi, saygı sundum, selam verdim çocuğuna, gencine, yaşlısına…
Hacı Örfi’nin dükkânından aşağıya doğru indim...
Birecikli Salih’e selam verdim…
Mustafa Cami’nin önünde, Dêmiro ayakta bekliyordu…
Demiro’ya takıldım:
— Niye evlenmiyorsun Demiro, dedim.
— Evleneyim de karı benden incik, boncuk mu istesin, dedi.
Güldüm.
Osi Beke’nin dükkânının önünde Deli Rıza duruyordu.
Kocaman göbeğinin üzerinde ipe bağlı birkaç flüt vardı. Deli Rıza’yı kızdırmamaya dikkat ederek, biraz sohbet ettim.
Kızdığı zaman kurşun hızında taş atardı. Aklı olan Deli Rıza’yı kızdırmazdı. Yanından hemen ayrıldım…
Osmanî Samsatlının dükkânının önüne gittim.
Doktorun köpeği oradaydı. Sepet yine boynundaydı… Sepetinde, ekmek ve et vardı.
Samsatlı Osman, gönderilen kâğıtta yazılan eşyaları sepete koymak için hazırlıyordu.
Doktor, Sağlık Ocağında görevliydi. Ramazan Yıldırım başkanın evinin arkasında ikamet ederdi.
Çok iyi yetiştirilmiş uysal ve becerikli bir köpek besliyordu. Herkes bu köpeği tanırdı.
Doktor, köpeği ile birlikte çarşıyı gezerdi. Köpeği ile konuşurdu…
Doktor bazen de sepeti köpeğinin boynuna takar, tek başına çarşıya gönderirdi…
Köpeğin ismini bilmezdik. “Doktorun köpeği,” derdik.
Doktor kendi evinin ihtiyaçlarını bir kâğıda yazar, sepete koyardı.
Köpek çarşıya gelir, alacaklarının bulunduğu esnafların önünde dururdu. Nerelere uğrayacağını çok iyi biliyordu. Evde, köpeğe uğrayacağı yerler, herhalde söyleniyordu...
Genellikle ilk durağı kasap Hacı Resul’ün dükkânı olurdu.
Hacı Resul sepette kâğıdı çıkarır, kaç kilo et ve nasıl et istenmişse hazırlar, sepete koyardı.
Hacı Resul’ün bitişiğindeki Hacı İbrahim’in fırınından, istenen sayıdaki ekmek alınır, sepete konurdu.
Köpek, oradan bakkal Samsatlı Osman’ın dükkânının önüne gelirdi.
Bakkal Osman sepetteki kâğıdı çıkarır, bakardı. Kendi dükkânından istenenleri hazırlar, sepete koyardı.
Çarşıda alışverişi bitiren köpek, görevini yapmış hayvanların iç huzuruyla evine dönerdi.
Biz çocuklar da bu köpeğe hayranlıkla bakardık.
Doktorun köpeği Samsatlı Osman’ın hazırladığı eşyaları sepetine koymasından sonra çarşıdan yukarı doğru çıktı. Arkasından hayranlıkla baktım.
Isıran köpekleri sevmem ama böyle bir köpeğim olsun isterdim…
Kâhta’da alışveriş yapan tek köpekti. Boynunda sepeti ile çarşıya gelirken de giderken de insanların dikkatini çekerdi…
Mezada doğru yürüdüm.
Boncuk (Adıyamanlı Mehmet) lokantasında Nuri Sesigüzel’in 45’lik plaklarından birini pikaba koymuştu. Sesini de sonuna kadar açmıştı. Söz de millete bedava müzik dinletiyordu…
Sesin geldiği yere bakanlar, yemekleri görürdü.
Acıkanlara acıktıklarını bu müzik hatırlatırdı.
Ben Kâhta peyniri, sıcak pide ve çay ile kahvaltımı yapmıştım.
Nuri Sesigüzel müziği beni acıktırmadı. Benim gibi çocuklar zaten lokantaya gitmezlerdi… Yemeğimizi evde yerdik.
Çarşıda yemek yemek zorunda kalırsak, neler yiyebileceğimiz bellidir.
Mesela sıcak pidenin arasına, tatlıcı Bedir’den aldığımız tatlıyı kor, yeriz.
Sıcak pidenin arasına helva kor, yeriz.
Siyah zeytin alır, üzerine toz biber attırır, sıcak pide ile yeriz.
Domates, biber alırız. Domatesi, fırından aldığımız teneke tepsiye dizeriz. Biberi de fırından aldığımız tele dizeriz. Pişirtir, sıcak pide ile yeriz.
Peynirli, şekerli pideyi de unutmamak lazım. O da çok güzel ve leziz olur.
Biz çocukların lokantalarda işimiz olmazdı…
Lokantayı geçtim. Aşağı doğru yürüdüm.
Süsyanlı Abuzer bakkal dükkânının önündeydi. Abuzer amca ayaktaydı.
Elinde tütün tabakası vardı. Beyrut işi sigara kâğıdına, Çelikhan’ın kız saçı dedikleri sapsarı tütününden sigara sarıyordu…
Bu sarı tütün, Süsyanlı Abuzer’in bıyıklarını da sarartmıştı…
Bedi Hocé’nın oğulları Mehmet ile Ahmet Kutlu, evlerinin önünde birkaç çocuk ile birlikte oyun oynuyorlardı.
Mustafa’yı Nürıké’nin dükkânın köşesinde durdum…
Uzaktan onların oyununu seyrettim.
Çocuğun biri Ahmet ile tartışıyordu.
Ahmet’e bağırdı:
— Ahmet hep hile yapıyorsun, yeter artık.
Güldüm…
Abuzer Usta ile Demirci Mustafa’nın yani babamın dükkânları arasındaki boşluktan mezada baktım. Çok kalabalıktı.
Bu mezat her Cuma günü kurulur.
Genellikle köylü amcalar, dayılar, para ihtiyaçlarını karşılamak için evlerindeki hayvanlardan birkaçını getirir, satarlar.
Satılacak hayvan sayısını, ihtiyaç duyulan para miktarı belirler…
Hayırlı bir iş dediğimiz düğün yapılacaksa yani oğlan evlendirilecekse, satılacak hayvan sayısı artar.
Kızın babasına başlık parası verilecek.
Amcasına amca yolu, dayısına dayı yolu olarak para verilecek.
Kıza, kızın akrabalarına elbise alınacak. Gelin ile damada yeni ev için eşya alınacak…
Eşe, dosta, akrabalara, komşulara okuntu (xelat) olarak dörder metrelik elbiselik alınacak.
Konuklara yemek yapılacak. Davulcu, zurnacı tutulacak.
Daha bir sürü masraf çıkar. Bunların hepsi parayla yapılacak işler.
İhtiyaç duyulan para, bu mezatta satılacak hayvanların sayısını belirler…
Oğlunu askere gönderecek baba, çocuğunun cebine para koymak zorundadır. Evinde parası yoksa ve evde hayvanı varsa o da bu mezada gelecektir.
Sattığı hayvanın parası ile çocuğunu asker ocağına yolcu edecektir…
Her evin ihtiyacı olur. Köylü kısmının devletten her ay aldığı maaşı olmadığından, evinin ihtiyacını ürettiği ürünleri ya da yetiştirdiği hayvanları satarak karşılayacaktır.
Ürettiği ürünler buğday, arpa, mercimek, nohut ya da peynirdir.
Kâhta köylerinde yetiştirilen hayvanlar koyun, keçi, inek ve öküzdür.
Köylüler tavuk, horoz, peynir, tereyağı ve yumurta satarak, evlerinin bir kısım ihtiyacını karşılarlar.
Bu mezatta cambazlık yaparak evlerini geçindirenler de vardır.
Cambazlar, acil ihtiyacı olan hayvan sahiplerini arayıp bulmaya çalışırlar. Çünkü acil ihtiyacı olan hayvan sahibi, getirdiği hayvanı satmak zorundadır.
İhtiyacı olan hayvan sahibinden hayvan daha ucuza alınır. Daha çok kâr elde edilir.
Genellikle saf olan Kâhta köylüsü, elindeki malı çok ucuza kaptırır.
Bu mezadın başka bir görevi de vardır: Dostları buluşturmak.
Kâhta’nın her köyünden insanlar bu mezada gelir.
Değişik köylerdeki bazı dostlar mezatta işlerini bitirince, birlikte lokantalara gider, yemek yerler.
Yemekten sonra bir kahveye giderler. Hem çay içer hem de sohbet ederler.
Cuma günleri Kâhta nüfusunun arttığı, esnafın yaptığı alışverişlerle yüzünün güldüğü gündür.
Köylü, evinin ihtiyaçlarını karşılarken, esnafa para verir. Hayvanını satan köylüler, esnafa olan borcunu da öder.
Yani Cuma günü, esnaf için bereketli gündür.
Ben bu mezatta çok eğlenirim.
Hayvanların ağzına bakanlar, hayvanın sırtını, karnını elleyip, hayvanın yaşını ve kilosunu söylerler.
Hayvan sahibinden, o hayvanın fiyatını sorarlar. İlk sözleri “ çok istedin, bu kadar etmez”. Sonra pazarlık başlar.
Etrafları kalabalıklaşır. Eller karşılıklı tutulur. Pazarlık devam eder.
Kollar karşılıklı olarak, omuzdan sallanmaya başlar. Eller, kollar bir iner, bir kalkar.
Seyirciler de pazarlığa dâhil olurlar. Sonunda “haydi, hayrını gör” denince, pazarlık bitmiş olur.
Ben bu pazarlıkları hep tiyatro oyunlarına benzetirim.
Cuma günleri, mezat benim için en eğlenceli yerdir.
Bir de dostlukları hayranlıkla seyrederim. Bazı köylüler mezadın sakin yerlerine gider, orada çökerler. Ceplerindeki tütün tabakalarını çıkarıp birbirlerine ikram ederler.
Bir yanda sigaralar sarılıp yakılır, diğer yanda hal hatır sorulur.
Sohbetler koyulaşır… Dertler, sorunlar karşılıklı aktarılır.
O insanların içtenliği, güzelliği, yoksulluğu yüzlerinden okunur.
Babamın dükkânına girdim. Üç işçisi vardı, üçü de gelmişti…
İşçilerden biri körük çeker, ikisi balyoz sallardı.
Ütülecek kelle yoktu. Benim yapacağım başka bir iş var mı diye baktım. Göremedim.
Babamdan izin aldım. Mezada girdim.
Mezat yine kalabalıktı. Dereye kadar dolmuştu.
Pazarlık yapan var mı diye etrafa göz gezdirdim.
İleride bir kalabalık gördüm. Oraya doğru yürümeye başladım.
Yanlarına gittiğimde heyecanlı bir pazarlık sürüyordu.
Satılan bir inekti. Eller sıkıca birbirine kenetlenmişti. Kollar kalkıp iniyordu. Satıcı bir fiyat vermişti. Alıcı da bir fiyat vermişti.
En son seyirciler ikisinin ortasında bir fiyatta karar kıldılar. İki tarafa da hayırlı uğurlu olsun, dediler.
Pazarlığı bitirdiler.
Başka yerde pazarlık var mı diye baktım. Sağda bir kalabalık gördüm. Oraya gittim. Bir merkebin satışını izledim. Daha ileride üç koyunun satışına tanık oldum.
Birecikli Yusuf Şeker lahmacun satıyordu. İki lahmacun aldım, yedim.
Dereye doğru indim. Aspirin Abuzer de o tarafta lahmacun satıyordu. Merhabalaştık.
Mezadın kenarlarında sohbet eden köylüleri seyrettim.
Dört kişi yere gazete sermiş, sıcak pide, domates, yeşilbiberlerle karınlarını doyuruyorlardı.
Mezadın içinde biraz daha gezip oyalandıktan sonra babamın dükkânına döndüm.
Öğle vakti olmuştu.
Babam bana domates, biber almam için para verdi:
— Fırına domates, biber at, namazdan sonra hep beraber yiyelim, dedi.
Verilen görevi yerine getirmek için dükkândan ayrıldım.
Mezat da yavaş yavaş dağılıyordu…
YORUMLAR
Sizin hayat hikayeniz bana Yaşar Kemal'in romanlarını hatırlattı.Mezattan çok doktorun köpeği ilgimi çekti ilk kez böyle bir köpekle sizin anılarınız aracılığı ile tanıştım.Çok güzeldi, tebrik ederim .
Mahmut Cantekin
"İnce Memet" yanım da var ama ömrün o günlerini daha size sunmadım.
Ağaların olduğu yerde İnce Memet'ler de olur. Ağaların kapı bekçileri de.
Zindanlar da olur. İşkenceler de.
Selamlar, sevgiler...
Ah o peynirli pide, ah...Beni pide yemekten nefret ettirdiydi de yıllarca bir daha peynirli pide yemez olduydum. Sandım ki, Eskişehir'de yemeye alışık olduğumuz normal peynir tadında (tuzlu) pide verecekler, yemeye başlamamla o sıcak pidedeki şekerli peynirin tadı ağız tadımı altüst ettiydi... Bu edebiyat sitesinde kayıtlı olup da bu öyküleri okumadan es geçenlere vallaahi billahi acıyorum. Bilseler kendilerini nasıl bir okuma keyfinden mahrum ediyorlar... Sami Biberoğulları'nın Batmanlı öyküsünden hemen sonra Kahta'lı bir öykü okumak günümü mutlu etti.Allah sizleri de mutlu etsin...SELAM VE SAYGILARIMLA
Mahmut Cantekin
Sesini duydum. Mutlu oldum. Sana Kahta peyniri yedirmek isterdim ama şimdilik o olanağım yok. Bir gün yolum o taraflara düşerse seni unutmayacağım.
Selamlar, sevgiler...