- 1055 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜMSÜZ AŞKLARIN ÖLÜMLÜ AŞIKLARI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Delice bir yağmur yağıyordu. Dışarıda çalışmak zorunda olanlardan başka kimsecikler yoktu. Öyle ki daha bir dakika geçmeden mahşer kalabalığı içinde olan sokak bir anda boşalmıştı. Kimileri kıraathanelere akın ediyordu. Kimileri de eve koşar adım ilerliyordu. Sokak pislikten geçilmiyordu. Dışarıda geceden kalma bira şişeleri ve sigara izmaritleri toplayan belediye arabaları ve balıkların üzerine yağmur gelmesin diye üzerini naylon poşetlerle örten balıkçılar ve de işe yetiştirmek için koşturan üç beş memur dışında kimsecikler yoktu. Bir pazartesi sabahıydı. Haftanın ilk günüydü. Kar yağışı nedeniyle okullar bir gün arayla tatil edilmişti. Bunu fırsat bilen Ayşe, almak isteyip de bir türlü alamadığı kitabı almak için kırtasiyeye girdi. İçeride gülümsemesiyle etrafa neşe saçan genç bir delikanlı vardı. Hiç zaman kaybetmeden sordu.
- Bakar mısınız Sabahattin Ali’den ‘’ Kürk Mantolu Madonna’’ kitabı var mı?
- Elbette hemen şurada gördünüz mü?
- Hayır, görmedim.
- Sol üst rafta.
- Tamam, gördüm teşekkürler.
- Ne kadar peki bu kitabın fiyatı?
- Arkada yazıyor olmalı bir bakayım
- Tabi buyurun
- 18.00tl. Alacak mısınız?
-Yani 16 liram var olur mu?
-Kusura Bakmayın olmaz.
Anladım şimdilik kalsın
- Nasıl isterseniz
- İyi günler
- İyi günler
Ayşe umutla girdiği kırtasiyeden eli boş çıkmıştı. Öyle çaresizdi ki, o an ne karnının aç oluşu nede evsiz barksız oluşu umurundaydı. Her zaman yaptığı gibi boş bir inşaat binası bulup geceyi orada geçirmekti niyeti. Yağan kar şiddetini arttırmıştı. Birde o yetmezmiş gibi yağmurda yağmaya başlamıştı. Ayşe boş bulduğu bir inşaat binasından içeri girdi. Birazcık olsun dinlenebilmişti. Aklında hala o alamadığı kitap vardı. Ne yapıp edip o kitabı almalıydı ama nasıl. Yelkovan hızla hareket ediyordu öyle ki akşam oluvermişti. Soğuk bir şubat akşamıydı. Herkesin kendini eve attığı bir geceydi. Öyle ki İstanbul trafiği bile kar trafiğine boyun eğmişti. Dışarıda kimseler yoktu. Herkesin kendini eve attığı bir gece Ayşe tek başına İstanbul sokaklarında yürüyordu. Kar iyiden iyiye şiddetini arttırmıştı. Ayşe de yol üstü bir lokantaya uğradı. Her tarafı kar içindeydi. Kapıda üzerini silkeledikten sonra boş bir masaya oturdu. Bir müddet sessizce etrafı izledi. Sonra bir gölge belirdi garson’’ Ne isterdiniz’’ dedi. Ayşe kafasını kaldırıp garsona baktı. ‘’Siz kırtasiyede çalışıyordunuz’ ’dedi. Genç delikanlı yine kendine has sıcak gülümsemesiyle karşılık verdi ‘’ Evet bayan sizde kitap için gelen bayan olmalısınız’’ dedi. Ayşe de evet dercesine başını salladı. Garson ‘’ismim Aykut’’ dedi elini uzatarak. Ayşe de aynı sıcaklıkla elini uzattı. ‘’İsmim Ayşe’’ içinde garip bir his uyandı Ayşe’nin. Dokunduğu tek erkek babasının olduğunu fark etti. Aykut’tan etkilenmişti. Ama diğer yandan da kızgındı. Yalnızca iki lirası eksik olduğu için alamadığı kitap için çok üzülmüştü. Ama diğer yandan da Aykut’a hak veriyordu. Aykut orada yalnızca bir çalışandı. Aykut Ayşe’nin uzaklara daldığını anlayıp bir müddet hülyalar âleminden gerçek aileme dönmesini bekledi. Ayşe gerçeklere döndüğünde Aykut ona, ‘’ Ne içerdin Ayşe’’ dedi. Ne içeceğini bir türlü karar veremiyordu Ayşe. Evsiz barksız oluşu ve her gece aç uyuması yetmezmiş gibi birde âşık oluyordu Aykut’a. Ayşe’nin karar veremeyeceğini anlayan Aykut, ‘’ Ben başka masaların siparişlerini götürüyorum sende o arada menüye bak ne içmek istersen orada var’’ dedi. Ayşe menüye baktı gözü hangi yazıya iliştiyse gözleri iyice büyüyordu. Her şey çok pahalıydı. Ayşe’nin cebinde yalnızca on altı lirası vardı. Ayakkabısı sıktığı için içeridekilerine belli etmeden ayakkabısını çıkardı. Ayağını sıkan şeyin ne olduğunu anlamak için baktı ayakkabıda bir şey yoktu. Ayakkabıyı giyecek iken bir şey fark etti. Çorabında bir şeyler vardı. Açıp baktı bozuk para vardı. Dördü elli kuruş ikisi de bir lira olmak üzere dört lirası vardı. Hem çok istediği kitabı alabilecekti. Hem de sıcak bir çorba içebilecekti. O kadar sevindi ki o an ne yapacağını bilemedi. Aykut’a baktı. Oradan oraya koşturuyordu. Aykut masadakilerin siparişlerini bitirip biraz dinlenmek üzere boş bulduğu bir sandalyeye oturdu. Etrafa bakarken bir yandan da Ayşe’ye bakıyordu. Ayşe’nin de kendisini izlediğini gördü. İkisinin de yüzü kızarmıştı utancından. Sanki bir günah işliyormuşçasına kaçırmışlardı bakışlarını. Sonra tekrar göz göze gelince ikisi de birbirlerine bakıp gülüyorlardı. Aykut masaya yaklaştı. Sorusunu soramadı bile gülmekten. Zaten sorsa da cevap alamazdı. Ayşe de tıpkı onun gibi kendisini gülmeye bırakmıştı. Neyse ki bir müddet sonra kendilerini toparladılar.
_Karar verdiniz mi Ayşe Hanım ne içeceksiniz?
_Bir çorba alayım Aykut Bey
_Emredersiniz Ayşe Hanım hemen getiriyorum
Aykut çorbayı getirmeye gittiğinde, Ayşe hala gülüyordu. Uzun zamandır ilk kez böylesine güldüğünü fark etti. Daha önce hiç böyle bir şeyin içinde bulmamıştı kendisini. Bir garip hissediyordu. Babasından sonra hayatına giren ilk erkek ve onu anlayan tek erkekti Aykut. Artık daha samimiydiler. Hanım, bey lafları artık resmiyet olsun diye değil samimiyet çerçevesinde söyleniyordu. Saat on ikiye geliyordu. Kimseler kalmamıştı lokantada. Son kişide hesabı ödeyip çıkıyordu lokantadan. Herkesin çıktığından emin olan Aykut iki kâse çorba getirdi. ‘’Oturabilir miyim’’ dedi. Ayşe evet dercesine başını salladı. Tek kelime etmeden çorbayı yudumladılar. İkisi de birbirinden utangaçtı. Çorbalar bitirildikten sonra Ayşe sessizliği bozdu
_Geç oldu artık ben kalksam iyi olacak. Çorba için teşekkür ederim. Hem senin de yarın dükkânı açman lazım.
_Haklısın galiba hava kötü seni evine kadar bırakayım.
_Gerek yok sağ ol ben giderim.
_Olmaz öyle şey itiraz istemiyorum.
_Peki, tamam.
Ayşe Aykut’u kıramayıp tamam demişti. Ama ne gideceği bir ev vardı. Ne de çalışacağı bir iş. Bu işin içinden nasıl çıkacağını düşünürken, Aykut üzerine kabanını aldı. Lokantayı kilitleyip çıktılar. Aykut arabasına doğru yönelirken Ayşe,
_Arabaya gerek yok gideceğimiz yer çok yakın
_Sen nasıl istersen nerede tam olarak evin?
_ Yakın ya yürüyerek beş dakika.
_ Anladım. Keşke arabayla gitseydik. Çok merak ettim.
_Sen anne karnında nasıl dayandın dokuz ay bilmiyorum.
Aykut’tan bir cevap gelmeyince ne oldu niye cevap vermiyorsun dercesine baktı yüzüne. Aykut’tu bu kez sessizliği bozan
_Biliyor musun sabırsızlığıma herkes aynı tepkiyi veriyor dokuz ay nasıl dayandın!
_ Nasıl yani anlamadım?
_Annem beni doğururken öldü. Bir hayat için bile bir hayatın son bulması ne acı verici bir şey.
_Bilmiyordum annenin vefat ettiğini özür dilerim.
_Önemli değil. Babam bakıyordu bana onu da iki sene önce kaybettim kanserdi.
_İnan ne diyeceğimi bilemiyorum. Ama tesiri olacaksa bende aynı kaderi yaşıyorum aslında.
_Nasıl yani senin de mi annen öyle öldü?
_Annem ve babam üç sene önce trafik kazasında öldü.
_Kendi derdimle senin de canını yaktım.
_Dertler paylaştıkça azalır unutma.
_Haklısın iyi geliyor insana konuşmak. Peki, sonra ne oldu?
_Bende amcamlara taşındım. Onlarında borcu harcı olduğu için haciz geldi eve. Ne var ne yok elde avuçta hepsi gitti. Onlar başka yere gitti. Sende başının çaresine bak dediler.
_Böyle bir acımasızlık olur mu? Tek başına ne yaparsın ki.
_Öyle deme mahşer gibidir ayrılıklar ve mecburiyetler. Babalar evlattan kaçar evlatlar ailesini tanımazlar.
_Birde kaçmamasına rağmen doğarken annesinin ölümüne neden olan katil evlatlar var.
_Saçmalama kaderde ne varsa o yaşanır. Unutma sende sabret bu bir imtihan. Annen hala seninle unutma bunu. Seni bir yerlerde izliyor.
_Zaten beni teselli eden tek şey onun beni izlediğine inandırmamdır kendimi.
_Allah sabredenlerle beraberdir unutma
_Evet, sabredeceğim. Ne olursa olsun sabredeceğim. Bu arada gelmedik mi?
_Geldik bak tamda şurası.
Ayşe’nin gösterdiği yerde boş bir inşaat binası vardı. Aykut burada mı kalıyorsun yani dercesine bakıyordu. Aykut o an şoktaydı. Hem şubat ayı oluşu hem de kız başına inşaat binalarında yaşamak zor olmalıydı diye düşündü. Görmediğimiz ama görüp de şükretmemiz gereken ne çok şey varmış diye düşündü. Hep kendinden daha zengin olanlara bakmıştı. Kendi gibi olanları veya daha sefil olan hayatlar onu hep bunaltmıştı. Kendinden utanıyordu aslında. Hemen uzaklaştı o yerden tek kelime etmeden. Ayşe ne olduğunu anlamamıştı bile. O günün sabahı güneşin doğmasıyla birlikte Ayşe sokağa attı kendini. Dün yalnızca bir çorba içmişti. Açlıktan midesi kazınmıştı. Aklına hiçbir şey gelmiyordu. O gün öğleye kadar gezmesine rağmen karnını doyurmanın bir yolunu bulamamıştı. Üzgün bir şekilde inşaat binasına gelmişti. Ama bıraktığı gibi boş değildi. İnşaat ustaları gelmişti. Ayşe’den bir saat önce gelmiş olmalılardı. Şimdiyse öğle yemeği molası vermişlerdi. Usta Ayşe’nin inşaata geldiğini görünce diğerleriyle birlikte işin astarını öğrenmek için Ayşe’nin konuşmasını beklediler.
_Kusura bakmayın rahatsızlık vermek istememiştim
_Estağfurullah kızım ne rahatsızlığı.
Konuşan kişi orta yaşlı bir amcaydı.
_Bizde arkadaşlarla geceyi burada geçiren kaçağın kim olduğunu konuşuyorduk.
_İzinsiz kaldığım için özür dilerim.
_ İzinden değil kızım. İt var kopuk var bir başına olur mu öyle? Gel bakalım sende eşlik et bizlere.
_Yok, sağ olun aç değilim ben.
_ Misafir umduğunu değil bulduğunu yer. Ama sen bulduğunu da tersliyorsun be kızım. Hadi gel senin nasibin imiş. İnsan nasibini bilemez.
_Peki, nasıl isterseniz?
Ayşe üç gün sonra ilk kez doyasıya yemek yemişti. Hayat hikâyesini anlatmıştı. İnşaattakiler artık her yemek molalarında bize eşlik edersin demişti. Aralarında sıkı bir dostluk olmuştu. Ayşe izin isteyip ayrılmıştı. Oradan kırtasiyeye uğramıştı. Aykut yoktu. Akşamları çalıştığı için, lokantadan da beş dakika önce çıkıp. Bankaya uğrayacaktı. Kırtasiyedeki kasiyer, yol tarifi yapıyordu.’’ Buradan sola sap ilk sokaktaki banka’ Ayşe koşarak gitti. Aykut bankadan çıkarken yakaladı onu. Aykut diye seslendi. Nefes nefese kalmıştı. Sessizliği Ayşe bozdu
_Dün niye kaçar gibi gittin.
_Öyle gerekiyordu başka bir sebebi yok.
_Nasıl öyle gerekiyordu insan bir iyi geceler der.
_Kusura bakma düşünemedim.
_Ne oldu niye bu kadar üzgünsün.
_Üzgün değilim ama.
_Ama derken?
- Bir şey söyleyeceğim ama nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum.
_Seni dinliyorum derin bir nefes al ve söyle.
_Dün kaçar gibi gidişimin sebebi duygularımdı.
_Nasıl yani.
_Anlasana işte ilk kez böyle oluyorum. Daha önce kalbimin böyle attığını hiç görmemiştim.
_Aslında benim hislerimin de seninkilerinden bir farkı yok. Ama hoşlantı mı aşk mı bilemiyorum. Onu zaman gösterecek.
İkili bir süre sessizce ilerlediler. İkisinde de aynı huzur vardı. Aykut ‘’Bir çay bahçesinde oturalım’’ dedi. Ayşe evet dercesine salladı başını. İkili karşıdan karşıya geçerken Aykut ayakkabı bağcıklarının çözüldüğünü fark edince, onları bağlamak için olduğu yere çöktü. Ayşe de Aykut’un hala yanında olduğunu sanarak, karşıdan karşıya geçerken gelen aracı fark etmediği için araba çarptı. Aykut da bu ses nereden geldi diye bakarken Ayşe’nin yerde uzandığını görünce şok oldu. Bir süre ne yapacağını bilemedi. Ayşe oracıkta can vermişti. İnşaatın işçileri de kazanın meydana geldiği yere geldi. Hepsi kızı yerine koymuştu onu. Onda çocukluklarını, fakir olmasına rağmen güzel olan hayatlarını görmüşlerdi. Hep birlikte Ayşe’yi defnetmek için mezarlığa gittiler. Aykut geleceğin emelini kurarken, bugününü de kaybetmenin acısını yaşıyordu. Herkes gitmişti. Bir tek Aykut kalmıştı sevdiğinin mezarı başında. Gözyaşlarına hâkim olamasa da dik durmaya çalışıyordu. Diğer yandan da sevdiğiyle hasbihal ediyordu.
‘’Sabret demiştim sana. Mutluluk elbet çalacak kapını. Bak o sana gelmese de sen ona gidiyorsun. Şimdi çektiğin cefaların mahsulünü toplama zamanı. Merak etme herkes gibi bende geleceğim. Kendimi öldürmek isterdim. Ama yapamam ölümden korktuğum için değil. Yalnızca Allah’ın verdiği canı almak bana düşmediği için. Allah’a sonsuz dualar edeceğim cennette yerim yanına olsun diye. Bugün ben yatacağım o inşaat binasında. O beton yığını inşaatın soğuk duvarları arasında. Kokunu çekeceğim içime. Sana söz, sana olan aşkımı hiç kirletmeyeceğim. Ama şimdi gitmem gerekiyor. Bir bekleyenim var. Beni bir an olsun terk etmeyecek olan hayalin. Görüşürüz.’’
Aykut söz verdiği gibi o gece inşaat alanına geldi ve geceyi orada geçirdi. Sabah ustalar gelince Aykut’un cansız bedenini gördüler. Aykut’un elinde bir kitap vardı ‘’Kürk Mantolu Madonna’’ Aykut sözünü tutmuştu. Onu da Ayşen’in yanına gömdüler. Kitabı da toprağın üzerine bıraktılar. Ve mezar taşlarına da o ibretlik sözü yazdılar.
‘’ÖLÜMSÜZ AŞKIN ÖLÜMLÜ ÂŞIKLARI’’